14 Temmuz 2024

Ece Gamze Atıcı: Umuttan büyük hayat var

"Kendi kaba saba gerçekliğimiz içinde yenik hissetmediğimiz sürece bütün ihtimaller önümüzde"

Ece Gamze Atıcı

Ece Gamze Atıcı'nın beşinci romanı Keşke Leyla Doğan Kitap'tan yayımlandı. İlk kitabı Nar devamında Adem Aynası ve Aile Geleneği ile gönlümü fetheden yazar, yeni romanı Keşke Leyla ile karşımızda. Romanda, kaybolmamak için hayal dünyasına sığınan, ölmekten çok hayatta kalmaktan korkan, yaşamı anlamaya çalışan zeki bir çocuğun duygularını okuyoruz. Annesinin en yakın arkadaşı Leyla Teyze, onun için Keşke Leyla. Bir gün doğumgününde Leyla annem olsa diye dilek diler ve dileği kabul olur. Annesi Aysel, birden ortadan kaybolur ve Leyla onun yerine geçer. Masumane hayali birden kabusa döner. Annesini özlemiştir ve amacı onu bulup geri getirmektir. Oysa olaylar hiç de göründüğü gibi değildir.

Keşke Leyla, çocuk kalbiyle yetişkinlere yazılmış bir büyüme hikâyesi. Bir önceki romanı Aile Geleneği'nde iyi aile yoktur diyen Atıcı, bu kez üvey anne mitini bize ters köşeden okutuyor diyor ki "iyi üvey anne vardır ve anne olmak için doğurmak şart değildir, öz, üvey gibi ötekileştiren kavramları bırakıp iyi, vicdanlı insan olmanın gücüne ve samimiyetine inanalım."

Büyük bir keyifle ve elimden bırakmadan okuduğum Keşke Leyla bir çocuğun gözünden yetişkin hayatlarımıza unuttuğumuz belki de önemsemediğimiz duygulara bir isyan niteliğinde. Ne oluyor da büyüdükçe duygusal dünyalarımızdan utanıp, samimiyetten kaçıyoruz. Belki de cevap Keşke Leyla'nın satır aralarında gizli. Hayatımızı, yapmak zorunda olduğumuz şeyleri, kendi uydurdugumuz kurallar içinde seçiyoruz ve altında eziliyoruz. Ne dersiniz? İyi pazarlar… 

- Önce Aile Geleneği şimdi de beşinci romanın Keşke Leyla. "Keşke" hem hüzün hem de mağlubiyet barındıran bir kelime. Neden Keşke Leyla? 

Keşke Leyla ismi, kitabın anlatıcısı olan çocuğun hikâyesinin çıkış noktasını anlatıyor. Leyla, çocuğun annesinin en yakın arkadaşı. Çocuk bir an masumane bir dilek tutuyor içinden, "Keşke Leyla benim annem olsa" diye. Dileği hiç beklenmedik şekilde gerçek oluyor. Böylece küçük fantezisi kâbusa dönüyor. Bütün kitap o "keşke"nin ve tabii "Leyla"nın etrafında dönüyor. Romanın başında geçen bir temenni bu. O yüzden anlatıcıyı yani çocuğu bulduğumda kitabın ismini de bulmuş oldum. Bu da bir ilkti benim için. Yani beşinci kitapta yaşadım. Yazmaya başladığımda ismi belliydi. Okurların da dikkatini çekiyor Keşke Leyla ismi. Mutlu oluyorum. Kitapla ilgili doğru bir his veriyor bana göre.

"Çocukluğun yetişkinliğe kıyasla daha dürüst, cesur, basit ve daha adil dünyasına ihtiyacımız var"

- Keşke Leyla, Ursula K. Le Guin'in sözleriyle açılıyor. "Bence olgunluk kabuk değiştirmek değil, serpilip gelişmektir. Yetişkin bir insan, ölü bir çocuk değil; yaşamayı başarmış bir çocuktur." Sence olgunluk nedir? Neden olgunluğumuzun keyfini yaşamak varken çocuk ruhumuza dönme telaşındayız? Birileri bu akımı durdurabilir mi?

