22 Ağustos 2021
Yıllar önce, Amerikan-Türk İş Konseyi'nin Washington DC'deki yıllık toplantıları sırasında, o yıllarda (2003-2006) NATO'nun Kıdemli Sivil Temsilcisi olarak görev yapan değerli siyaset adamı Hikmet Çetin'i heyecanla izliyorum. Yaklaşık yarım saati aşan konuşması sırasında toplantıları izleyen Amerikalı siyasetçi ve askerlere Afganistan'da yapılması gerekenler konusunda adeta bir ders verdiğini hatırlıyorum. Her bir sözü etkili bir vecize olarak kulaklarda çınlayan Sayın Çetin konuşmasını yine çok önemli bir ifade kullanarak bitirmişti; "Beyler Afganistan'a gidin. Eğer siz Afganistan'a gitmezseniz, Afganistan size gelir."
Mesaj son derece açıktı. "Afganistan'daki sorun sadece askeri çözümlerle giderilemez. ABD ve NATO üyesi gelişmiş ülke yatırımcıları, eğitimcileri ve ekonomistlerine Afganistan'ın şiddetle ihtiyacı var. Bunu gözardı etmeyiniz. Aksi taktirde sorunlar üstünüze gelir, gelmezseniz sorunlar daha da büyür ve ülkelerinize gelir."
Konuşmacının kullandığı üslubunu böyle keskin bir uyarı ile tamamlaması dinleyicilerin büyük ilgisini çekmiş, Sayın Çetin kürsüden yükselen alkışlarla ayrılmıştı.
O yıllarda Afganistan'da 11 Eylül 2001 sonrası başlayan ABD operasyonları kesin bir sonuç alınamamakla birlikte değişik boyutlarda sürdürülmektedir. Amerikalıların en büyük eksiği, her zamanki aldırmaz tavırlarıyla tekerrür eden tarihi, yüzelli yıl öncesinde Rus-İngiliz mücadelesi ile başlayan "The Great Game-Büyük Oyun" sürecini ve hatta sonrasında Wilhelm Almanyası ile Enver Paşa damgalı Afganistan projelerini hiçbir şekilde dikkate almamaları olduğunu düşünüyorum. Dahası Amerika'nın ve batının 1979 yılında Sovyetler'in bu ülkeyi işgalini sadece ideolojik gerekçeye dayandırıp, karşı çıkmaları, müttefik olarak radikal dinci grupları hiçbir şüphe duymadan desteklemeleri, Sovyet askerleri çekilirken radikal unsurlara silah yardımını kesmemeleri bugünlerde izlediğimiz kötü sonun, yayılan radikal oluşumlara teslim oluşun en büyük nedenleri idi.
Hindistan'da göz kamaştıran sömürge yönetimini korumak uğruna, kuzey komşuları Afganistan, İran ve Rusya ilişkileri konusunda oldukça hassas davranan İngiltere'yi 19'uncu yüzyıl başlarında Rusya oldukça ciddi bir şekilde taciz etmeye başlar. Çar I. Pavel'in (Paul) günü gününe, dakikası dakikasına planladığı Hindistan'ı ortak işgal projesinin Napolyon tarafından komik bulunarak, ciddiye alınmaması üzerine, Pavel'in kendi başına kalkıştığı Hindistan seferi İngilizleri şaşkına çevirecektir. Daha sonra tahta çıkan I. Alexander'ın Napolyon'la 1807 yılında imzaladığı Tilsit Anlaşması, bölgede daha da büyük tedirginlik yaratır. Hindistan'ın kuzeyinde, her türlü tehlikeye açık Afganistan'ın kontrolü için Büyük Oyun'un her iki ülkesi Afgan Emiri Dost Muhammed Han'a yanaşırlar. Rusların Emir'le görüşmelerini kesmesi üzerine telaşa kapılan İngilizler 1838 yılının karlı bir kış günü 21 bin kişilik İngiliz Doğu Hindistan ordusunu Pencap'tan kuzeybatıya doğru kaydırmaya başlarlar. Üç ay içinde Afganistan'a ulaşan birlikler daha sonra Dost Muhammed ordusunu bozguna uğratarak, kendilerine bağlı Şah Şuja'yı kukla kral olarak tahta oturturlar.
