Türkiye’de ekonomi yönetimi, ortodoks bir istikrar programına doğru yol almak istiyor. Nedir ortodoks istikrar programı? Türkiye’de böyle bir program bugünün koşullarında uygulanabilir mi? Son politika açıklamaları bu yolda ilerleme olduğunu gösteriyor mu?
Örneğin, akaryakıt fiyatlarına getirilen yüksek zamlar bu yolda bir ilerleme sayılabilir mi? Bu yüksek zamlar, bazı yönlerden faiz artışının yerini tutabilir mi? Vergi artışları ve zamlar faiz artışını sınırlar mı, bugünkü TCMB politika faizi kararı üzerinde etkili olur mu? Bu yazıda bu gibi sorulara yanıt arıyorum.
Ortodoks istikrar programı
Ortodoks istikrar programının farklı anlatımları ve özellikleri olabilir. Burada ortalama bir programın başlıca özelliklerini ele alıyorum. Böyle bir programda ilk olarak hızla sıkı bir para politikası ortaya konuyor. Aynı anda bütçe açıklarını ortadan kaldıracak bir mali politika açıklanıyor.
Sıkı para politikasının enflasyonu düşürmede etkili olması için önce faiz hızla yükseliyor, yani bir faiz şoku veriliyor. Kredi ve para miktarlarında da kontroller ve düşüşler başlıyor. Buradan da bir şok geliyor. Bu şoklarla ekonomide bir politika dönüşümü olduğu kesin bir dille ifade edilmiş oluyor.
Bir başka kesinlik daha var; bu politika dönüşümü, enflasyon belli bir düzeye ininceye kadar tavizsiz devam edecektir. Bu kesin ve tavizsiz politika ile birlikte enflasyon beklentileri de kırılacaktır. Böylece enflasyonun belli bir sürede düşeceği hesaplanıyor.
Ortodoks programda bir gelirler politikası, yani fiyat, ücret ve kira kontrolleri yok. Diğer yandan gelirler politikası heterodoks programların önemli bir özelliğini oluşturuyor. Dolayısıyla bu kontroller iki program arasındaki en önemli farkı ifade ediyor.
Ortodoks programlarda bir “toplumsal uzlaşma” çabası yoktur, bu programlarda reel ücret genellikle geriler. Heterodoks programlarda gelir grupları arasında toplumsal uzlaşma ve anlaşma çabası vardır ve ücret, fiyat ve kira anlaşmalarına göre reel ücretler gerilemeyebilir.
Ortodoks program enflasyonu belli bir sürede düşürecek dense de, baştan kabul edilen önemli bir olumsuzluğu var. Bu programlar, en azından başlangıçta, üretimin ve istihdamın düşmesine, işsizliğin artmasına neden olabilir.
İlginçtir, enflasyonu şok bir faiz artışıyla indirmeyi Keynes de savunmuştur. Tüm Avrupa’da 1920’deki yüksek enflasyona karşı hızlı bir yüksek faiz (Keynes’in deyimiyle değerli para) politikası önermiştir. Şok faiz artışını, yüksek ve katılaşmış enflasyon beklentisi nedeniyle gerekli görmüştür. Howson (1973), Keynes (1923), Keynes (1930).
Keynes Büyük Buhranda üretimde daralmayı, durgunluğu ve azalan istihdamı vurgular, bunlar için politika önerileri getirir. Aradan zaman geçer, 1942’de Keynes’e sorarlar: “Geçmişte enflasyona karşı daralma ve işsizlik de yaratabilen, hızlı ve sıkı para politikası önerdiniz. Şimdi farklı düşünüyor musunuz?”
Keynes’in yanıtı şöyle: “Şimdi de olsa aynı hızlı sıkı para politikasını önerirdim. Çünkü, yüksek enflasyonun tehlikeleri ve yıkıcı etkileri bir ekonomiyi uzun süre yere serer.” Howson (1973).
Bu alıntıları yaptım, çünkü ekonomide en önemli sorun neyse onun üzerine odaklanmak gerekir.
Keynes’in 1930’larda yaptığı en önemli katkılar daralma ve işsizlik üzerinedir, çünkü bunlar o dönemin kritik sorunlarıdır. Başka zamanda sorun enflasyon ise, bu sorun üzerine odaklanmıştır.
Ortodoks program, faiz, akaryakıt fiyatı ve bütçe
Türkiye’de ekonomi yönetimi ortodoks bir istikrar programına doğru yol almak istese de bu yolu yürüyemiyor. Neden?