İnsanın kendi kurduğu medeniyetten duyduğu memnuniyetsizlik sona ermeden bu akım durmaz bence. Durmasın da. Mutsuzluğumuzun büyük kısmı mevcut medeniyetin insanca olmamasından. Kendi kurduğumuz oyun bizi mutsuz ettiği halde değiştirme gücü bulamamamızın, umudu kaybetmemizin ya da bu uyumsuzluğu kendi kişisel meselemiz haline getirip işe yaramayan çözümler peşinde koşmamızın sebebi büyük ölçüde yetişkin tutumlarımız. Senin bakış açını da anlıyorum. Çocukluğu ekseriyetle boş bir romantizm paketiyle satıyorlar. Bir dondurma reklamı sığlığında. Sanki yağmurda dans etmeni, doyasıya kahkaha atmanı sağlayan bir şeyden ibaretmiş gibi. Ama bizim çocukluğun yetişkinliğe kıyasla daha dürüst, cesur, basit ve çoğunlukla daha adil dünyasına ihtiyacımız var. Hayatı daha basit ve insanca sürdürebilmek için yaşamayı başarmış çocuklara ihtiyacımız var yani. Benim anladığım ve anlatmaya çalıştığım bu.

- Romanda, karakterlerin duygusal derinliklerini ve içsel çatışmalarını sade, mizahi, vurucu şekilde anlatıyorsun. Yazı kimliğini nasıl tanımlarsın?

İlk romandan beri birlikte çalıştığım bir editörüm var, biliyorsun. Sadece editörüm de değil tabii, dostum aynı zamanda. Her kitaba başlamadan önce uzun uzun konuşuruz. Bu kitabın hikâyesi ise farklı gelişti. Ben apar topar yazmaya giriştim, can havliyle bir nevi. Aile Geleneği'nin hemen peşi sıra. Çok da ne yaptığımı bilmeden. Sadece anlatıcı çocuğun o acemi ve içten hâline kapılıp… Keşke Leyla'yı yazdıkça editörüme yolladım bölüm bölüm. Bana çocuk anlatıcının teknik açıdan çok zor ve riskli olduğunu söyledi daha kitabın en başında. Ne demek istediğini ben son bölümü yazarken anladım. Son bölümde yetişkin hâliyle baş başa kalıyoruz ya… Çocuk anlatıcının kısıtlamalarından azade… Dolayısıyla bahsettiğin sadeliğin sebebi anlatıcının 8 yaşında olması. Az malzemeyle çok şey anlatman gerekiyor. Sahici ve içten olman da tabii. Çocuk anlatıcının sınırlarından çıkmadan. Bu yüzden kitap bittiğinde yeni bir teknik yeterlik ispatlamış oldum kendime. Yazı kimliğime gelince… Bir de sevgilim vardır pek muteber; ismini söyleyemem. Edebiyat tarihçisi bulsun.[1]

- Cinsiyetin göreceli olarak önemli olmadığı bu düzende çocuk karakterinin cinsiyeti neden bu kadar soruluyor? Çocuk sadece çocuk değil mi? Sonradan yüklenen roller hayatımızı daha da zorlaştırmıyor mu?

Keşke cinsiyetin hiç de önemli olmadığı bir düzende olsak. Bizim aramızda evet, önemli değil. Elimizdeki "keşke"nin gücüyle ben de diliyorum yayılsın diye. Aslında kitaptaki çocuğun cinsiyeti sorulmuyor. Tam tersi, her okur çocuğa kendisi bir cinsiyet atıyor. Üstelik kendi cinsiyetinden bağımsız olarak. Yani kimi okur kız çocuk diye okuyor kimi okur erkek. Bunu, kitabı yazarken hemen başlarda fark ettim tesadüf eseri. Henüz elimde bir iki bölüm varken yakın iki arkadaşıma okuttum. Biri kadın biri erkekti. Erkek olan kız çocuğu diye bahsetti çocuk anlatıcıdan kadın olan da erkek çocuk diye. Etkilendim bundan. Bilinçli olarak yapmamıştım ben. Çok hoşuma gitti o çocuk sesinin cinsiyetten bağımsız olması. O yüzden bir isim ve cinsiyet atamadan devam ettim yazmaya. Çocuk sadece çocuk zaten. Kendisi de onu dile getiriyor ya… "Kadın ya da erkek olmak istemiyorum ben, çocuğum çocuk" diye. İşte yetişkinliğin attığı bir kazık daha.