Bu küçük zaferden çok umutlanan İngilizler 6 bin askeri Afganistan'da bırakarak geri çekileceklerdir. Bu olay, 11 Eylül 2001 sonrasında ABD'nin Afganistan'a düzmece bir seçimle Cumhurbaşkanı Karzai'yi ataması ile büyük benzerlik göstermektedir.Peştun asıllı Karzai, aynı İngiliz kuklası Şah Şuja gibi cımbızla aranıp, bulunmuş, on yıllık yönetimi boyunca ülkesindeki karmaşanın çözümünde hiçbir varlık gösterememiştir.
Ancak Dost Muhammed kolay teslim olmayacaktır. 1840 yılında Buhara'da bir karşı saldırı düzenleyen Dost Muhammed, İngilizlerin tekrar savaşın içine çekilmesine neden olur. İngilizler sonunda Dost Muhammed'i esir alarak, Hindistan'a götürürler. Afganistan'ın yeni kukla yöneticisi Şah Şuja ise bir süre sonra İngiliz varlığından rahatsız olan Afgan halkının tepkisini hissederek İngilizlere ülkeden ayrılmalarını gerektiği mesajını iletir. 1 Ocak 1842 günü Kabil'den çekilmeye başlayan 16 bin 500 İngiliz ve Hint askeri, 5 Ocak günü Celalabad'a ilerlerken Gandamak'da yoğun kar yağışı altında bir Ghilzai (Peştun) birliğinin saldırısına uğrar. İlk grupta yer alan 700 kişiden sekiz mahkûmun dışında sadece İngiliz doktor William Brydon sağ kalmıştır. Brydon felaketi Celalabad'taki İngiliz karargâhına iletmeyi başaracaktır. Afganlara müthiş kin besleyen İngilizler intikam için yaptıkları atakların sonuç vermemesi üzerine sonunda Şah Şuja'ya verdikleri desteği keserler. Şah Şuja ülkesini terk ederek Lahor'a kaçar. Yeni gelen İngiliz Valisi ise Emir Dost Muhammed'in istikrar için tek alternatif olduğunu düşünerek tahtını geri almasını sağlar.
1842 yılı sonrasında sadece Afganistan üzerine geliştirilen politikaların Hindistan için güvenli bir bölge olamayacağını fark eden İngilizler, Rusya ile orta bir yol bularak, başka bir ülkede, İran üzerinde bir anlaşma yaparlar. İran'ın kuzeyini Rusya, güneyini İngiltere kontrol edecektir. Ülkenin orta kesiminde tüm Avrupalılara açık bir pazar oluşur. Artık İran'ın tüm kamu hizmetleri batılıların kontrolü altındadır. Şahı koruyan muhafız alayı bile Rusların oluşturduğu Cossack Birlikleri'dir. Sonrasında varılan uzlaşma sonucunda Afganistan'da tarafsız olduğu kâğıt üzerinde ilan edilen bir düzen kurulur. İlk dünya savaşını tarafsızlığını koruyacak şekilde sürdürme kararlılığında olan bu ülkeye bu sefer Almanlar el atacaklardır.
Tacikler, Özbekler, Hazaralar, Aymaklar, Türkmenler ve Beluçlardan oluşan Afganistan 1748 yılında Ahmet Şah Dürrani tarafından kurulmuştur. Ülke, Büyük Oyun sürecinin sonunda, ancak 20. yüzyıl başlarında İngilizlere karşı bağımsızlık savaşı verir ve siyasi bağımsızlığını kazanan Afganistan'da monarşik bir yönetim kurulur.
