09 Kasım 2010

TRT'ye 'Kürt sorunu' demeyin telefonu!

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT), bir Başbakan'a daha önce gönderilenlere hiç benzemeyen türden...

Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT), bir Başbakan'a daha önce gönderilenlere hiç benzemeyen türden özel bir kaset göndermeye hazırlanıyor. TRT'nin geçmişte nasıl kullanıldığını gösteren bu kaset kurumun deposunda bulunmuş. TRT yöneticileri, benzerlerinin de bulunduğuna emin oldukları bu kasete “PH” adını takmışlar; yani psikolojik harekât! Kasette “Apocu” bir genç güya itiraflarda bulunuyor, ancak gözleri, sürekli olarak ekranda görünmeyen birilerine ürkek bakışlarla takılıyor!

Bugünün TRT'sinden de bir not aktaralım. Haber bültenlerinde bir süredir “Kürt sorunu” ifadesi kullanılması üzerine kuruma “bilinmeyen bir yerlerden” telefon geliyor:

“Kürt sorunu, ifadesini kullanmayın!”

Geçmişten bugüne TRT'nin yolculuğuna ilişkin bu bilgileri, “Ulusal Medyanın Doğu-Güneydoğu algısı”nı tartışmak üzere Mardin'de cumartesi günü yapılan çalıştayda TRT Haber Dairesi Başkanı Ahmet Böken'den dinledik. TRT'nin bugünkü iktidarla ilişkilerinin de tartışmalı olması, Böken'in kurumun geçmişine ve eski alışkanlıklara ilişkin sözlerinin önemini azaltmıyor.

Sözü uzatmadan, Genel Sekreterliği'ni Erkam Tufan Aytav'ın yaptığı Medialog Platform'un Mardin Valiliği'nin işbirliğiyle Mardin'de düzenlediği çalıştayda yapılan konuşmaları özetlemeye çalışmak en doğrusu olacak.

Ulusal ve yerel medyadan yaklaşık 70 gazetecinin katıldığı ve görüş açıkladığı çalıştayda iki ana hat ortaya çıktı. “Bölge”de çalışan gazeteciler “haberlerinin çarpıtıldığı, bölgenin iyi yansıtılmadığı ve birikimlerinin ulusal medyaya çok yansımadığı” noktasında odaklandılar. İstanbul ve Ankara'dan gelen gazeteciler de, bu eleştirilere yer yer katılmakla birlikte “yerel basının kendi hikâyesini daha iyi anlatması gereği, internetin 'ulusal medya' duvarını zayıflattığı, yerel muhabirlerin yerel güçlerin etkisinde kalabildikleri” üzerinde durdular.

Sabrınızı zorlayabilecek uzunluktaki yazının bundan sonraki kısmını, çalıştayı izleyemeyen meslektaşlarım için yazdım. Bunu yapabilmek için, bir muhabirin en büyük hayallerinden biri olan “bir toplantıyı not alma koşusuna çıkmadan, keyfini çıkararak dinleme” konforunu esirgedim kendimden. Çalıştayı izleyenler gibi izlemeyenlere de ilham verebileceğini düşünerek, bu kadar emek verilmiş bir toplantıdaki konuşmaları çok özet bir şekilde de olsa burada kayda geçirmek istedim.

Medialog Platform Genel Sekreteri Erkam Tufan Aytav'ın sunuşu ve toplantıya ev sahipliği yapan Mardin Valisi Hasan Duruer'in açış konuşmasıyla başlayan çalıştayın ilk oturumu Star gazetesi yazarı Ergun Babahan'ın yönetiminde başladı.

Eksikler ve varsa yanlışlar için katılımcılardan özür dileyerek özet notlarımı aktarıyorum...

Mehmet Çelik – Mardin Haber:
Ulusal medya, bölgeyle ilgili olarak geçmişte bize hep ölü sayısı sordu, diğer şeylerle ilgilenmedi. Yerel gazeteciler olarak idare ve feodal yapı arasında zorlanıyoruz.

