17 Aralık 2023

Başar Başaran: Aşk yok, aşk üzerine konuşmalar var; sanat yok, sanat üzerine konuşmalar var; bir şeyin kendisi küçüldüğünde göstergesi büyür

"İnsanın zamanı kavrayışı, zamanın taşıdığı umuda bağlı"

Başar Başaran. Son dönemin iyi yazarlarından ve aklımızın köşesinde kalan birçok dizinin yaratıcısı. Onunla Halit Ergenç'in başrolünde olduğu Netflix dizisi Adsız Aşıklar'ın koşturması sırasında buluştuk. İlk Amsterdam romanıyla tanışmıştık. O günden beri de okumayı ve izlemeyi hiç bırakmadım. İçinde yaşadığımız dünyada hepimizin kafası karışık, gönlü yorgun. Aşkı yaşamıyor sadece konuşuyoruz. Sadece aşk mı? Bence bir çok duyguyu da konuşarak tüketiyoruz. Başaran, Aşık Kral'da yaşadığımız sıradanlığın ancak aşk ve ilhamla aşılabileceğine bizi ikna etmeye çalışıyor. Şiir kadar coşkulu, roman gibi kurgulanmış öykülerini konuştuk. Buyrun sohbetimize…

Fotoğraf: Başar Başarır

- Yeni kitabın "Aşık Kral" çıktı. Tebrikler. Hepsi birbirinden etkili bilinç akışında yazılardan oluşuyor. Kralımız varoluş krizinde mi?

Kral'a göre günümüzde var-oluş krizi yerini yok-oluş bunalımına bırakmış görünüyor. Çünkü var olmak arzusu, savaşı; bireyin kendi hayatının kontrolünü kendi elinde hissetmesi ön koşuluna bağlıdır. Hatta bizatihi bu sorumluluğun insanda doğurduğu bir arayış krizidir. Bugün Kral'ın mustarip olduğu şey bireyin artık kendi yaşam yolculuğunun rotasını, kendi mutluluk kriterleriyle çizebilme imkanlarının azalmasıyla bu dönüştürücü sorumluluğu üstünden atması olabilir. Oysa hayat tam da bu sorumluluğun ağırlığıyla mana atfedebilecek bir tecrübedir. Bugün var olmak ideali, görünür olmakla takas edilmiş görünüyor. Fark edilmek, aynılık dünyasında aynılığı bozmadan, başkasının dikkatini çekmek gibi öncelikleri var insanın. 

Görülmek bakan göze bağlı. O halde var olmak ödevi yerini görünür olmak ödevine bırakınca insan varoluşunun kararını da ona bakan gözlerin bakışına bırakmış oluyor. Yani kendisi değil dümende başkası oturuyor.

- Kendi sesini duyamaz oluyor.

Evet tam olarak kendi sesini duyamaz oldu. Kral bunun acısını çekiyor ve insanlara bildiklerini ters yüz etmek üzere yeni kriterler öneriyor. Elinde termometre olan sıcağı barometre olan basıncı ölçer. Biz yaşamı başka aletlerle ölçelim diyor. Çaresiz dünya kriterlerimizi belirleyerek çaresizliğimizi ölçelim ki onunla mücadele edelim diyor.

- Kitabı okurken ve duygular arasında kaybolurken bir duygu hakim oldu. "Hep bir şeyler eksik." Hayatlarımızın bu döneminde yaşarken o duygu sende de uyanıyor mu? Neden hiç tamamlanmayacak bir eksiklik duygusuyla yaşıyoruz?

Ebrucum, insan manevi bir özne. Ne olursa olsun hiçbir maddi doyum maneviyat eksikliğinin yerini dolduramıyor. Dünya dünyevileştiğinden beri insan, ruhunun nefes gibi ihtiyacı olan birtakım inceliklerden uzağa düştü. Eksiklik duygusu bundan, kürekle maddiyat atsan insan başını okşayan bir elin eksiğini duyacaktır. Böyledir.

- Kahramanımız henüz yaşanmamış en güzel aşkı mı arıyor? Yoksa aşık olma heyecanına mı aşık?