I). Birinci neden, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ideolojik faiz takıntısıdır. Faize bu nedenle bir şok verilemiyor, faiz hızlı yükselemiyor. Üstelik, yaşanan yüksek enflasyon ve cari açığın önde gelen nedeni bu faiz takıntısıdır. Ekonomi yönetimi, faiz şoku yerine ekonomiye fiyat şokları veriyor.
En dikkat çekenler akaryakıt fiyatı şoklarıdır. Örneğin, 30 Haziran- 15 Temmuz arasındaki bir buçuk ayda motorinin fiyatı kademeli olarak yüzde 66,7 arttı. Bu fiyat, 15 Temmuz gecesi özel tüketim vergisinin (ÖTV) katlanması ile yüzde 22,8 sıçradı. Aynı gece benzin fiyatı da yüzde 21,5 oranında sıçradı.
Hazine ve Maliye Bakanlığı, akaryakıt ÖTV’si ve fiyat artışı için iki neden belirtiyor.
1) Birincisi, bütçe açığını düşürme hedefi. Burada deprem de belirtiliyor ama ÖTV tam 7 yıldır değişmemiş, deprem de 6 ay önce olmuş. Yapılan şudur; vergiler ve fiyatlar seçimler öncesi bastırılıyor, böylece bütçe açıkları patlatılıyor, seçim sonrası bu açıkları kısmen kapatmak için vergilere ve fiyatlara şok veriliyor.
2) İkincisi, cari açığı dolaylı yoldan kontrol etme isteği. Ekonomi yönetimi, birçok sektörün temel girdisi olan akaryakıt ithalatını ve cari açığı bir ölçüde düşürmek için akaryakıt fiyat şoku veriyor.
II) Ortodoks program yolunda yürümeyi engelleyen ikinci neden 2024’te yapılacak yerel seçimler. Cumhurbaşkanı Erdoğan, oy kazanmak uğruna, hükümet harcamalarını kısmak istemiyor. Ekonomi yönetimi de, bütçe açıklarını, vergiler ve yönetilmiş fiyatlar yoluyla geriletmeye çalışıyor.
Gördüğünüz gibi, ortodoks programın gerekli kıldığı faiz ve hükümet harcamaları müdâhalelerini yapamayınca, ekonomi yönetimi vergileri ve fiyatları yükseltiyor.
Faiz şoku, fiyat şoku
Peki, hükümetin yönettiği fiyatlara verilen şoklar, faiz şokunun görevini yapabilir mi? Soruyu şöyle de sorabiliriz. Fiyatları yükselterek, enflasyonu düşürmek mümkün olur mu?
Bir yanıt şudur; eğer programın amacı talebi düşürüp bütçe açıklarını ve cari açığı azaltmak ise, akaryakıt fiyatları gibi yönetilmiş fiyatları yükselterek bu amaca bir ölçüde ulaşılabilir. Ancak amaç enflasyonu düşürmek ise, burada bir duraklamak gerekir.
Akaryakıt fiyatlarını alalım. Akaryakıt, başta ulaştırma hemen tüm sektörlerde girdi oluşturur. Üretim sürecinde yoğun ileri ve geri bağlantıları vardır. Akaryakıt fiyatlarında artış maliyet artışı demektir ve, döviz kuru artışı gibi, bir sinyal etkisi vardır.
Akaryakıt fiyatlarında artışın enflasyona geçişkenlik etkisi de yüksektir. Yapılan çalışmalar, bu etkinin aylarca sürebileceğini gösteriyor. Bunların sonucunda, akaryakıt fiyatlarında artış enflasyon beklentilerini de yükseltiyor.
Maliyetlerde ve enflasyon beklentilerinde yükselme varsa, talepte bir ölçüde azalma olsa bile, enflasyonda yükselme bekleriz. Dolayısıyla akaryakıt fiyatlarındaki artış faiz artışının yerini alamaz
Bütçe açığı ve finansmanı neden önemli görülüyor?
Buna karşılık bütçe dengesi şu nedenlerle önemlidir.
1. Bütçe açığını hükümet yaratır. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde, bütçe açığı seçimlerde oy alma hesabı ile önemli düzeylere gelebilir. Hükümet, yarattığı bu dengesizliği giderme niyetini bütçe açıklarını azaltarak gösterebilir.
2. Cari açığın oluşmasında hükümetin genişlemeci para ve maliye politikalarının etkisi önemlidir. Bu yaklaşım, bütçe açığı ve cari açık ilişkisini “ikiz açık” kavramı ile ifade ediyor. Haliyle, bütçe açığını önemsemekle, cari açığı da dikkate almış oluyoruz.
