17 Mart 2024
Komplo teorilerini okumayı seven biri olarak kitap çok ilgimi çekti ve yazarlarıyla tanışmak için kapılarını çaldım. Doç. Dr. Sinan Alper ve Doç. Dr. Onurcan Yılmaz; her iddianın kanıt gerekliliğine inanan iki zeki akademisyen.
Günümüzde bazı komplo teorilerinin hepimizin aklını karıştırdığı aşikâr ancak onlar kesin bir dille "Doğru çıkan komplo teorilerini bozuk bir saatin de günde iki kere doğruyu göstermesi gibi değerlendirmek gerek… Tıpkı astroloji gibi" dediler. İtirazım var dedim ancak onları asla ikna edemedim…
Komplo teorilerine neden inanırız? Komplo teorilerine inanmak insanların bir zaafı mı, yoksa doğal bir özelliği mi? Sadece belli insanlar mı komplo teorilerine inanır?
Son zamanlarda komplo teorilerinde bir artış var mı? Sonradan gerçek olduğu ortaya çıkmış komplo teorileri yok mu? Hepsini sordum, sabırla cevapladılar. Komplo teorilerine inanmamızın ardında yatan gerçekleri öğrendiğinizde insan psikolojisinin dinamiklerini çok daha farklı değerlendireceksiniz. Buyrun sohbetimize…
- Kitabınızın konusu çok ilgimi çekti. İlk olarak sormak istiyorum: Günümüzün karmaşık gündeminde komplo teorileri bireylerin görüşlerini şekillendirmekte önemli bir etken ancak tam anlamını bilmiyoruz. "Komplo Teorisi" nedir?
Teşekkürler. Ebru, komplo teorileri genellikle resmi ve kabul görmüş açıklamaların tersine, bizlerden bir şeyler gizlendiğini ve gizli örgütlerin halkın aleyhine olacak şekilde bazı işlere kalkıştığını iddia eden inanç sistemlerine verilen isimler. Adında "teori" ifadesi geçse de bilimde kullandığımız teori kavramıyla hiçbir ilgisi yok. Komplo teorileri kanıtlaması çok zor ve sağlıksız bir şüpheciliğin sonucu olarak ortaya çıkan ve insanın psikolojik iyi oluş halini arttıran inanç sistemleri olarak tanımlanabilir.
- Anlıyorum. Bir ucu sağlıksız bir şüphecilik ancak yine de inanıyoruz. Neden? İnanmamalı mıyız? İnanmakta ne zarar olabilir?
İnsanlar çevrelerindeki karmaşık dünyayı basitleştirmeye ve anlamlandırmaya çalışan ve her zaman hikâyeler yaratmaya çalışan ultra sosyal hayvanlar. Kontrol hissi kazanmak, kendini iyi hissetmek gibi farklı sebeplerle komplolara inanabilirler. Her ne kadar bu tür inanç sistemleri bazen gazeteciler tarafından zararsız ama eğlenceli inançlar olarak görülse de, aslında ayrımcılığa yol açması, resmi bilimsel otoritelere güveni azaltması gibi çok çeşitli zararlara sahiptir. Benzer şekilde bir kere sağlıksız şüpheciliğe dayalı inançlara adım attığınızda, devamında astroloji, fal gibi geçmişte çok kere yanlışlanmış inanç sistemlerinin de ağına düşersiniz ve çevrenizdeki belirsizliği bu şekilde azaltmaya çalışırsınız. Ancak bunlar eğlenceli olabilse de sizi bir kere sağlıksız şüpheciliğe dayalı fikir oluşturmaya soktuğunda daha tehlikeli komplo teorilerine de maruz bırakma tehlikesi doğurmakta ve pandemi sırasında gördüğümüz gibi aşı karşıtlığı ya da daha genel olarak bilim karşıtlığı gibi temeli olmayan ancak korkuyla kolayca bilimsel okuryazarlığı düşük olan insanlar arasında tetiklenebilen inanç sistemlerine yol açabilmektedirler.