1919-29 yılları arasında Afganistan'da Emanullah Han yönetimdedir. Emanullah Han iktidardan düşürüldükten hemen sonra 1929'da iktidara gelen Muhammed Nadir Şah ise 1933'te bir suikastta öldürülür. 1933'te onun yerine geçen Muhammed Zahir Şah 1973'e kadar kırk yıl hüküm sürer. 1973'te Muhammed Davut Han bir darbe yaparak monarşiyi yıkar ve cumhuriyeti ilan eder.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Wilhelm Almanyası'nın "Drang Nach Osten-Doğuya Doğru İlerle" politikası başka bir politik hedefle kesişir. Almanya'nın, Osmanlı Padişahı'nın Halife yetkisini temel alarak başlattığı Cihad politikası, Enver Paşa yönetimi tarafından büyük bir coşkuyla desteklenir. Almanlar, Rusya, İngiltere ve Fransa'nın kontrolü altındaki Müslüman toplumlarına Osmanlı Padişahı'nın ilan ettiği cihad sonrasında müthiş bir propoganda ile ulaşmaya çalışırlar. Wilhelm'in gizlice Müslüman olduğunu, hacca gittiğini ve hatta Hacı Wilhelm Muhammed adını aldığını Müslüman toplumlara duyurmaya çalışan Almanlar, kendilerinin de İslam dinini gizli olarak benimsediklerini milyonlarca broşürle dağıtmaya başlarlar. Savaş sırasında bu ülkelerde Osmanlı-Alman-Avusturya Kutsal İttifakı'nın her yerde büyük zaferler kazandığı, savaşın zaferle sona ermekte olduğunu, duyururlar.
1914 yılı sonlarına gelirken, daha Osmanlı devleti dünya savaşına katılmadan iki ay önce, Orta Doğu konusunda tecrübeli ve başarılı diplomat Wilhelm Wassmuss, Türk ve İran toprakları üzerinden Afganistan'a gönderilir. Diğer bir tercih yıllarca İran'da yaşamış tecrübeli asker Yüzbaşı Niedermayer'dir. Onu, İngilizler Almanların Lawrence'i olarak tanırlar. Bazıları Niedermayer'i Karanlıklar Prensi olarak da bilir.
Enver Paşa'nın müttefiki Almanlara verdiği söz, Kafkaslar'da Rusları ezip geçtikten sonra, Orta Asya uluslarını bir an önce Rusların boyunduruğundan kurtarmaktır. Enver Paşa'nın Afganistan'daki Kral Habibullah lakaplı ajanı, kendi birliklerini gözünü kırpmadan Hindistan'daki İngiliz kâfirlerinin üzerine göndereceğine söz vererek, olayı iyice ateşleyecektir. Bu sırada Alman yanlısı İsveçli kaşif Sven Hedin de Afganların Hindistan'a saldırmak için yanıp tutuştuklarını bildirmektedir. Alman-Osmanlı ittifakı Afgan ulusunun kendilerine kutsal savaşta katılacağından adeta emindir.
Tüm bu umutlar, Sarıkamış harekâtının başarısızlıkla sona ermesi üzerine yerini karamsarlığa bırakır. Osmanlı yönetimi Afgan harekâtı için Almanlara söz verdiği tam teçhizatlı ve tecrübeli 1.000 kişilik askeri birliği bile Afganistan'a gönderemez. Ancak Almanlar, Osmanlı ile projede beraber oldukları görüntüsünü hiç bozmazlar. Propoganda aynı hızıyla sürecektir.
İran ve Afganistan'ın Kutsal İttifak'a katılımını teşvik için milyonlarca Alman altını rüşvet amacıyla Afgan kabileleri ve İranlı yöneticilere dağıtılır. İran, Irak ve Osmanlı topraklarında hummalı bir telsiz trafiği başlamıştır. Almanya, Hindistan'daki Müslümanları İngilizlere karşı kışkırtmak için her yolu dener. 1900'lü yılların başında San Francisco'da başlayan Hint isyan hareketi "Ghadr" artık Almanların en gözde işbirliği örgütü haline gelmiştir. Onlarca farklı etnik grubun bulunduğu Afganistan'da Almanların Emir Habibullah'ı kontrol etmek için yaptıkları mücadele, 1916 yılında Erzurum'un Rusların eline düşmesi ve Bağdat'ın İngilizler tarafından alınması üzerine gücünü kaybeder. Almanlar en büyük güçlüğü sürekli saf değiştiren Afgan kabilelerin kontrolünde yaşarlar. Emir'in ülkesinin tarafsızlığını ileri sürerek yürüttüğü kararsız politikalar uzun süre Kabil'de kalan Almanları bezdirecektir. Söylentiye göre İngiliz Kralı Afgan Emiri'ne yüklü bir ödeme yapmış, gelecek harcamaları için de müthiş bir kredi olanağı sağlamıştır. Afganistan, Almanlar için artık için oldukça zor bir bölgedir. Bölgedeki ajanları uzun süren çabalarının ardından binbir zorluklarla ülkelerine geri döneceklerdir.
