20 Aralık 2024

Sayın Serdar Adalı ve Sayın Hüseyin Yücel… Çarşı’nın dediği gibi: Tarih her şeyin şahididir, yapmayın!

Zamanın ruhu bizi ne kadar değiştirmiş olursa olsun Beşiktaş taraftarı hâlâ Karadeniz’e kanser araştırma hastanesi talep eden taraftardır. İşte o yüzden memleketin herhangi bir karışında biten çiçeği kopararak gelecek şampiyonluklar yerine, kesile kesile avuç içi kadar kalan Çamlık’ta bir öğle sonrası kümede kalma hayalleri kurmayı yeğler bu taraftar

“Uluslararası Astronomi Birliği, Pluton için ‘o artık gezegen değil’ dediğinde, kandırılmışlık duygusuna kapılmanın ne olduğunu iyi bildiğimiz için ‘bi dakkaaa!’ dedik… ‘hepimiz Pluton’uz!’

Hasankeyf, yunuslar, sokak hayvanları…

Bilemedik, bilemedik, bilemedik.

Daha çok sevmemekmiş asıl suçumuz, bilemedik.

Karadeniz için haykırdık; kimsenin diline, genzine o çaylar dökülmesin diye. Karadeniz’e kanser araştırma hastaneleri yapılsın diye inim inim inledik.

Van’a 8 değil, 18 konteynır alamamaktır vicdani suçumuz.

17 Ağustos’taki acıyı biz neden daha çok hafifletemedik ki?

Henüz biber gazı da icat olmadıydı üstelik.

Biz buna yangınız.

İçimizde yangın çıkardık, suçluyuz…

Kaz Dağları ile akrabalığımız, Ferhat’a olan hayranlığımızdan olmadı.

Peki ya Şirin bilseydi Munzur Çayı’nın gizemini, Ferhat’ın hali nice olurdu?

Biz de geç kalmışız be Schindler, evet. İnsanlık için, halkımız için daha çok güzellikler yapabilirdik.

Düğün nedir bilemedik; ama cenazelerimizi hep kendimiz kaldırdık.

Evvellerimiz ve geleneğimiz olduğu için, dayatılana karşı çıkıp başka bir dünyayı mümkün görebiliyoruz. O yüzdendir ki, ‘her şeyin, herkesin bir fiyatı vardır’ diyen meymenetsiz patronun suratına parayı çarpan güzel abimizi sinema salonunda alkışladığımız anın heyecanını hep içimizde yaşıyoruz.

Tarih, bugüne kadar söylediğimiz her sözün ve yaptığımız her şeyin şahididir. Bizim hakikatimiz, isnat edilenlerle değişmez.

‘Ağaçları sulamanın bir adalet, dikene su vermenin ise bir zulüm olduğunu’ çok ama çok, çok iyi biliyoruz.

Bizim aradığımız şey bambaşka…

Şairin dediği gibi, ‘ne ağaca benzer ne de buluta’

Hukuk ve ahlak kurallarının kesiştiği yerde vicdan arıyoruz biz, vicdan!”

İmza: Beşiktaş Çarşı

Gezi’den yargılanırken böyle demişti Çarşı.

Az Önce Konuştum programında Candaş Tolga Işık’ın moderatörlüğünde Beşiktaş’ın iki başkan adayı Serdar Adalı ve Hüseyin Yücel tartışırken geçti bu açıklama aklımdan…

Serdar Adalı ve Hüseyin Yücel Az Önce Konuştum programında (soldan sağa)

Ülkemiz futbolunu içine düştüğü bu halde daha fazla takip etmeye yüreği elvermeyen doğma büyüme bir Beşiktaşlı olarak yazıyorum bu satırları.

Derdim futbol değil. Derdim şampiyonluklar, kupalar değil.

Derdim bir ruhu zamana karşı korumak… Koruyabilmek. Bunun için bir çift kelam etmemiş olmamak.

Derdim “Ağacı sulamak adalet, dikene su vermek zulümdür” diyen bir vicdanın varlığından Beşiktaş başkan adaylarını -eğer farkında değillerse- haberdar etmek.

Nasıl bir taraftar grubunun gönül verdiği kulübe başkan olacaklarını onlara naçizane bir kez daha hatırlatmak…

O yüzden çok uzatmak istemiyorum yazıyı. Kısaca meramımı dillendirip çekileyim istiyorum:

Dün akşam programda Serdar Adalı, Hüseyin Yücel’in Akatlar Projesi’ni eleştirirken Akatlar’daki arazinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olduğunu belirterek “Hiçbir şekilde o bölgede spora ayrılan bir alanın konut alanına çevrilmesinin imkânı yok” diyor.

Hüseyin Yücel şöyle karşılık veriyor: “Niye? Ayet mi bu?”

Serdar Adalı’nın yanıtı: “Ayet değil ama kanun” şeklinde oluyor.