- Keşke Leyla'da, Aile Geleneği'nden Aslı bu kez Leyla'nın annesi olarak karşımıza çıkıyor. Roman aynı evrenin devamı gibi. Keşke Leyla bağımsız bir kurgu olsa da Aile Geleneği'nin devamı diyebilir miyiz?

Devam hikâyesinden ziyade bir yan karakter hikâyesi demek daha doğru olur. Spinoff yani. Buradaki üvey anne olan Leyla, Aile Geleneği'ndeki Aslı'nın kızı, Gönül'ün de torunu. Fakat tema olarak devam hikâyesi. Çünkü Aile Geleneği'nde annelik teması kutsal alanın dışında tartışılıyordu. Oradaki anneler "makbul" değildi. Aynı temayı alıp üvey anne miti üzerinden yeni bir hikâye uydurdum. Yine ters köşe.

- Neden köşeler ters?

Her zaman konuştuğumuz gibi... Çünkü mevcut köşeler insan hayatının hakikatini kapsama konusunda yetersiz. Romanın da bu ters köşeler üzerinden yükselen bir tür olduğunu düşünüyorum. En azından iyisinin. Bana seslenen benim kendimi bulduğum örnekleri öyle. Benim bu türü sevme ve hikâyelerimi bu türde anlatma sebebim bu.

"Hayat varsa bütün ihtimaller de var elbette"

- Hikâye, kadınların toplumdaki rollerine, aşklarına, mücadelelerine ve kendilerini bulma süreçlerine odaklanıyor. Çocuğun, kadın erkek rollerinin eşitsizliğine dair sorgulamaları çok etkileyici. Bu dünya düzeni değişecek mi, umut var mı sence?

Harikulade medeniyetimizin dayattıklarına kapılmazsak zaten kaçınılmaz bir değişimin eşiğindeyiz. Umuttan büyük hayat var. Hayat varsa bütün ihtimaller de var elbette. Kendi kaba saba gerçekliğimiz içinde yenik hissetmediğimiz sürece bütün ihtimaller önümüzde.

- Romanda "Keşke Leyla"dan çok "Ahh Aysel" dedim. Güçlü ve mütevazı duruşu beni derinden etkiledi. Aysel'in hikâyede nasıl bir rol oynadığını düşünüyorsun? 

Aysel romanın isimsiz başkahramanı. Çocuğun ortadan kaybolan annesi yani. Bütün kitap ona yakılmış bir ağıt. Mecnun'un Leyla'sı gibi. Yine geldik mi Leyla'ya!

- Çocuğun annesinin ölümünden sonraki "Lütfen biri gelip kalbimin acısını durdurabilir mi?" isyanı çok vurucu. Çocuğun acısı zamanla susuyor mu? İçindeki boşluk doluyor mu? Yeni travmalara mı davet çıkarıyor?

Şimdi senin çocuk ne yapıyor, diye soruyorsun yani? Aradan yıllar geçmiş, yolda karşılaştın diyelim. Nasıl birine dönüşmüş? Benim çocuk, merkezini bulan biri. Hayal gücü gelişmiş, empatik. Bu da onu hayat içinde esnek ve dolayısıyla dayanıklı yapar. Boyundan büyük bir acının içinde kıvranırken yardım istemeyi de biliyor. Artı bir puan daha yani. Acısı zamanla susuyor diyebilir miyiz bilmiyorum ama dindiği kesin. Bir de Leyla'sı var. Hakkını verelim. Yani yanı başında seveni, kıymet vereni, annelik etmeye çalışanı… Acısı dinse de içinde bir boşluk var tabii. O boşluk dolmaz. Onun dolmayacağını biliyor olmak onu hayata karşı daha dayanıklı kılıyor zaten. Hayatı nasıl yaşarsa daha az acı çekeceğinin bilgisi tam olarak orada.

Ece Gamze Atıcı ile Ebru D. Dedeoğlu

- Kardeş kıskançlığını bu kadar net ve dürüstçe hiçbir romanda okumadım. Duygular şelale. :) Kahkahalar attım. Cidden ablası olan bir çocuk olarak benzer duygulardaydım. Tek çocuk olduğunu biliyorum. Diyalogları ya da o psikolojiyi bize bu kadar doğru nasıl aktardın?