Aradan yıllar geçer. 1919-1929 yılları arasında Emanullah Han hüküm sürer. Daha sonra gelen Muhammed Nadir Şah bir suikastte öldürülür. 1973 yılında ise Muhammed Davud Han ülkesinde bir darbe yaparak monarşiyi yıkar ve cumhuriyeti ilan eder.
1978 yılına kadar batı yanlısı politikalar uygulayarak iktidarda kalan Davut Han'ı, Sovyet yanlısı Babrak Karmal - Nuh Muhammed Taraki ve Hafizullah Amin'in oluşturduğu üçlü yönetim devirerek yönetimi eline geçirir. Ülkenin ismi artık "Afganistan Demokratik Cumhuriyeti'dir. Bir süre sonra üçlü yönetim birbirine düşecektir. Sonunda Sovyet işgali ile birlikte Babrak Karmal tek başına yönetime gelir. 1986 yılında, Karmal'ın ani bir kararla Rusya'ya gitmesinin üç yıl sonrasında Gorbaçov yönetiminin aldığı karar ile birlikte Sovyetler'in Afganistan işgali sona erer. 1989-2001 arası ülkede şiddetli bir iç savaş sürer. Bu süreçte Taliban adım adım güçlenerek Kabil'i eline geçirerek iktidar olur.
Sovyet işgali konusuna yeniden döndüğümüzde, 1970'li yılların sonlarında uzun süren bir istikrar dönemi ertesinde Afganistan'ın radikal dinci grupların etkisi altına girmesi Sovyetler Birliği için alarm zillerinin çalmasına neden olacaktır. Ülkenin Orta Asya'daki topraklarının güneyindeki Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan'daki Müslüman nüfusun radikal unsurlardan etkilenme ihtimali gerekçe gösterilerek, Afganistan Sovyetler tarafından işgal edilir. Sovyetler'e bu işgal için davet ülkede kısa bir süre önce yönetimi ele geçiren Marksist Necibullah yönetiminden gelmiştir. 24 Aralık 1979 günü başlayan Sovyet işgali, 15 Şubat 1989 günü sona erecektir. İşgal süresince Hindistan Marksist Afgan yönetimine destek olur. ABD, Çin, Suudi Arabistan ve Pakistan Mücahiddin tarafını destekler. İşgal bittiğinde Sovyetler 15 bine yakın kayıp vermiştir. Yüzlerce yaralı ve kayıp vardır. Sadece hava kuvvetleri 451 uçağını yitirmiştir.
Yaklaşık 2 bin 500 kilometrelik Afganistan- Pakistan sınır bölgesi, zamanla bölge ülkeleri, bu bölgede güvenli yığınaklar yaparak yuvalanan ve operasyonlarını "franchise" üzerinden neredeyse tüm dünyaya yayan El-Kaide gibi örgütler eliyle tüm dünya için istikrarsızlık kaynağı durumuna gelir. Afganistan'a Sovyetler'le savaşmak üzere gelenler, Rusya karşıtı olarak Çeçenistan ve Bosna başta olmak üzere geri döndükleri ülkelerde örgüt ve çeteler kurup, silahlı mücadelelere başlarlar.