3. Ancak, ikiz açık yaklaşımı, özel kesimin yatırım-tasarruf açığını ihmal ediyor. Halbuki cari açıkta özel kesimin bu açığı da önemlidir ve Türkiye’de son dönemde çok yükselmiştir. Faiz artışını ve kredi sınırlamasını öne çıkaran istikrar programlarında bu “üçüz açıklar” dikkate alınıyor.
Gelişmiş ülkelere yönelik iktisat kitaplarında bütçe açığının finansmanı için iki yol vardır.
1. Birincisinde, bütçe açığı vergi artışı ile kapatılır. Burada vergi artışının ağırlıkla KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerden mi, yoksa gelir ve servet vergileri gibi dolaysız vergilerden mi geldiği önemlidir.
Açıklar daha çok dolaysız vergilerle karşılanıyor ise, katkıyı daha çok yüksek gelirliler yapıyor demektir. Tersine, açıklar dolaylı vergilerle karşılanıyor ise, düşük gelirlilerin katkısı daha fazladır. Türkiye’de son dönemde dolaylı vergiler artıyor ve gelir dağılımına olumsuz etki yapıyor.
2. İkincisinde, bütçe açığı iç veya dış borçlanma ile kapatılır. Türkiye son dönemde dış borçlanmayı yaklaşık yüzde 10 gibi çok yüksek faizlerle yapabiliyor. Arjantin’i dikkate almazsak, bu oran dünyada ödenen en yüksek faizlerden biridir. Bu faizin yüksek olması, Türkiye’nin temerrüde düşme riskini yansıtan yüksek CDS oranıyla yakından ilgilidir.
Gelişmekte olan ülkeleri de dikkate alan iktisat kitaplarında bütçe açığının finansmanı için başka ek yollar da vardır.
3. Bu ülkeler için üçüncü bir yol, bütçe açığını para basarak kapatmaktır. Uygulamada bu, Hazinenin ihraç ettiği tahvil ve bonoları merkez bankasının alması ve bunları karşılık göstererek para basması anlamına geliyor. Türkiye’de bu yol 2001 sonunda kapanmıştı. Ancak TCMB’nin zaman zaman Hazine tahvilleri aldığını biliyoruz.
4. Kitaplarda yer almayan, ancak Türkiye gibi ülkede var olan dördüncü bir yol, yukarıda ele aldığımız fiyat yükseltme yoludur. Akaryakıt fiyatlarının ve diğer yönetilen fiyatların yükseltilmesi ile kaynak sağlanabilir ve açıklar düşürülebilir.
Bu elbette sağlıklı bir finansman yolu değildir, fiyat artışlarıyla talebi ve enflasyonu düşürmeye çalışmak anlamına gelir. Maliyetleri ve beklentileri arttırdığından oldukça riskli bir yoldur. Ayrıca dar ve orta gelirlilerin gelirini çok düşüren bir yoldur. Ancak Türkiye bu yola sıkıştırılmış görünüyor.
5. Kitaplarda yer almayan, ancak Türkiye gibi ülkede var olan beşinci bir yol geçmişte edinilen varlıkların satışıdır. Borçlanma çok maliyetli, vergiler ve fiyat artışları da yeterli olmayınca başka çare kalmıyor.
Bugünlerde dış basında da sıkça belirtiliyor: Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine T.C. hükümetinin yaptığı “iş seyahatleri” varlık satışı için de yapılıyor. Geçmiş kuşakların oluşturduğu varlıklar göz göre göre çaresiz kalan ekonomiye çare için satılmak isteniyor. Seçim uğruna neler satılıyor?
Kaynaklar:
Howson, Susan (1973) “‘A Dear Money Man’?: Keynes On Monetary Policy, 1920.” Economic Journal, June, ss. 456-64.
Keynes, John Maynard (1930) A Treatise on Money, Vol. I : The Pure Theory of Money. Vol. II: The Applied Theory of Money. Macmillan and Co.
https://ia801602.us.archive.org/12/items/in.ernet.dli.2015.28575/2015.28575.A-Treatise-On-Money.pdf
Keynes, John Maynard (1923) A Tract on Monetary Reform. Macmillan and Co.
https://delong.typepad.com/keynes-1923-a-tract-on-monetary-reform.pdf
Keynes, John Maynard (1919) The Economic Consequences of the Peace. Internet Archive. The economic consequences of the Peace : Keynes, John Maynard, 1883-1946 : Free Download, Borrow, and Streaming : Internet Archive
Ercan Uygur kimdir?
Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) ‘uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.
Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl ‘ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki ‘ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.
Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te ‘doçent' unvanını aldı.
1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da ‘profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.
Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)
Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.
2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"
|