- Bu durumda komplo teorilerine inanmak insanların bir zaafı mı yoksa doğal bir özelliği mi?
Aslında ikisi de. Çünkü zihnimizin evrimsel olarak edindiği örüntü tanıma ya da alakasız olaylar arasında bağlantı kurma, ittifak tespit sistemi, belirsizlikten kaçınma gibi doğal özellikleri yüzünden insanlar bu tür inançlara meyil göstermeye eğilimli. Bu yüzden bilimsel okuryazarlığı düşük olan insanlar ya da yolsuzluğun yüksek olduğu ülkelerde yaşayanlar, kolayca korkutulabilirler ve bu inanç sistemlerinin ağına düşebilirler. Zihnimiz özellikle belirsizliğin yüksek olduğu durumlarda bir alarm sistemi olarak işlev görerek bu korkutucu, negatif mesajları daha kolay tespit edip, ciddiye almakta. Bundan dolayı bir zaaf ve doğal özellik olarak komplo teorileri insanların eğilimli oldukları inanç sistemlerine örnek olarak verilebilir.
- Kitapta en sevdiğim bölüme geldik. Dedikodu kararlı stratejilerden birisi olarak sayılabilir, diyorsunuz. Aslında dedikodu cezalandırma yöntemi değil mi? Açıklar mısınız?
(Gülüyorlar.) Cezalandırma sistemlerinin ortaya çıkışı büyük ölçekli işbirliklerinin ortaya çıkışına ve büyümesine yol açtı. Bu bakımdan dedikodu, bir cezalandırma sistemi olarak toplumdaki işbirliğinin devamını sağlayan, en ilkel başvurduğumuz davranış kalıplarından biri. Dedikodu (yani çamur at izi kalsın) gibi bir cezalandırma olasılığı olduğunda, insanlar kendi başlarına da aynı şey gelebileceğinden (yani oyun kuramsal anlamdaki misilleme olasılığı) başkasıyla ilgili dedikodu çıkarmaktan korkabilir. Dolayısıyla sosyal düzeni ve uyumu sağlama görevi dolayısıyla uzun vadeli işlev görebilir. Tıpkı mahkeme gibi seküler kurumlar ya da ölümden sonra hayat inancındaki dini cezalandırmalar gibi. İlk başta bunlar işbirliğine karşıymış gibi gözükse de, bu cezalandırma sistemleri olmadan sistemin ilerlemesi pek mümkün görünmüyor, çünkü insan türünün gösterdiği işbirliği davranışlarının uzun vadeli olabilmesi bu cezalandırma sistemlerinin etkin çalışmasıyla doğrudan ilişkili. Örneğin, batıda seküler kurumlar daha iyi işlev gösterdiğinden insanlar birbirine daha çok güvenmekte ve hem iç hem de dış gruplarla daha kolay iş birliğine girmektedirler. Ancak özellikle Orta Doğu gibi belirsizliğin yüksek olduğu yerlerde, dini cezalandırma hâlâ tarihsel etkisini sürdürmekte ve özellikle iç grup dayanışmasının altında yatan temel güçlerden birisidir.
- 2013 yılında Edward Snowden, ABD'nin psikolojik ilaç testi, sigaranın zararının gizlenmesi gibi birçok komplo teorisi olarak bize yansıtılanların hepsinin gerçek komplo olduğunu zamanla anladık. Komplo teorileri yanlıştır tezi hakkaniyetsizce olmuyor mu?