4 Şubat 2010 tarihinde The New York Times gazetesinde Mikhail Gorbachev imzalı bir yazı yayınlanır."Soviet Lessons From Afghanistan-Sovyetlerin Afganistan'dan Aldığı Dersler." Sovyetler Birliği'nin son lideri dünya kamuoyuna Afganistan hakkında bugün bile bizlere ışık tutacak bir manifesto göndermiştir. Sovyet askeri ülkeden çekilirken ABD ve batılı yandaşları işbirliğine yanaşmamış, çok olumsuz sinyaller vererek, bugünkü soruna adeta çanak tutmuştur.
Gorbaçov'un yazısında Afganistan'ın 2010'lu yıllarda tam bir kargaşa içinde olduğu vurgulanır. Gerginlik her gün daha da artmakta, insanlar ölmektedir. Yönetim ülke üzerindeki kontrolünü kaybetmektedir. 34 eyaletin neredeyse 12'si Taliban kontrolündedir. Ülkede uyuşturucu üretimi ve ihracatı gittikçe artmakta, en büyük tehlike çanları merkezi Orta Asya cumhuriyetleri ve Pakistan için çalmaktadır. 11 Eylül 2001 sonrası başlayan askeri operasyonlar başlangıçta makul karşılanabilse bile sonunda büyük bir stratejik yanlışlığa dönüşmüştür. Gorbaçov devam eder:
"Bizler neler olduğunu anlamak ve bu durumdan nasıl geriye dönülmesi gerektiğini çözmek durumundayız. Yapılmakta olan Londra toplantısının başarılı bir sonuç vermesi için son otuz yılı çok doğru tahlil ederek, gerekli dersleri çıkarmak durumundayız.
1979 yılında Sovyet yönetiminin Afganistan'a neden asker gönderdiğini tam olarak algılayabilmek için sadece dost bir ülkeye yardım için gidilmediğini, bölgedeki huzur ve istikrarın bozulmasını önlemenin en büyük neden olduğunu söylemek durumundayım. En büyük hata, Afganistan'ın çok karmaşık bir yapısı olduğunun hâlâ anlaşılamamasıdır. Bu yapıda küçük etnik parçacıklar vardır. Kabileler, klanlar, Afganistan'ın kendine özgü yapısı ve yönetim zafiyeti, bu karmaşanın en güzel örneğidir.
İşgal sonrası her şey düşündüğümüzün tam tersi oldu. Daha fazla istikrarsızlık, binlerce masumun öldüğü bir savaş ve kendi ülkemiz Rusya'da karşılaştığımız çok kötü tepkiler. Hepsinin üstüne, batı ve özellikle ABD soğuk savaş ruhuna körü körüne bağlı kalarak, taviz vermeden Sovyetler üzerindeki ateşi daha da artırmak için ellerinden geleni yaptılar. Bütün dertleri işgali hâlâ sürdürmekte olan Sovyetler'e karşı yapılması gereken her türlü saldırının kesilmeden devam etmesiydi. Bu yanlış politikaların uzun dönemde yaratabileceği olumsuz sonuçları adeta göz ardı ettiler.
Biz 1980'li yıllarda başlayan Perestroika-Yeniden Yapılanma'nın doğal bir parçası olduğu düşüncesiyle, yeni Sovyet yönetimi olarak Afganistan'da yaşadığımız sıkıntıları değerlendirip, bunlardan sonuçlar çıkarmaya başlamıştık; bu açıdan iki önemli karar aldık. Bunlardan birincisi, askerlerimizi nasıl geri çekeceğimiz idi. İkincisi ise, yönetim olarak çatışmada rol alan taraflar ve savaşa dahil olan devletlerle ile birlikte çalışarak Afganistan'da ulusal uzlaşmanın nasıl gerçekleştirilebileceğinin planlamasını yapıyorduk. Amacımız, barışçıl ve kimse için tehdit olmayan bir ulusun yaratılmasıydı.
