31 Mayıs 2024

Bir yanım döviz, diğer yanım yoksulluk

Çevremizde hep yoksulluğun nasıl arttığı anlatılıyor. Özellikle sabit ve düşük gelirliler acılarla, utançlarla açlık da çekiyorlar. Anlatılanlar bir yana, yoksulluğu nasıl ölçüyor, nasıl anlıyoruz? Bu soruya değişik bakış açılarıyla en ayrıntılı yanıt verenlerden birisi Hintli iktisatçı Amartya Sen’dir

Döviz girişi/çıkışı ve döviz kuru Türkiye’de ekonomi gündeminin hep önemli, hatta en önemli konusunu oluşturur. Ekonomi politikaları da bu konuya katkı yapar. Örneğin, döviz kuru politikası çoğunlukla söylemde farklı, uygulamada farklıdır.

Bu nedenle bu konuda sürekli farklı yorumlar duyarız. Şimdilerde “bir zaman içinde” Dolar kurunun 80-100 TL olacağını söyleyenler de var, 20 TL olacak diyenler de oluyor. Bu kadar da fark olur mu? Beklentiler farklılaşınca oluyor işte.

Farklı beklentileri besleyen birçok unsur var, ama önemli bir unsur yüksek enflasyon ve cari açığın birlikte var olması. Bu ikisinde belirsizlik olunca çok farklı beklentiler de ortaya çıkıyor. Her ikisinin de döviz kuruyla yakın ilişkisi var ama ters yönde etkileniyorlar. Belirsizlikler ve zorluklar katlanıyor.

Enflasyonu dizginlemek için döviz kurunu çıpa yapıp TL’yi değerlendirince, ve bunun süreceğini de söyleyince, dış ticaret ve cari açıklar oluşuyor. Bu açıkları gözleyenler kur politikasının sürdürülemez olduğunu düşünüyor.

Döviz deyince önce Dolar aklımıza gelir. Halbuki Rusya ve Çin gibi ülkeler başta olmak üzere BRICS+ ülkeleri Doları ve hatta Euro’yu gündemlerinden çıkarmaya çalışıyorlar. AB ve ABD’yi dışarıda bırakan ödeme sistemleri geliştirme çabasındalar.

(BRICS+, başlangıçta Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika’dan oluşan beş BRICS üyesine, 1 Ocak 2024’te Birleşik Arap Emirlikleri, Etiyopya, İran, Mısır ve Suudi Arabistan’ın eklenmesiyle oluşmuştur.)

Bu ülkeler kendi paralarıyla, ticaret ve sermaye işlemi yapmak istiyorlar, ki döviz kuru belirsizliği aradan çıksın. Şimdilik isteyen Çin parası “Renminbi”yi kullanabiliyor. (Belirtelim, Yuan bu paranın ölçü birimidir.) Ama bunun için farklı ödeme kurumları da gerekiyor. Bu kurumları geliştirmeye çalışıyorlar.

Aslında buna mecbur da oldular. Çünkü ABD ve AB, para birimleriyle ve hakim oldukları finansal yapıyla, Çin ve Rusya’yı bu alanlarda sıkıştırmaya çalışıyorlar. Ama artık ekonomi ve teknoloji alanında tek kutuplu bir dünya yok.

Türkiye TL ile, bir ölçüde de olsa, bu farklı ticaret ve ödeme sistemleri içinde yer almak istedi. Ancak yüksek enflasyon ve TL’nin istikrarsızlığı nedeniyle bu istek bir yere varamadı. Başta Rusya, bu ülkeler TL’yi kullanmaktan geri durmaya başladılar.

Yoksulluk ve Amartya Sen

Geldik yine yüksek enflasyona ve kötü ekonomi yönetimine. Bir yandan döviz ile ilgili konular gündemi oluşturuyor, diğer yandan yaşamın kendisine bakınca yaratılan yoksullukla karşılaşıyoruz. Çevremizde hep yoksulluğun nasıl arttığı anlatılıyor.

Özellikle sabit ve düşük gelirliler acılarla, utançlarla açlık da çekiyorlar. Anlatılanlar bir yana, yoksulluğu nasıl ölçüyor, nasıl anlıyoruz? Bu soruya değişik bakış açılarıyla en ayrıntılı yanıt verenlerden birisi Hintli iktisatçı Amartya Sen’dir.

Sen’in sorulara nasıl yanıt verdiğine bakmadan önce, kendisiyle bir öğrenci olarak nasıl karşılaştığımı ve kendisine öğrenciler olarak neler sorduğumuzu kısaca anlatayım.

İngiltere’de oldukça etkili bir üniversite öğretim üyeleri birliği vardı. (Association of University Teachers). Şimdi durum nedir bilmiyorum. Bu birlik, birçok konuda olduğu gibi, iktisat konusunda da yıllık konferanslar düzenlerdi. Dönemin bilinen iktisatçıları uzmanlık alanlarında konuşur, anlatırlardı.

1972 yılı sonbaharındaki iktisat konferansında dönemin parlayan isimlerinden ve daha sonra 1998’de Nobel İktisat Ödülü alacak olan Amartya Sen de vardı. Kendisi 1933’te şimdi Bangladeş (daha önce Doğu Pakistan) sınırları içinde olan Doğu Bengal’de doğmuştu.

Çok kanlı olaylar ve savaşlardan sonra Hindistan ile Pakistan’ın ayrıldığını görmüş, yaşamıştı. Hindu olan ailesi Hindistan’a Kalküta’ya taşınmış, üniversiteyi de burada bitirmişti. İngiltere’de Cambridge Üniversitesinden bir kez daha lisans derecesi, sonra aynı üniversiteden yüksek lisans ve doktora dereceleri almıştı.