Karakteri iyi tanıyorsan onu seslendirmek de o kadar kolay oluyor. Bugüne kadar yapmadığım ya da olmadığım o kadar çok şey anlattım ki... Karaktere alan açmak, kendi sesini kısıp onun sesine teslim olmakla gelen bir özellik olduğunu düşünüyorum bunun. İleri gözlem ve empati gerektiriyor yani en teknik tarifiyle. Bunları yapamıyorsan zaten kurmacada ne işin var? Yazarların süper gücü nedir diye sorsan zaten en başta bu ikisinden birini sayarım. Yazarken lütuf yaşarken de lanete dönüşen bir süper güç.

- Çocuk tanıdık mı? Kendi çocukluğuna ne kadar yakın ne kadar uzak? Ne kadarı tanıdık ne kadarı kurmaca?

Epey tanıdık. En yakın arkadaşlarımdan birinin sesiyle benim çocukluk sesimin karışımı gibi. O yüzden nerede nasıl tepki vereceğini bildiğim, iç sesi bana yakın biriydi daha en baştan. Yani tanıyordum kendisini. Hikâyeye gelince o, tamamen kurmaca tabii. Bildiğim birini hiçkimsenin içine düşmek istemeyeceği bir duruma attım bir nevi. Söz konusu arkadaşım bir sabah bana gelip uzun zamandır ağlayamadığını, ağlamaya ihtiyacı olduğunu söyledi. Onu ağlatmak için yazdım diyebilirim. Motivasyonlarımdan biri de buydu. Bitirir bitirmez okusun diye ona verdim. Ertesi sabah gözleri şiş hâlde geldi. Bütün gece okumuş. Ve ağlamış tabii. Hem çok sevdiğini söyledi hem de azıcık küfretti bana. İkisini de kabul ettim. İyi bir arkadaş olduğumu düşünüyorum.

- Çocuk, hepimizin kaybettiği çocukluğu temsil ediyor. Son olarak sormak istiyorum. Ece buraya kadar gelmeyi başardık mı?

Biz mutlu olmak için tasarlanmamışız, hayatta kalmaya ayarlıyız. Tabii ki başardık.

- Aile Geleneği ve Keşke Leyla kesinlikle dizi olmalı. Ne düşünüyorsun bu konuda? Çalışmalar var mı?

Evet. Aile Geleneği için birkaç teklif geldi. Keşke Leyla bir yan hikâye olduğu için tamamlanmasını bekliyordum. Şimdi esas devam hikâyesini yazıyorum Aile Geleneği'nin. Aslı'nın kaldığı yerden kızı Leyla ile hikâyesi. Aile Geleneği'nin yerinin bir başka olduğunu en başından beri biliyordum, yazmaya başladığımdan itibaren. Bana yeni bir evren sunuyormuş meğer. Çalışmalar devam ediyor.


Fotoğraflar: Egemen Yılmaz

[1] Orhan Veli Kanık, Ben Orhan Veli şiirinden.

Ebru D. Dedeoğlu kimdir?

Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.

Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.

Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla birebir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı.

Cumhuriyet'te Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı. Oksijen gazetesinde de röportajları devam etmektedir.

Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.

Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Teoman: Hayatta bir anlam aramalıyız, bir tek cevapla yetinmeden

"Ben içimdeki gölgeden, melankoliden, delilikten beslenen birisiyimdir. Artık 57 yaşındayım. 4 sene önce, hiçbir zaman o gölgeden, melankoliden kurtulamayacağımı anladım"

Deniz Gök: Sevgili olmakla sevgili olmamak arasındaki o kalın çizgi, günümüzde ipincecik bir çizgi olma yolunda

İstediğin gibi para kazanamıyorsan yanlış iştesindir, az çalışıyorsundur, farklı bir sektöre geçmelisindir… Bunu araştır, dedeni rahat bırak. Yanlış erkekler tercih ediyorsan problem sendedir, kendi bakış açını değiştir. Anneannen suçlu değil

Abdurrahman Keskiner Yeşilçam'ın sırlarını anlattı: Yılmaz Güney en çok kimi sevdi?

"Benim için zor olan, silahı istediği zaman vermememdi. Hırçınlaşıyordu. Birlikte çalıştığımız altı yıl boyunca Yılmaz'a asla üzerinde silah taşıttırmadım, hep ben taşıdım. Aramızda gizli bir anlaşma vardı. O içtiği zaman ben içmezdim. Benim içtiğimde de o içmezdi"

"
"