Şimdi geçmişe baktığımda bizler için hâlâ çalışabileceğimiz iki yönlü bir yolun var olduğuna inanıyorum. Eğer gerçekten tamamıyla başarabilseydik, birçok sorun ve felaketten sakınmış olabilecektik. Bunun için yeni politikamız sadece bir deklarasyon yayınlamak olmamalıydı. Benim yönetimde olduğum dönemde gerçekten çok çalıştık, inançla uygulama gayreti içinde idik. Başarmak için bizlerin tüm taraflardan içten ve sorumluluk sahibi işbirliği beklediğimizi söylemeliyim.
Afgan devleti bizlere karşılıklı işbirliği ve uzlaşma yolunda el uzatabilecek bir konumda idi. Bazı bölgelerde işler iyiye gitmeye bile başlamıştı. Tüm bunlara rağmen, özellikle Pakistan devleti, başta ülkenin askeri kurmay heyeti ve Amerika ilerleme yolundaki tüm yolları kapadılar. Onlardan sadece bir şey istedik. Sovyet askerlerini ülkeden sorunsuz olarak çekmek. Bunu yaparken Amerikalılar tüm kontrolü bir anda bırakacağımızı düşünüyorlardı. O zaman görevde olan Başkan Muhammed Necibullah hükümetine en küçük desteği bile vermeden, o sıralarda göreve gelen Boris Yeltsin'i bir anda kendi kontrolleri altına aldılar.
1990'larda dünya Afganistan'a karşı çok ilgisizdi. Bu dönemde yönetim, İslamcı radikallere ve terörün gerçek kaynağı Taliban'ın eline zaten düşmüştü. 11 Eylül batılı liderler için kaba bir uyanmadan ibaretti diye düşünüyorum. Bu olaydan sonra da alınan kararların yeterince düşünülmeden, yanlışlıklara gebe olacak şekilde alındığını söyleyebilirim.
Ülkeden Taliban'ın atılmasının hemen ardından Amerikan yönetimi bu gelişmeyi bir askeri bir zafer olarak algıladı. Böylesine uzun vadeli bir sorunun, küçük bir çaba ve az bir maliyetle çözülebileceğini göstermeye çalıştılar... ABD, Uluslarası Güvenlik İşbirliği Gücünü kullanarak Afganistan'da göstermelik bir demokratik bir yapı kurmaya çalıştı. Bu çalışmada NATO küresel polis gücü olarak kullanıldı. Gerisi artık tarihe kaldı. Askeri yöntemlerle alınan her tedbir ülkede her şeyin daha da belirsiz olmasına neden oldu. Bu herkesin bildiği bir gerçek. Amerika'nın eski Büyükelçisi bile bu konudaki bilgileri kamuoyu ile paylaşmıştı. Bana defalarca selefinden enkaz devralan Başkan Obama'ya Afganistan konusunda ne gibi tavsiyelerde bulunduğum yönünde sorular soruldu. Hep aynı şeyi söyledim. Siyasi karar almak lazım. Askerleri geri çekmek lazım, ama ulusal uzlaşma gerçekleştikten sonra.
Birleşmiş Milletler'in Afganistan temsilcisi geçenlerde verdiği demecinde aynı şeyi söyledi. Afganistan'da her şey askeri çözümler üzerine getirilmemeli. Siyasi çözümler bulunmalı. Keşke çok önceleri böyle söylemler yapılsaydı. Başarının, askeri bir çözüm ve zafer dışında en az yüzde elli şansı var. Bugünlerde Taliban ile görüşülüyor. Keşke İran'la da görüşmeler yapılabilse, İran da bu sürecin içine çekilebilse. Pakistan'la da yapılması gereken çok ortak iş var. Bu da gözden kaçırılmamalı. Rusya da bu süreçte ihmal edilmemeli. Rusya, Afganistan hakkında muhtemel tehditleri kendi çıkarlarını da düşünerek en iyi şekilde sunabilecek durumdadır.