Sen’i ve diğer konuşmacıları konferans salonunda bekliyoruz. Birden bir sessizlik oluyor. Salondaki tüm kişiler geri dönüp hipnotize olmuş gibi giriş kapısına doğru bakıyorlar. Amartya Sen olduğu hemen anlaşılan esmer ve uzunca boylu bir erkek salonun merdivenlerinden aşağıya doğru iniyor.

Ama kendisiyle ilgilenen yok. Sen’in biraz önünden uzun siyah elbiseli bir genç kadın yavaş adımlarla iniyor. Boynunda bir kırmızı fular var. Takısı yok, makyajı da yok sayılır. Saçları ve gözleri simsiyah. Tüm gözler onda.

Hemen fısıldaşmalar başlıyor. Kimine göre Sen’in doktora öğrencisi imiş, kimine göre sevgilisi, kimine göre yeni eşi. Sen 1971’de Hintli olan ilk eşinden ayrılmış. Peki kimdir bu siyahlar içindeki genç kadın?

Sonra anlıyoruz; bu siyahlar içindeki kadın İtalyan Eva Colorni’dir. Babası İtalya’nın ünlü felesefeci ve sosyalist düşünürü Eugenio Colorni’dir. Baba Colorni ikinci dünya savaşı sonlarında faşist çeteler tarafından öldürülür. Sen (1998). Annesi Alman Ursula Hirschmann, dayısı ünlü kalkınma iktisatçısı Albert Hirschmann’dır.

Sen ve yine bir akademisyen olan Eva Colorni 1978’de evlenirler. Ancak Colorni 1985’te mide kanseri olup kısa sürede yaşamını yitirir.

Sen’in anlattığına göre, Colorni’nin Sen üzerinde kısa sürede çok önemli etkisi olmuş, kendisini özellikle gerçek dünyadaki yoksulluk ve açlık konularına yönlendirmiştir. Akabinde Sen’in bu konularda ve kalkınma iktisadı konusunda birçok yayını olmuştur.

Sen’e, öğrenciler olarak, yoksulluk ve açlılk konularına nasıl ve neden yöneldiğini sorduk. İki örnek olay anlattı.

Birisi 1942--1943’te yaşanan Büyük Bengal Açlığı veya Kıtlığı idi. Bu kıtlıkta yaklaşık 3 milyon insan ölmüştü ve açlıktan ölen birçok insan görmüştü. “Bu insanların ölmesi gerekmiyordu. İyi yönetilseler ölmezlerdi.”

İkinci örnek olay, evlerine yakın bir inşatta çalışmak zorunda olan Müslüman bir işçinin öldürülmesi idi. Bu işçi, tüm “yapma” uyarılarına karşılık, bir Hindu inşaatında çalışmış, fakat bir grup Hindu başıbozuk tarafından sırtından bıçaklanmıştı.

Bu yaralı işçi Sen’lerin evine sığınmış, babası işçiyi hastaneye götürmüş, ancak işçi kurtarılamamış ve ölmüştü. Eve sığındığında babası neden tehlikeli bir işte ve bölgede çalıştığını sormuştu. Bütün aile de oradaydı. “Yoksa eşim ve çocuklarım açlıktan ölürdü“ yanıtını almıştı.

Sen daha çocukken yaşadığı bu olayları unutamamış ve sonunda öncelikle ateist, sonra da solda olmayı seçmişti.

Sen’e göre yoksulluk yalnız düşük gelirle ölçülmez. Düşük gelir gerekli bir koşuldur. Ancak yetenekleri ve olanakları kullanamayan kişiler yoksulluk tanımı içine girerler. Bu bağlamda; yeterli ve çağdaş eğitim alamayan, yeterli sağlık hizmetine ulaşamayanlar, nedeni ne olursa olsun, yoksul sayılırlar.

Sen’in bu tanımından Dünya Bankasının yayınladığı “İnsani Gelişme Endeksi” çalışması yapılmışır ve yayınlanmaktadır.

Türkiye’de insanlar son dönemde çağdaş eğitime ve yeterli sağlık hizmetine ulaşamıyor. Bunları bırakalım, evlenip çocuk sahibi olamıyorlar. Bu nedenle nüfusun doğurganlık oranı da düşüyor.

Sen’in söylediği gibi; “Bir yanda dövizle ölçülen zenginlik, bir yanda utançtan söylenemeyen yoksulluk ve açlık var.”


Kaynaklar
Sen, Amartya (1998) Bibliographical
https://www.nobelprize.org/prizes/economic-sciences/1998/sen/biographical/

Ercan Uygur kimdir?

Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) 'uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.

Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl 'ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki 'ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.

Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te 'doçent' unvanını aldı.

1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da 'profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.

Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)

Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.

2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

TL’ye talep kalıcı olarak arttı mı?

"Bu talep kalıcı mıdır?" sorunun yanıtı, döviz kuru ve enflasyon beklentisine, faizin kur artışından yüksek kalmasına ve cari açığın bitmesine bağlı

Talepte varlıklı ve yoksul farkı

Yüksek gelirlilerin eğitim harcamalarındaki payı hızla artarken, düşük gelirlilerin bu konudaki harcama payları hızla düşmekte ve neredeyse sıfıra gitmektedir. Bu gelişme, sonrası için endişe vericidir

'Talep' hesabında köpük var: TÜFE'deki yanlışlar, açlık ve yoksulluk çeken dar gelirlilerin talebini yüksek gösteriyor!

Türkiye’de dar gelirlinin talebi yüksek midir? Yoksulluğunu ve açlığını söylemeye bile çekinirken!