Ebru, komplo teorilerinin doğru olma olasılığı, olmama olasılığına göre çok daha düşük ancak tarihde doğru olduğu gösterilmiş komplo teorileri olduğu da doğrudur. Ancak buradaki temel mesele inanç sisteminin kuruluş şekli. Aslında otoritelere güvensizlik duymaya başladığınızda analitik düşünceyi bir kenara bırakıp her şeyden şüphelenmeye başlıyor insan ve sonrasında eleştirel düşünmeyi yeterince kullanamadan olur olmadık her şeyi birbiriyle ilişkilendiriyor. İkincisi komplo teorilerinin bazen doğru olması bozuk bir saatin de günde iki kere doğruyu gösterdiği tezi gibi değerlendirilmeli. Aynı burç yorumları da benzer bir mantıkla çalışmaktadır.
- Buna itirazım var.
O zaman Barnum Etkisine bakmalısın. (Gülüyor.)
Devam edersek, size söylenen kaç tane argümanın doğru ve yanlış olduğunu hesaplamadan bunun gerçek olasılığını hesaplayamazsınız. Ancak bizim zihnimiz doğru olan argümanları hatırlama ve yanlışları göz ardı etme eğilimine de sahip. Bu yüzden inancımızın doğru olmadığı durumları görmezden gelme eğilimi gösteririz ve inancımızın hangi durumda yanlış olacağını kendimize tanımlamayız. Bilimsel teorilerle komplo teorilerini birbirinden ayırt eden en temel şey budur. Bizler yanlışlanabilirliğe göre fikir geliştirirken, komploya inanan insanlar doğrulamaya göre fikir geliştirip doğrulama yanlılığı tuzağına daha kolay düşmektedirler.
- Anlamadığım şu: Çoğu komplo teorisinin gerçek olma ihtimali çok düşük hatta tuzak diyorsunuz ancak en saçma görünen komplo teorilerinin bile gerçek olduğunu görüyoruz. Yaşadığımız bu kapitalist düzende komplo teorisi üretmek çok da mantıksızca değil sanki ne dersiniz?
Komplo teorisi üretmek zihnimizi iyi hissettiriyor ama bizim zihnimiz bir bilim insanı gibi doğruya ulaşmaya değil, tıpkı bir avukat gibi kendi dünya görüşümüzü meşrulaştırmaya çalışıyor. Bundan dolayı komplo teorileri ürettiğinizde aslında var olan dünya görüşünüzle uyumlu argümanları açığa çıkarmaya çalışıyorsunuz. Her bir inancı eleştirel düşüncenin süzgecinden geçirdiğinizde ve var olan bilimsel bilgi birikimiyle uyumuna baktığınızda o zaman bunda bir sorun yok. Ancak unutulmamalıdır ki sıra dışı iddialar, sıra dışı kanıtlar gerektirir. Bunu yaparken olasılıksal düşünmenin sınırlarının farkında olmamız gerekir ki çoğu sıradan insan bunu yapamaz bilimsel okuryazarlığı düşük olduğundan. Sonuç olarak da komplo teorisi üreten insanların korku tuzaklarına düşerler.
- Tüm komplo teorileri birbiriyle alakalı mı? Nasıl?
Bir komploya maruz kaldığınızda, birbiriyle çelişkili başka komplo teorilerine dahi inanmaya başlıyorsunuz. Çünkü komplo teorileri otoritelere karşı güvensizlikten kaynaklanıyor ve mantıklı olsa da olmasa da insanlar bir kere bir komplo teorisine inanmaya başladığından kendi dünya görüşüyle uyumlu birçok komploya da inanmaya başlıyor.
- Ya uydurma komplo teorileri? Gerçek ile arasındaki farkı nasıl anlayacağız?
Komploya inananların uydurma komplo teorilerine dahi inanmasının temel sebebi zaten altında yatan bu bilişsel mekanizmanın ortaklığı. Bir kere o sağlıksız şüpheciliğe kaydığınızda uydurma da olsa o komplo teorileri size mantıklı geliyor. Bir meseleyi çözdüğünüz illüzyonuna kapılıyorsunuz bu komploya inanarak. Büyük devletlerin aslında sizden gizli planları olduğunu ve buna karşı uyanık olduğunuzu düşünerek kendinizi daha iyi hissediyorsunuz.