Rusya, Amerika ve NATO birliklerinin askeri varlıklarının sürdüğü bu dönemde önemli bir soruyu sormakta çok haklıdır. Neden uyuşturucu üretimi ve uyuşturucunun Afganistan'ın komşusu ülkelere, elek gibi sınırlardan geçişleri konusunda hiçbir çözüm ve tedbir alınamadı?.. Umarım yeni bir gün çok sancılı yıllar yaşayan Afganistan için yeni umutlar doğurur, milyonlarca Afgan için yeni umutlar yeşerir. Fırsatlar her zaman vardır. Önemli olan bu fırsatları gerçekçi bir şekilde, azimle ve geçmişteki hatalardan ders çıkartarak, bilgi ve aklı kullanarak yakalamasını bilmektir."
Nasıl bir çözüm bulmalıyız sorusu gündeme geldiğinde, uluslararası toplumun hangi konularda, nasıl bir işbirliğine gitmesi gerektiği akla gelmektedir. Afganistan sorunu askeri çözümler yerine çok taraflı görüşmelerle sağlanacak uzun vadeli eğitim, sağlık ve altyapı projeleriyle çözülmelidir. Otuz yıl önce, Sovyet askerlerinin çekilme sürecinde yaşananlar; uluslararası toplumun karşılaştığı kısa vadeli çıkarlara dayalı politikalar, anlaşmazlık ve kargaşa bugün bizlere çözümün nasıl olması gerektiği konusunda ışık tutmaktadır. Amerika ve batı dünyası askerleri Afganistan'dan çekilirken Sovyetler'den kurtulmanın heyecanını yaşamış, bu süreçte beklenen işbirliğinden kaçınarak, fanatik dinci gruplara arka çıkmak yoluyla dünyayı adeta bir ateş hattının içine atmıştır. Artık bu durum göz ardı edilmeden gereken hassasiyeti göstermeli, her şeyden önce kısa vadeli çıkarlar bir tarafa bırakılarak askeri çözümler dışında somut adımlar atılmalı, beklenen en doğru çözüme ulaşmak için çaba gösterilmelidir
İngiltere ve Rusya arasında iki yüz yıl önce baş gösteren paylaşım mücadelesi hem Afganistan hem de yakın çevresine çok zarar vermiş, sonraki yıllardaki mücadelelerin katlanarak devam eden yansımaları dünyaya istikrarsızlık tohumları atarak yüzyılın en büyük tehlikesi terörü beslemiştir. Dünya gençliğini zehirleyen uyuşturucunun kaynağının da, yine aynı mücadele sürecinde çok taraflı uygar bir işbirliği ile çözüm yolu bulacağına inancım tamdır. Tarihin verdiği dersler dikkate alınmazsa, sorunlar hiçbir şekilde çözüm bulamayacaktır.
Kaynakça
2011 yılına gelindiğinde, tarım sübvansiyonlarının önemli ölçüde azaltılması ve yüksek enflasyon Suriye’de orta sınıfın ciddi ölçüde geçim derdine düşmesine neden olacaktır. 2008-2011 arasındaki dönemde küresel ısınmadan kaynaklanan büyük kuraklık felaketin ilk habercisidir
Brest-Litovsk Barış Anlaşması, Lenin’in devriminin bitiş çizgisi olarak adlandırılır. Anlaşma boyunca izlediği yol ve politika, onun bireysel mücadelesinin ve gücünün göstergesidir. Lenin bu konuda hiçbir uzlaşmaya yanaşmamıştır. Onun belirlediği koşullar ve sınırlar dışında, devrim için belirlediği yoldan hiçbir fedakarlık yapılmadan yola devam edilir. Bu kararlı tutumu ve inatçılığı, Bolşeviklerin diğer devrimci partilerden ayrışmasına ve parti içinde birçok önemli görüş ayrılığına neden olur. (Orlando Figes-A People’s Tragedy)
Kaptan John Smith, henüz 21 yaşındayken Türklerle çarpışır ve esir düşer. Kaçmayı başarıp, İngiltere’ye döndükten sonra Amerika’nın ilk kolonileşme mücadelesinin tam içinde yer alır. Virginia’daki ilk keşif yürüyüşü sırasında bu defa yerlilere esir düşer ve kabile şefinin kızı Pocahantas sayesinde hayatta kalmayı başarır. Yaşamı kitap ve filmlere konu olur.
© Tüm hakları saklıdır.