AKP Kongre Merkezi’nde düzenlenen törenle Cumhurbaşkanı Erdoğan, partiye katılan yeni belediye başkanları ve milletvekillerine rozet taktı
Büyük bir sahne; tek sıra halinde dizilmiş onlarca insan... Yaşlısı var, genci var. Kimisi neşeli görünüyor, kimileri ise önüne bakıyor. Merak ediyorum; neden bazıları mahcup önüne bakıyor? Uzunca boylu bir kişi, sırtı izleyenlere dönük, biraz öne eğilerek insanlara bir şeyler söylüyor.
Biraz yakından bakınca, bu kişinin dizilmiş insanlara rozet takmaya çalışan Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğu anlaşılıyor. Diğer partilerden veya bağımsızlardan partisine transfer edilen iki milletvekili ve 13 belediye başkanına partisinin rozetini takıyor.
Daha doğrusu takmaya çalışıyor. Anlaşılan rozeti takmak kolay değil, Cumhurbaşkanı zorlanıyor. Aklıma bir sürü soru takılıyor. Ülkenin tüm vatandaşlarının Cumhurbaşkanı olarak neden “Sen artık bizdensin” anlamında şaibeyle transfer edilenlere rozet takıyor? Neden vatandaşları “biz” ve “onlar” diye ayırıyor?
İki gün sonra bu ayrımcılık Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kan akıtacak dereceye varıyor. Cumhurbaşkanının partisinden birisi, kürsüde “Vekilimize büyük haksızlık yapılıyor” duygularıyla konuşan konuşmacının üstüne yürüyüp yere seriyor. Meclis, konuşma değil kavga yeri oluyor.
Aynı günlerde Türkiye’nin 80’den fazla yerinde ormanlar yanıyor. Ormanlarımız yanarken, Cumhurbaşkanından ses çıkmıyor. Önce siyasi transfer hesaplarının, sonra mecliste “kaba kuvvet ile verilen ders”in içine çok dalmış olmalı. Çok meşgul yani.
Halbuki Cumhurbaşkanı, Devlet Başkanıdır. Öncelikle, devlete, kurumlarına, orman gibi varlıklarına zarar verebilecek tüm olaylarla yakından ilgilenmesi, çareler düşünmesi ve uygulatması gerekir. Ancak Cumhurbaşkanından bir tepki bile duymuyoruz.
Devleti kırılgan yapan unsurlar
Tepkide ve önlemlerde gecikmeyi 6 Şubat depremlerinde de görmüştük ve binlerce insanımızın yaşamı ile ödemiştik. Devlet ve kurumları nereye evriliyor? Devlet gerçekten böyle tepkisiz ve kırılgan hale mi geldi?
Bu yazıda bu sorulara yanıt vermeye çalışıyorum. Bu bağlamda, “Kırılgan Devletler Endeksi”ne (FSI: Fragile States Index) bakıyorum. Bu endeksi 2 yıl önce de değerlendirmiş ve Türkiye’de devletin kırılganlığının giderek arttığını söylemiştim.
FSI endeksi, 12 kırılganlık maddesine 0 ile 10 arasında verilen notların toplamı ile oluşturuluyor. Kırılganlığa çok etki yapan madde 10’a kadar yükselen değerler alabilir. Az katkı yapan madde ise 0’a kadar azalan değerler alabilir. Böylece FSI endeksi en kırılgan devlet için 120, hiç kırılgan olmayan devlet için 0 değerini alabilir.
Bir ABD sivil kuruluşu olan Barış İçin Fon (FFP, Fund for Peace) tarafından hazırlanan ve notlanan kırılganlık maddeleri kısaca şöyledir;
1) Devlet güvenlik sağlamada zayıf, resmi devlet güçleri yetersiz; organize suç örgütleri, paralel silahlı güçler, özel korumalar varsa
2) Yönetici gruplar kamplara ayrılmış, birbirlerine ayrımcılık, partizanlık, ötekileştirme yapıyorsa
3) Muhalif gruplara karşı haksızlık, kindarlık var; siyasi lider tüm toplumu temsil etmiyor; uzlaşma yok, gerginlik varsa
4) Büyüme, istihdam, cari açık (enflasyon yok) bakımından ekonomik gerileme varsa
5) Ekonomik bölgesel eşitsizlik belirgin ise (kişisel gelir dağılımı yok)
6) Dış göç ve dış beyin göçü yoğunsa (devlete ve ekonomiye güvensizlik ve küskünlük var, devletin kapasitesi kısıtlanıyor)
7) Devletin meşruluğu azalıyorsa (yolsuzluk yaygın, devlet kurumlarına güven az, seçimlerde halkın önemli bölümü temsil edilmiyor)
8) Eğitim, sağlık, elektrik, su, internet, çevre temizliği... hizmetleri aksıyorsa, düşük nitelikli ise
9) İnsan hakları ihlali ve adaletsizlik varsa (adalete güven azalmış, bağımsız medya ve demokratik haklar kısıtlanıyor)
10) Nüfus artışının getirdiği baskılar ve yetersizlikler varsa
11) Sığınmacılar ve mülteciler yoğunsa (bunlar devletin etkin işleyişini ve vatandaşlarına kaynak ayırmasını sınırlıyor ve sosyal sorunlar yaratıyor)
12) Dış baskılar çoksa; başka devletlerin ve uluslararası kuruluşların baskıları varsa
Bunlarla devlet kırılganlığı artıyor demektir.
Türkiye’de devletin kırılganlığı artıyor
Önce Türkiye’de devlet için verilen kırılganlık notunun belirlediği devletler sıralamasındaki yerine bakalım. Kırılganlık notları, toplam 180 veya bazı yıllarda 179 devlete veriliyor. Bu devletler içinde Türkiye’nin sıralamadaki yeri Şekil 1’de görülüyor.