- Peki psikolojik rahatlama yaratıp güvende hissetmemizi mi sağlıyor? Aidiyet duygusu yaratıyor mu?
Komplo teorileri kolay yoldan her şeyi açıklayan büyük açıklamalar olduğu için belirsizliği ortadan kaldırıyor. Dünyadaki tüm gelişmeleri basit birkaç varsayımla açıklamaya başlayabiliyorsunuz. Aynı zamanda sizi güvende de hissettiriyor, çünkü kötücül planların farkında olduğunuzu düşünüyorsunuz. Aşıların içinde çip olduğuna inanıyorsanız örneğin, aşı olmayarak güvenliğinizi sağladığınızı zannediyorsunuz. Aidiyet hissi doğurduğu da doğru. Hem kendi grubunuzun zayıf yönlerinin sebebi olarak komplo teorilerini göstererek kendinizi aklayabiliyorsunuz hem de komplo inançları yüksek kişilerin kendi aralarında çevrimiçi cemaatler oluşturduklarını da biliyoruz. Bütün bunlar komplo inançlarının belirsizlik ve güvensizlik hissini azaltarak aynı zamanda kolektif narsisizm gibi inançlarla grup içi aidiyeti de arttırdığını gösteriyor.
- Covid - 19, pandemi süreci ve aşılar üzerine birçok komplo teorisi üretildi. Bu duruma istinaden komplo teorileri siyasi kutuplaşma ve saldırganlık yaratır mı? Sonuçta hiçbirimiz gerçeği bilmiyoruz sadece taraftarlık yapıyoruz.
Komplo inançlarının siyasi aşırılıkla bir ilgisi var. Yapılan çalışmalar hem aşırı sağ ideolojinin hem de aşırı sol ideolojinin komplo inançlarıyla ilişkili olduğunu gösteriyor. Bu da aslında beklenir bir durum, çünkü çok sert siyasi inançlarınız olduğunda hayatı siyah-beyaz görme olasılığınız artıyor ve karşı tarafla ilgili anlatılan her türlü komplo iddiasına daha kolay inanabilir hale geliyorsunuz. Bununla ilişkili olarak saldırganlık davranışıyla ilişkili olduğunu da biliyoruz. Bunun herhalde en güncel örneklerinden biri, seçim sonuçlarını kabul etmeyen Trump taraftarlarının 6 Ocak 2021'de meclis binasına saldırmalarıydı. Oylarının çalındığını ve seçime hile karıştığını iddia ediyorlardı ama söyledikleri şeyin hiçbir kanıtı yoktu. Komplo teorilerinin sonuçlarının nereye varabileceğine dair ilginç bir örnek oldu.
- Nathan Nuun'un 2008 yılında yayımladığı makalede 1400 yılarda köle ticareti yapanların Afrikalı olduğunu yazıyordu. Yani Afrikalıları, Avrupalılara köle olarak satan yine Afrikalılardı. Bu bir tarihsel bir travma değil mi?
Afrikalılar tabii ki tek başlarına yapmadılar ama köle ticareti yapan Beyazlarla işbirliği halinde olan Afrikalılar vardı ve kendi komşularını kaçırıp Beyazlara satabiliyorlardı. Afrika'nın bazı yerlerinde bu durum çok vahim seviyelere gelmişti. Bu tabii ki bir tarihsel travma. Buna benzer tarihsel travmalar komplo inançlarını da arttırıyor, arttırması da normal. Zira derin bir güvensizliğin olduğu bir toplumda yaşıyorsunuz demektir. Böyle bir ortamda komplo teorileri de daha inandırıcı hale gelmeye başlıyor.
- Bu travmatik çatlakların benzeri ülkemizde de yaşandı mı?
