Ümit Boyner, iki dönemdir yürüttüğü TÜSİAD Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine veda etmeye hazırlanıyor. “Haber” diye kurgulanmış metinlerde TÜSİAD'ın taleplerinin “PKK ile aynı olduğu” iddialarına da muhatap oldu Boyner, Başbakan'ın “Taraf olmazsanız bertaraf olursunuz” tehdidine de.
Kimse eleştiriden bağışık değil, ancak TÜSİAD tarihindeki ikinci kadın başkan olan Ümit Boyner'in, bu koltukta bertaraf edilmekten çekinerek oturduğunu söyleyebilir misiniz?
Önemli bir bölümü TÜSİAD üyesi olan medya patronları ile sahibi oldukları yayınların hâli cevabı önümüze koyuyor; hayır.
Sadece siyaset ve medya gruplarının değil, TÜSİAD'ın mazideki günahlarının hesabına da, kimi gazetecilerin emir-komuta-cüzdan zinciri içindeki mide bulandıran evrimine de tanık oldu Ümit Boyner.
Kâh koskoca “anchorman”lerin “Ekranda kurallarımı kendim koyuyorum... Tabii dikkat ediyorum. Mesela Kürt sorununda Başbakan'ın kırmızı çizgilerini biliyorum” kekelemelerini izledi... Kâh, eski medya gruplarının bütün hastalıklarına parasıyla yakalanmış yeni medya gruplarını.
“Afyon'da, Uludere'de ne olduğunu bilmek hakkımız” dediğinde, “Bakarsınız bundan sonra Sarıkız'ın, Ayışığı'nın ne olduğunu da öğrenmek isterler” diyen pişkin başyazarlara da hedef oldu.
Katı, sıvı veya gaz halinde fark etmez; eşiyle birlikte her iktidarın civarına kapılanmış bir başyazardan söz ediyorum. Bu ülkenin gördüğü en karanlık darbenin lideriyle bile kanka olduğu halde, geçmişin muhasebesini sadece başkaları üzerinden yapmaktan utanmayan bir başyazardan.
İhtimal, “hayat bilgisi” TÜSİAD Başkanlığı koltuğunda kendisini ikinci kez tebliğ etti Boyner'e. İlk tebliği; eşinin yanında 1990'larda elini taşın altına koyarak girdiği siyaset sahnesinde almış olmalı. Misal, Kürt sorunu konusunda kitabın ortasından konuşmanın bedelini daha o yıllarda öğrendi.
Başbakan kendi işine bakıyor mu?
Ümit Boyner; bir kez daha Başbakan ve bakanlarıyla karşı karşıya. Son “hatası” malum. TÜSİAD'ın Yüksek İstişare Kurulu toplantısının açılışında “Buyurgan bir idare anlayışına dönülmesinden ürktüklerini” söyledikten sonra “Uludere ve Afyon'da neler olduğunu bilmek hakkımız” demeye “cüret” etti. Demokrasinin böyle bir şey olduğunu anlatmaya çalıştı.
Saraybosna'dan İstanbul'a dönerken ne karşılık verdi Başbakan, biliyorsunuz. Geziye katılan gazetecilerden Milliyet Ankara Temsilcisi Fikret Bila'nın köşesinden bir daha okuyalım:
“Bir defa her şeyi, öğrenilmesi gerekenleri, azami ölçüde sinyalini vermesi gereken merci neresidir; hükümet, yargı, Genelkurmay'dır. (…) Öğrenmek hakkımızdır falan, neyi ne kadar öğrenmek, kimin hakkı, kimin hakkı değil, onun ölçüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O işine baksın.”
Bilinmesi gerekenleri belirleyeceklerin listesi bir yana, Başbakan'ın öfkeli çıkışları, artık ciddi bir külliyat oluşturan kendi konuşmalarına ve partisiyle birlikte dile getirdiği taahütlere götürüyor beni.
Misal, “Ümit Boyner işine baksın” mı dedi; ben köşe yazılarını beğenmediği yazarların patronlarına “Yazıklar olsun” diyen, haberlerini beğenmediği gazetecilere “Not ediyoruz” diye parmak sallayan, gazete manşetlerine siparişler veren ve bu bahiste pek de kendi işine bakıyor gibi görünmeyen bir Başbakan hatırlıyorum.
Bazı BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılacağını, bunun için “yargıya gerekeni söylediğini” mi duyurdu Başbakan; “Bu yargının eline siyaseti nasıl teslim edeceksiniz” diyerek dokunulmazlıkları kararlılıkla savunan bir Başbakan takılıyor zihnime.
Başbakan, “Terör haberlerini büyütmeyin” diye medyayı mı payladı; hafızamda terör saldırıları nedeniyle TBMM'nin açılış resepsiyonunun iptal edilmesine onay veren bir Başbakan yürürlüğe giriyor.