Aşkın insanı sıradanlıktan koparan aşkınlığından medet umuyor. Neden, çünkü içkin olandan, yani gözle görülen elle tutulan kadar yaşanan bir hayattan bunalmış. Bir sınır durum olarak aşkta insanın kendisiyle karşılaşma ihtimali var. Bana beni bulduracak o sarsıntıyı arıyor. Her şey bunalımla başlıyor çünkü. Ne varsa oradan sonra var. Sanat da kavga da felsefe de… Yaşıyorum demek için buna muhtaç.

- Bunalımdan besleniyor diyebilir miyiz? 

Bunalım yaratıcı bir huzursuzluğun manivelasıysa bunalımdan besleniyor diyebiliriz. Bunalım tembelleştiriyor, insanı dünyayla didişmekten alıkoyuyorsa ona besleniyor diyemeyiz. Burada aradığım bunalım aslında dünyevi olandan tiksinmeden doğan bir bunalımdır. Aşkın olanın tersi içkin olandan, derin olanın tersi yüzeysel olandan, incelikli olanın tersi bayağı olandan bunalmaya çağrıdır.

- Hayatımız boyunca yüzlerce belki binlerce kisiyle tanışırız ama birine aşık oluruz. Neden o kisi?

Aşkın metafiziği aklın neden sonuç ilişkileriyle açıklanamaz elbette.

- Neden? Açıklanamayan nedir? Bizi rahatlatacak bir formül olsa... Kitapta ipuçları var sanki?

Açıklanamayan her şey, insana kendini güvensiz hissettirdiğinden, biz bu bilinmezliğe mutlak bir cevap bulmak isteriz. Bir formülünü bulsak ne rahatlayacağız, ama maalesef yoktur. Doğum gibi ölüm gibi aşka da akıl ermez. Sadece şuna bakılabilir; bu aşk ne kadar objektif bir aşk, kitapta buna dair bir cevap bulacak diye umuyorum okuyanlar. Ne demek objektif aşk? Hakikatin en sarih hâli olan aşk duygusu, her ucun tersine yakınlığı gibi aynı zamanda büyük bir illüzyonun kendisi de olabilir. İçinde hezeyanlar, aşağılık kompleksleri, tahripkâr bir öfke gibi toksik bir sürü şeyi barındırabilir. Kendimizi yok etme planımızın bir parçası olabilir. Subjektif aşklar marazidir. Tarafsız bir aşkı, biz ona bakmazken de orada duran aşkı aramak, diğerinden ayırmak gerekir. Belki bazı öyküler buna iyi gelir.

- Antikahramanımız, utangaç, mahcup, ürkek hatta kaçak dövüşen, terk edilmiş gözüken bir terk eden mi? Sanki hep böyle tipler daha tehlikelidir gibi gelir. Bir tür narsisizm mi?

Ona narsizm demem de, çocuksuluk derim. Bir çocuk gibi dünyada olan her şeyden kendini sorumlu tutan bir yanı var. Aşkın her tarafını, yani gideni de kalanı da aynı anda kendisi gibi hissedişinden ötürü sizde böyle her şeye muktedirmiş gibi kendini gördüğü hissini bırakmış olması muhtemel. O yazan insan sadece, diğerleri ise yaşayanlar. Yazan her zaman, her yazdığından, dolayısıyla herkesin yaşadığından sorumludur. Oysa yaşayanlar sadece kendi yaşadıklarından sorumludur. Karıştı mı cümle. Karışsın! Tam da böyle çünkü. Yazar kağıt üzerinde dünya kurarken sınırlı bir tanrı gibi acizdir. Aczini büyük laflar etmekle yahut kaçmakla örteceğini zanneder ama hep kendini ele verir. Mahcupluğu da bundandır. 

- Kıyamıyorsun kahramanına (gülüşmeler). Pekala. "Basit iyidir." O zaman kahramanımızın ruhsal iklimi neden bu kadar hoyrat ve karışık?

Derinleşen her şey basitleşir. Basiti arıyor kahramanımız. O yüzden yolu derine inmekten geçiyor, fakat derine inen yol dediğiniz gibi karışık… O yolda önce parçalanmak sonra toparlanmak gerek. Parçalarken hoyratlığı da bundan.

- Derine inerken yaralar kanadı mı?