Mutlaka yaşandı. Osmanlı Devleti'nin dağılması, kaybedilen topraklar ve prestij mutlaka bir travmatik çatlak yaratmıştır. Bunun haricinde Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan ve belli grupları travmatize eden olaylar da oldu. Buna bir örnek Maraş ve Sivas Katliamlarında Alevi vatandaşlarımızın yaşadığı travma olabilir. Örneğin Alevilerin hedef alındığı gizli bir plana dair bir komplo teorisi ortaya atılsa, bu tamamen uydurma bir iddia bile olsa birçok kişiye inandırıcı gelecektir. Çünkü tarihi örnekler bu tarz iddiaları daha inandırıcı kılar.
- Ülkelerin yolsuzluk seviyeleri ile üretilen komplo teorileri arasında bir bağlantı var mı?
Yolsuzluk seviyesi arttıkça komplo inançları da artıyor. Yolsuzluk dediğimiz şey aslında bir nevi gerçek komplo zaten. Çünkü bir grup insanın gizli bir şekilde yaptığı ve kendilerine çıkar sağlarken halkı zarara uğrattıkları bir süreçten bahsediyoruz, bu da komplo teorisi tanımına uyuyor. Dolayısıyla yolsuzluğun yüksek olduğu ülkelerde komplo inançlarının da yüksek olmasını anlıyoruz, zira bu ülkeler zaten gerçek komploların sürekli yaşandığı yerler.
- Komplo teorilerine inananların, inanmayanlara göre düşünme tarzlarında, kişilik yapılarında farklılık var mı?
Derinlemesine düşünmek yerine daha sezgisel düşünen, bilimsel akıl yürütme becerileri düşük olan insanların komplo inançlarının görece daha yüksek olduğunu biliyoruz. Buna ek olarak, belirsizliğe tahammülü daha düşük ve kontrol ihtiyacı daha yüksek olan insanlar daha yüksek olasılıkla komplo teorilerine inanmaktadırlar. Sosyal ihtiyaçlardan kolektif narsisizm de (yani kendi grubuna karşı şişirilmiş bir özgüven ve pozitiflik duygusu) komplo inanlarıyla pozitif yönde ilişkilidir. Yani kendi ülkenize dair şişirilmiş bir pozitiflik duygusuna sahipseniz de komplolara inanma olasılığınız bu inancı meşrulaştırmak adına artış göstermektedir.
- Kanıt yoksa gerçek yok mudur? Her şeyin kanıtı mı olması gerekiyor?
Ortada bir iddia varsa bunun tabii ki bir kanıtının olması gerekiyor. Bir gerçeğin kanıtı hemen ortaya çıkmayabilir, evet. Ancak bir olayın aslının ne olduğuyla ilgili kanıt aramak ve ortaya çıkan tüm kanıtlar, ister lehte olsun ister aleyhte, objektif bir şekilde değerlendirmek gibi bir yükümlülüğümüz var. Bunu yapmadığımız zaman herkes her şeyi "uydurabiliyor" oluyor.
Ebru D. Dedeoğlu kimdir? Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı. Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı. Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla birebir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejeleri üzerine çalıştı. Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu. Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı. |
Yılmaz Şener: Deng’de zaman çok önemlidir. Ölçülebilir değildir. Her şey bir gün içinde yaşanır ama aslında o bir gün sonsuzluğu da temsil eder. Romanın başının ve sonunun olmaması da bu yönüyle ilgilidir
Adam Fawer, yeni kitabı "Mobius"u anlatırken okurlara "Caleb, Rowan’ı istediğini elde etmek için bir araç olarak kullanıyor ve her ne kadar ona değer verse de misyonunu Rowan dahil olmak her şeyden üstte tutuyor" ifadeleriyle ipucu verdi
"İktidardakiler kendilerine ‘padişah’ denilmesinden ve ‘kullarım’ tavrından mutluluk duyuyor”
© Tüm hakları saklıdır.