Türkiye’nin sıralamadaki yeri 2007’de 91’dir. 90 devletin kırılganlığı Türkiye’ninkinden daha yüksek. Dikkat edelim, daha yüksek not alan ve haliyle daha kırılgan devletler sıralama listesinde daha yukarıdalar. Türkiye 2007-2014 döneminde 180 devlet içinde sıralamada 85 ile 95 arasında, tam ortada yer alıyor. 2015’ten sonra ise en kırılgan 60 devlet arasında yer almaya başlıyor.
Türkiye, 2023 listesinde en kırılgan 52'inci, 2024 listesinde en kırılgan 41'inci devlet konumundadır. Üstelik, kırılganlık sıralamasında en hızlı tırmanan devlettir. Bu saptama birçok değerlendirmede yer alıyor. Parlamentoda yaşanan son kavga kırılganlığı daha da yükseltecektir.
2023 listesinde ilk 5 sırayı paylaşan en kırılgan devletler Somali, Yemen, Güney Sudan, Kongo D. C. ve Suriye’dir. 2024 listesinde de, bir değişiklik dışında, aynı ülkeler yer alıyor; bu listede Yemen’in yerini Sudan alıyor.
2023 yılında en az kırılgan devletler Norveç, İzlanda, Finlandiya, Yeni Zelanda ve İsviçre’dir. 2024 yılı listesinde bir değişiklik olmuş, İsviçre’nin yerine Danimarka girmiştir.
İlginç bir noktayı da vurgulamam gerekir; bu en az kırılgan ülkelerin tümünde koalisyon hükümetleri var. Koalisyonlar kırılganlığa ve yönetim etkinliğine olumsuz bir etki yapmıyor. Çünkü demokrasinin kuralları ve kurumları aksamadan işliyor, kararlar parlamentoda tartışılarak alınıyor. Böyle olunca koalisyonlar daha kapsayıcı olarak bile düşünülebilir.
2024 yılı listesinde Türkiye’nin hemen altındaki daha az kırılgan devletler içinde Ekvator Ginesi, İran, Mısır, Rwanda gibi ülkeler var. Türkiye’de devletin böyle çok kırılgan ülkeler arasında olması iktidar için ve biz vatandaşlar için hiç de gurur duyulacak bir durum değil.
Türkiye’de devletin kırılganlığı neden yüksek ve yükseliyor?
Bu soruya yanıt vermek için Türkiye’nin kırılganlık notunu en çok arttıran altı maddeye bakıyorum. Belirteyim, bunlar aynı zamanda 2007’den bu yana değeri en çok yükselen maddelerdir. Bu maddeler ve karşılık gelen kırılganlık notları Tablo 1’de yer alıyor.
1).Türkiye’de kırılganlık notu en yüksek madde kısaca “Siyasi Gerginlik” dediğimiz Madde 3. Bu maddede muhalif gruplara karşı kindarlık, haksızlık, uzlaşmazlık var ve siyasi liderlik tüm toplumu temsil etmiyor. 2007’de daha düşük iken, bu maddede not son yıllarda 9’un altına düşmüyor.
2). İkinci sırada farklı siyasi grupların ve liderlerin birbirlerine ayrımcılık ve ötekileştirme yapmaları
bulunuyor. Buna Madde 2’de kısaca “Siyasi Ayrımcılık” dedik. Bu tavrı iktidar son 15 yıldır giderek daha çok gösteriyor ve Cumhurbaşkanlığı siseminin gelmesiyle daha yerleşmiş durumda.
3). Türkiye’de devletin kırılganlığını daha çok arttıran ve en hızlı yükselen 11. Maddedir. Buna kısaca “Sığınmacı” dedik, ama içinde sığınmacılar da mülteciler de var. Sığınmacı yoğunluğu etkin devlet işleyişini ve devletin vatandaşlarına kaynak ayırmasını sınırlıyor. Bunlar da sosyal sorunlar yaratıyor. Ayrıca, bunların sınırlardan kaçak girişleri zaten devletin güvenilirliğini çok zedeliyor.
4). Madde 9’da adaletsizlikler, insan hakları ihlalleri, adalete güvenin azalması, bağımsız medya ve demokratik hakların kısıtlanması var. Bu madde Türkiye’de devlet kırılganlığını arttıran önemli maddelerden birisidir.
5). Ekonomik sorunlar, daha çok da sınırlı büyüme, sınırlı istihdam artışı ve yüksek cari açık Madde 4’te yer alıyor. Bu madde de Türkiye’de devletin kırlganlığını en hızlı arttıran maddelerden birisidir. Üstelik bu maddede enflasyon yoktur; olsa sanırım Türkiye kırılganlıkta basmakalar atlar. Ancak, enflasyon bir noktada büyüme ve istihdamı sınırlayacaktır.
6). Türkiye’de iktidarın ve dolayısıyla devletin meşruluğu da giderek tartışma konusu oluyor ve Madde 7 kırılganlık yükselten maddelerden birisidir. Bu maddede özellikle yaygın yolsuzluk, TÜİK gibi devlet kurumlarına güvensizlik ve iktidarın daha yeni seçimlerde oy oranının düşmesi önemli etkendir.
Şöyle bitirelim; iktidar ve destek veren diğer siyasi partiler yaptıkları eylemlerle ve icraatlarla devletin kırılganlığını sürekli yükseltiyorlar. Farkındalar mı bilmiyorum. Bunun elbette ekonomik, sosyal ve siyasi etkileri de olacaktır.
Ercan Uygur kimdir?
Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) 'uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.
Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl 'ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki 'ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.
Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te 'doçent' unvanını aldı.
1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da 'profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.
Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)
Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.
2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"
|