Bu derine inmenin fıtratında var. Derine neden iniyoruz? Çünkü kalbin yerini bulmakla yaşamaya başlıyor insan. Aşk bu anlamda önemli bir kendine getiriş insanı. İnsanın derine giden yolları çoğu zaman tıkalı. Aşk bir fenomen olarak tam da tıkanmış bu yolu açacak bir dinamit insan hayatında. Böyle bakmak öykülerde bunu aramak gayreti var anlatının.

- "Bir erkeğin gerçekten çalışan özellikleri neyse ona bakalım" diyor kadın kahramanın. Bayıldım. Erkeklerden fazla bir şey beklememeliyiz değil mi biz kadınlar?

Kitapta da var. Erkekler babalarının gerisinde, kadınlar annelerinin ilerisinde. Bugün arada bir makas açılmış vaziyette. Kadınların beklentisine "halinin adamı'' olarak cevap veremeyen erkek, bununla mücadele ederek açığı kapatmak yerine, şımarıkça bir tavırla daha da oğlan çocuğu olmaya başlıyor. Ortalık yetişkin bebek adamlardan geçilmiyor. Kadınlar o anlamda galiba giderek dünyanın yükünü sırtlamaya başlıyorlar. Onları yerkürede yalnız bırakıyoruz. Fakat dünyayı kadınlara böyle ihale ettik gibi geliyor bana

- "Umut olmayınca geçmişi özlemek ile gelecekten korkmak karışımı, üstlenilmemiş bir şimdiki zaman bunalımında geçiyor hayatın" Nasıl? Anlat bana.

İnsanın zamanı kavrayışı, zamanın taşıdığı umuda bağlı. Umut geçmişte kaldıysa insan geçmişi özlüyor, nostalji yükseliyor, umut gelecekteyse insan geleceği özlüyor, bir an evvel o güne varmayı kavuşmayı bekliyor.

- Peki neden hep başkası olmak istiyoruz? Hatta belki de seviştiğimiz insanlar gibi?

Genelde insan her kimse, o olmak istemez. Başkası olmak ister. Her neredeyse orada olmak istemez. Başka yerde olmayı düşler. İnsan, hasılı, kendisiyle ne yapacağını bilemez. Bu huzursuzluğu yaratıcılığa üretime dönükse abad olur, değilse kendi kendisini yer bitirir helak olur. 

- "Bir şeyin kendi azalırsa, lafı büyür" Aynı aşk gibi. Aşkı artık yaşamıyoruz sadece konuşuyoruz. Neden?

Aşk yok, aşk üzerine konuşmalar var. Sanat yok, sanat üzerine konuşmalar var. Bir şeyin kendisi küçüldüğünde, göstergesi büyür. Bu nasıl biliyor musunuz, bir memlekette bayraklar büyüyorsa orada kaygı var demektir. Dev adliye binaları yapılıyorsa zihinlerdeki adalet kavramında yıpranma var demektir. O bağlamda aşk endüstriye dönende anlayın ki aşkın kendisi orada pek yoktur artık.

- Sen yaşıyor musun aşkı? 

Kitapta yazıyor.

- Tanrı; manasız hayatın manası, bütün soyutlamaların başı mıdır? Beni çok düşündürdü kahramanın bu sözleri. Tahmin ediyorum ki okuyucularda cevabı merak edecektir.

"Kalpsiz bir dünyanın kalbi, kitlelerin acılarını dindiren afyondur" diyor Marx. Kahraman da buradan hareketle buna akıl yoruyor. İnsan soyutlaması tanrı idesiyle kendisini gösterir elbette. Hayatın gördüğümüz kadar, yaşamımızın yaşadığımız kadar olmadığına dair bir sezişle başlar. Bundan başka, henüz bilmediğimiz bir gayb alemi daha var algısı gelir oturur insanın içine. En tanrıtanımaz olan düşünürde bile böyledir bu, mutlaka bilinmez olana dair en azından bir bilinmezlik kabulü gizlidir. Tümden reddediş mümkün değildir. Yani insanın bizim elimizdeki imkanlarla bilemediğimiz tarafına uzanan bir ilham kapısı vardır. Aşk bu kapılardan kendini en kolay açık edenidir kuşkusuz. Aşık olursun ve madde seni kesmez olur artık.

- Anlat bana, hayatta kalmak ile yaşamak arasındaki fark nedir? Çözebildin mi? Ben hâlâ arayıştayım da (Gülüyor)...