Başbakan rektörlere, bankacılara, başörtülü milletvekili adayı isteyen kadınlara, “İşlerine baksınlar” mı dedi; her çiftten “üç çocuk isteyen” bir Başbakan beliriyor karşımda.
İşkenceden ceza almış bir polis şefini terfi ettirmeyi mi savunuyor Başbakan, ben “İşkenceye sıfır tolerans” diye söz veren bir Başbakan hatırlıyorum.
AKP Programı 'Herkes işine baksın' demiyor
“Uludere'de, Afyon'da ne olduğunu bilmek hakkımız” deyince “İşine baksın” cevabı alan Ümit Boyner, keşke peşi sıra “AK Parti Programı”ndan pasajlar okusaydı. Başbakan'a, 11 yıl önce partisini kurarken Türkiye'ye ilan ettiği taahhütleri hatırlatsaydı. Şu satırlar, “Herkes kendi işine baksın” demek bir yana, tam aksini vaat eden AK Parti Programı'ndan, buyrun:
- Partimiz bütün vatandaşlarımızın özgür haber alma ve düşüncelerini yansıtma hakkını esas kabul eder. Çağımız demokrasilerinin vazgeçilmez koşullarından biri, özgür medyanın varlığıdır. Başta anayasa olmak üzere medyaya ilişkin tüm yasal çerçeve ele alınarak, medyanın ifade özgürlüğüne getirilen ve demokratik toplum düzeninin gerekleri ile bağdaşmayan yasak ve cezalar kaldırılacaktır. Yazılı ve görsel medyanın özgürlükleri, titizlikle korunacak ve tekelleşmeye fırsat tanınmayacaktır... Medyayı denetleyen kurumların objektif kriterlerle hareket etmesi sağlanacak, bu kurumların medya üzerinde siyasi baskı aracı haline gelmeleri engellenecektir.
- Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir.
- Özgürlükler demokrasinin temelini oluşturur. Hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez. Bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik bir siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır.
- Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında getirdiği standartlar uygulamaya geçirilecektir... İnsan hakları alanında faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri dikkate alınacak, devlet organları ile bu kuruluşlar arasında sıkı bir işbirliği oluşturulacaktır. İnsan hakları ihlallerinin tespiti, çözüm önerilerinin geliştirilmesi, insan hakları eğitimi ve kolluk güçlerinin denetimi konularında bu kuruluşların katılımına ağırlık verilecektir...
- İşkence, gözaltında ölüm, kayıp, faili meçhul cinayetler gibi demokratik hukuk devletinde kabul edilemez uygulamaların üstüne ciddiyetle gidilecek ve şeffaflık sağlanacaktır. Bu konuda her vatandaşın şikâyeti değerlendirilecek, caydırıcılığı sağlayan gerekli düzenlemeler yapılacak, sorumlular cezasız kalmayacaktır.
- Partimiz sadece kendi içinde değil, parlamento ve toplum içinde de kolektif iradenin tekil iradelerin yerini almasını sağlayacaktır. Yasalar sadece parlamento çoğunluğu değil, toplumun ortak iradesinin ifadesi olacaktır. Bu nedenle partimiz, hazırlayacağı yasa tekliflerini sivil toplum kuruluşlarının değerlendirmelerini alarak oluşturacaktır.
- Çağdaş demokrasinin en çok önemsenen niteliklerinden biri çoğunluğun hiçbir şart altında temel hak ve hürriyetleri tartışma konusu yapmaması ve azınlıkta bulunanların hak ve özgürlüklerine saygılı olmasıdır... Partimize göre, demokratik bir düzende yurttaşların uymak zorunda oldukları kurallar kendileri tarafından oluşturulur. Bu nedenle demokrasi, hukuk kurallarının yurttaşların rızasıyla oluştuğu bir yönetim biçimidir.
- Çoğunluğun oyunu alanlar iktidara gelir, tüm ülkenin ya da yerel yönetimlerin sorumluluğunu üstlenirler. Ancak yarışı kazanmak ve iktidara gelmek çoğunluğun iradesini mutlaklaştırmaz... Çağdaş demokrasinin en çok önemsenen niteliklerinden biri çoğunluğun hiçbir şart altında temel hak ve hürriyetleri tartışma konusu yapmaması ve azınlıkta bulunanların hak ve özgürlüklerine saygılı olmasıdır. Azınlıkta kalan görüşlerin ve muhalefet hakkının anayasa ile güvence altına alınması demokrasinin çoğulcu niteliğini pekiştiren bir unsur olarak kabul edilmektedir.
- Sansür ve benzeri kavramların tanımı, şüpheye mahal bırakılmaksızın ve tamamen sivil inisiyatif tarafından belirlenecek ve önlemler de yine siyasi iradenin dışında alınacaktır.
- Burada (AK Parti'de) katı yargılar değil, ilkeler; tekelci akıl değil, kolektif akıl hakimdir.