Yücel “Öyle bir kanun mu var? Olur mu öyle kanun” şeklinde çıkışıyor: “Ben kendi okullarımdan biliyorum…”

Adalı cevap veriyor, bu kez sporun yanına konuta çevrilecek alanın “yeşil” olduğu bilgisi de ekleniyor: “Spor alanını, yeşil alanı konuta çevirebilir misiniz ya?”

“Tabii ki” diyor Hüseyin Yücel. Ve en çarpıcı cümleyi “yanlışlıkla” ağzından kaçırıyor: “Cumhurbaşkanlığı kararıyla bile rezerv alan ilan ediyorlar. Rezerv alan ilan edildikten sonra…”

Serdar Adalı anında “uyanıyor” duruma. Elini ağzına götürüyor, “Sus” işareti yapıyor Hüseyin Yücel’e.

Yücel anlıyor ki, ağzından “yanlış” bir şeyler çıktı, hemen kesiyor cümlesini, konudan uzaklaşma arzusuyla “Bir sürü, bir sürü işler…” diyerek bitiriveriyor lafını.

Sayın Adalı… Sayın Yücel…

Size bir Beşiktaşlı olarak naçizane mesajım şudur:

Biliyorum, 2013’ten bu yana dünya çok değişti.
Türkiye çok değişti.
Biz çok değiştik.

Ahlak kavramı değişti.
Namus kavramı değişti.
Vicdan değişti.

Türkiye’de futbol değişti.
Transfer politikaları değişti.
Taraftarlar değişti.
Çarşı değişti.
Herkes, her şey değişti.

Rakipler bir yerlere stat yaptı, bir yerlerde konut projesi başlattı.

Beşiktaş’tan bir adım öne geçtiler, şampiyon oldular, dünya yıldızlarını getirdiler.

Taraftar üzülüyor, kahroluyor, öfkeleniyor.

Bunların hepsini görüyoruz, okuyoruz, izliyoruz.

Umarız kongre sonucunda biriniz seçilecek, bu sorunlara çareler geliştirecek, taraftarı mutlu edeceksiniz.

Lakin şunu bilin isterim:

Zamanın ruhu bizi ne kadar değiştirmiş olursa olsun Beşiktaş taraftarı hâlâ Karadeniz’e kanser araştırma hastanesi talep eden taraftardır.

Kaz Dağları’yla akraba…

Munzur Çayı’na vurgun…

Plüton’a, sokak hayvanlarına, Hasankeyf’e, yunuslara ve kâinatın herhangi bir yerinde herhangi bir canlıya, maddeye, anıya ve tarihe karşı yapılan haksızlıklara tepkili…

17 Ağustos’ta, Van’da, Hatay’da daha fazlası elinden gelemediği için mahcup bir taraftar grubudur Beşiktaş.

Biz böyle biliyoruz Beşiktaşlılığı.

İşte o yüzden memleketin herhangi bir karışında biten çiçeği kopararak gelecek şampiyonluklar yerine, kesile kesile avuç içi kadar kalan Çamlık’ta bir öğle sonrası kümede kalma hayalleri kurmayı yeğler bu taraftar.

Dolayısıyla Akatlar’da, bilmem nerede, birbirinize kaş göz işareti, sus pus yaparak “gerekli yerlerden” el altından geçireceğiniz projelerden sağlanacak kaynaklarla gelecek şampiyonluk varsın eksik kalsın.

Siz söylememiş olun, biz duymamış olalım.

“Hukuk ve ahlak kurallarının kesiştiği yerde vicdan arayan” bir taraftar grubuna gelin, bunu yapmayın.

Yapmayın, çünkü yine Çarşı’nın diliyle söylersek, “tarih her şeyin şahididir” ve -kimse istemez böyle bir şeyi ama- tarihle yargılanırsınız.

Uzatmayayım, maksat hasıl oldu, siz anladınız.

Kongrede her ikinize de başarılar.

Eray Özer kimdir?

Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi.

Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti.

Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı.

Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kuantum çipler, patlayan scooter’lar, “ananı babanı öldür” diyen yapay zekâlar…

Sürekli “Acaba şifrem çalınır, hesaplarım hack’lenir mi,” “Acaba evladım sosyal medyada, yapay zekâdan olumsuz etkilenir mi,” “Acaba güvende miyim, hayatım tehlikede mi” gibi korkularla yaşamak zorunda olduğumuz bir hayat bizi nasıl yormasın! Yoruyor elbet… Lakin bu bir gerçeklik

Barış iki tarafı da mutsuz ederse gerçek barıştır: İrlanda örneği

Barış masası her canın yandığında kolayından terk edilmez. Aksi takdirde savaş çok geçmeden hortlar, üstelik bu kez çok daha şiddetli ve yıkıcı olur.

Güney Kore’den bir darbe hikâyesi: Öldürdü, iktidarı aldı ama sonu hiç iyi olmadı

Darbecilerin, diktatörlerin hikâyeleri dünyanın hiçbir yerinde iyi bitmiyor. Dün sıkıyönetim ilanıyla bir tür darbeye girişen Güney Kore devlet başkanı da aynı şekilde şimdi köşeye sıkışmış durumda, istifası isteniyor

"
"