Yaşamak kendini gerçekleştirmektir Ebru. Sorgulamak yoludur, kavga etmek yoludur, cesaret şartıdır. Namık Kemal'in "yüksel ki yerin o yer değildir, dünyaya gelmek hüner değildir" dediği ayrımdır burası. Yaşamak başka, nefes almak başka şeydir. Mesele kendinden bir insan yaratmak meselesidir.

- Çok doğru. Yaşamak başka, nefes almak başka… Peki okurken anlıyorum ki erkekler aşk acısını farklı yaşıyor bizden. Nedir bu farklar sence?

Tersine akıyor yollar. Erkek başta iyi, sonra giderek kötü oluyor. Kadın ilk anda yaşıyor acısını sonra yavaş yavaş toparlanıyor. Erkeğinki teorik bir acı olarak başlıyor kadınınki pratik. Kadın doğrusal erkek zigzaglarla yaşıyor. Kadının çalışma prensibini elbette daha sağlıklı buluyorum. 

- Erkek daha kolay mı atlatıyor, yoksa rol mü yapıyor? Acıyı derinden hissediyor mu? 

Dediğim gibi teorik ayrılıyor. Ayrıldığının idrakına varana kadar artık gitmeyeceği bıraktığı yolun kendisi için ne manaya geldiği üzerine de düşünemiyor. Ne zamanki kafasına dank ediyor o zaman acısı derinleşmeye başlıyor. Modern erkek aptalca bir özgürlük anlatısıyla kendi kendine zincirlenmiş bir çocuksuluktur. Bir heykeltraş olsaydım böyle bir erkek heykeli yapardım. Malzemesini de lüle taşından seçerdim

- O zaman tutkulu bir ayrılıkta unutmak mı, unutulmak mı daha çok acıtıyor?

İnsan kalıcılık arar. Tırnaklarını herkes birbirine geçiriyor. Herkes gibi olmak daha acı o yüzden. Ta içinde diyor ya Nazım, şimdi ta içinde kalbimin akisleri sönen bir ses gibisin, sönen bir akis olmak en acısı, insanca tutkumuzu düşününce

- Tamam anladım, satırlarında anlatmışsın "Giden geri gelmez. Aynı suyla iki kez yıkanmaz." Yarım kalan aşklarda tekrar baştan başlamak mümkün değil diyorsun. Doğru mu anlamışım?

Ayten Alpman'ın sesini duydum.

- Benden mi? (Kahkahalar.)

"Ne sen aynı sen, ne ben aynı ben, biz miydik yoksa zaman mı değişen''… Mümkün elbette ama o artık yeni bir aşk olacaktır eskisinin gölgesi üstünde üstelik. Ağır duygular vesselam. Heraklitosun aynı suda yıkandırmadığı nehri çok nankör ve tekinsiz bir nehirdir. Bu tip çabalar zorlayıcıdır. Olmaz değil ama kolay da değildir.

Ebru D. Dedeoğlu kimdir?

Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.

Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.

Türkiye’nin çok sayıda yazarlarıyla birebir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejeleri üzerine çalıştı.

Cumhuriyet'de Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı.Oksijen gazetesinde de röpörtajları devam etmektedir.

Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap’ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.

Halen Ajans Letra’da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.

Yazarın Diğer Yazıları

Ahmet Ümit: Artık ciğerim yanıyor, bunu yazmak zorundaydım!

"İktidardakiler kendilerine ‘padişah’ denilmesinden ve ‘kullarım’ tavrından mutluluk duyuyor”

Dr. Hasan Hüsnü Eren: İyot karşıtlığı savaşlardan bile daha zararlı!

Dr. Hasan Hüsnü Eren, iyotun insan vücuduna faydalarını, "İyodun yok edemediği hiçbir mikrop yok. Antibiyotik sadece bakteriler üzerinde etkili iken iyot ayrıca virüslere, mantarlara da etkilidir" ifadeleriyle anlattı

"Zina tartışmalarında asıl hedef kadınlar": Hukuki cezalar ve artan erkek şiddeti

Damla Topbaş, Erkeklik Krizi: Aldatılan Erkekler, Aldatan Kadınlar adlı kitabından bahsederken, gündemi “Türkiye’de erkekler de kadınlarla birlikte ‘İstanbul Sözleşmesi yaşatır’ diye bağırması gerekiyor” sözleriyle değerlendirdi

"
"