“Metris Cezaevi'nde, 'mağduriyeti' akıllarından bile geçirmeden yıllarca direnerek işkencecilerine 'pes ettiren' kadın – erkek yüzlerce devrimciden de söz edilsin...”
12 Eylül kitabının eksik kalmış sayfalarından biridir “direnenler…”
Haklarında az yazılmış, az çizilmiştir.
Tek tip elbiseye ve devrimci direnişi kırmak için askeri yönetimin “icat ettiği” onlarca onur kırıcı uygulamaya inatla direnenler bu konuda konuşmayı pek sevmezler.
Türlü işkencenin karşısında dağ gibi duran bu koca yürekli adamlar/kadınlar, birkaç yüz kişilik bu “dev ordu” iki sebepten ötürü susar aslında:
Bir. Olağanüstü koşullar ve şiddet dalgası karşısında kendileri kadar güçlü duramayıp, insanüstü bu koşullara dayanamayıp çözülen devrimci arkadaşlarını üzmek istemezler.
İki. 12 Eylül’ün “mağduru” saymazlar kendilerini. “Muhatabı” bilirler.
“Savaştık, yenildik. Değil mi ki ezilmedik, biz aslında hiç yenilmedik.”
Bir tekerlemeleri olsa herhalde böyle bir şey olurdu.
Yenilgilerinden bile rahatsız olduklarından 12 Eylül’ü dillerine pelesenk etmezler.
Lakin girişteki alıntı da direnenlerden birinin kaleminden çıkma: Metris direnişinin sembol ismi, dün ebediyete uğurladığımız Sadık Varer’in…
Sadık Varer
Ama öyle büyük puntolarla fiyakalı duvarlara asmamış bu dileğini Sadık Abi.
Naif bir internet bloğunun 8 Eylül 2010 tarihli kuytu bir köşesine iliştirivermiş her zamanki tevazusuyla.
İstemiş ki 12 Eylül’ün işkencecileri, faşistleri, Esat Oktay Yıldıran’ları, Raci Tetik’leri kadar direnişçileri de konuşulsun.
İstemiş ki, uğruna bir ömür adadığı devrimciliğinin yankısı mağduriyet duvarlarına çarparak yeni kuşaklara bir umutsuzluk dalgası olarak dönmesin.
İstemiş ki, insanın insana tahakkümünü reddedenlerin ciğerlerini çaresizlikle kararmış pis bir duman kaplamasın.
Umudu dürtelim, umutsuzluğu yatıştıralım istemiş. Gençlere direnişle de örnek olmak istemiş.
Dün kaybettik Sadık Abiyi.
Kardeşi ve yoldaşı Cumali abi söyledi; dört günde ağırlaşmış, hızla göçmüş bu dünyadan.
“Her şeyi gibi gidişi de radikal oldu” dedi Cumali abi.
Ressamdı Sadık Abi. Diğer ressamlar gibi ressam değildi ama.
Beyoğlu’da, Nişataşı’da değil Kartal’da icra ediyordu sanatını. Parası olmayan çocukları Güzel Sanatlar sınavlarına hazırlıyordu.
Sokağın, mahallenin, işçi sınıfının ressamıydı.
Enternasyonalizmden de ödün vermezdi ama… Paris, Dortmund, Wuppertal, Duisburg, Nice, Cannes ve Marsilya… Buralarda 18 kişisel sergi açtı. 100 kadar karma sergiye katıldı.
Lazlığıyla gurur duyar, Laz kültürünü anlatmayı pek severdi.
Hayatı boyunca parayla pulla işi olmadı. 11 yılını hapiste geçirdi. Devindi, değişti ama devrimciliğinden milim ödün vermedi.
Neyi doğru biliyorsa yazdı, çizdi, söyledi. Kimseye eyvallah demedi.
Direnenlerdendi Sadık Abi.
Ölümüne kadar hep direndi.
NOT: 29 Kasım Cuma günü Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde bir buluşma gerçekleştirilecektir. Uğurlama töreni 19.00’da başlayacak olup 17.00’den itibaren taziyeler kültür merkezinin cafe bölümünde kabul edilecektir.
Cenazesi 1 Aralık Pazar günü ona yakışan bir törenle Ardeşen’de, yağmurlar ülkesinde defnedilecektir.
Eray Özer kimdir?
Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi.
Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti.
Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı.
Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz.
|