Ömer Soylu – İskenderun Mega TV:
Anadolu İstanbul'dan yönlendiriliyor. İnsanlar, ulusal basında çıkan haberlerden yanlış da olsa etkileniyor.

Kadir Üründü – Mezopotamya gazetesi:
İstanbul'dan bölgeye gelen gazeteciler, bir yerden sonra bildiklerini okuyor, olmayan şeyleri olmuş gibi yayınlıyor, bunlar bizi üzüyor.

Şeyhmuz Çakan – Star/Kanal 24 Diyarbakır:
Bir söz vardır, İstanbul'a kar yağmadan Türkiye'ye kış gelmez. Örneğin buradaki heyelan gibi olaylar gereken ilgiyi görmüyor, İstanbul'dakiler ise abartılıyor. Bölgeye ilişkin olarak uzman diye ekranlara çıkarılanlar yanlış yorumlar yapıyor. Bölgede görev yapan gazetecilerin görüşlerine de başvurulması gerekli.

Taner Özbay – TV 21:
Ulusal basının Taksim'deki saldırının PKK tarafından değil TAK tarafından yapıldığı haberi bölgede ilgiyle izlendi. Medya soğuk kanlı ve gerçekçi yaklaşım sergileyince bölge halkı güveniyor. Bugüne kadar kaçınız bizi arayıp, bölgedeki gelişmelere ilişkin olarak bilgi istediniz, yorum istediniz?.. 1993'de “Çekdar” adlı PKK'lı bizi Diyarbakır Gazeteciler Cemiyeti önünde toplayıp dağa çıkardı. “Siz bize devletin sıktığı kurşundan daha tehlikelisiniz” dediler.

Ekrem Arslan – AA Şanlıurfa:
PKK'nın medyanın bölgedeki temsilciliklerini kapattırmaya çalıştığı o dönemde Urfa Emniyet Müdürü “Büroyu kapatma, gerekirse sana el bombası bile vereceğim” dedi. Ona gerek olmadığını söyledim ve büroyu kapatmadım. TRT Şeş bölgede çok etkili oldu, “one minute” olayından sonra Suriye bize selam duruyor. Bölgedeki insanlar milletine bağlıdır. Bakın Kürtler kırmızı giyer, bu onların al bayrağa bağlılığından kaynaklanır. (Arslan'ın “kırmızı” tezi çok sayıda konuşmacı tarafından eleştirildi).

Yunus Üstündağ – Kanal E / TRT Şeş Elazığ:
Bölge, ancak ölü sayısı çok olunca ulusal medyada haber oluyor.

Burhan Kaya – TRT:
Bölgeye ilişkin olarak yaratılan olumsuz algı, medyanın dilini değiştirmesi ile değişebilir. Elbette 30 yılda gelişen bir dili birkaç yılda değiştirmek çok zor. Burada  terör örgütübne yakın medya kuruluşlarının da dilini değiştirmesi gerekiyor. Ancak onlarda bu değişimin olmadığını görüyoruz. Türkiye'deki değişime bu medya da uymalıdır. Habur'da yaşananlar ve medyaya yansıtılışını turnusol kâğıdıydı. Habur'da “Bu iş bitiyor” duygusu vardı. Şöyle bir örnek vereyim. Diyarbakır'da Nevruz kutlamalarında Öcalan posterleri, örgüt filamaları çok daha fazla oluyor ama yansımıyordu. Ancak Habur'da Nevruz'daki görüntülerin çok daha gerisinde görüntüler olmasına rağmen haberler Nevruz'un çok daha ilerisinde verildi. Görüntüler, refleks gerektirecek şekilde abartılarak verildi. BDP'nin de organizasyon hataları vardı. Ancak medya bu işin çözümünü istemiyor gibi bir görüntü ortaya çıktı.

Ali Bulaç – Zaman:
Ulusal medya Habur olayında “PKK zafer kazandı, biz yenildik” havasını verdi.

Kadir Üründü – Mezopotamya gazetesi:
Halkta “sınır ötesine gidenler artık ölmeden de dönebilecek” havası oldu. Ben Habur'da karşılamaya gelenler arasında korucuları da gördüm. İnsanlar sınır ötesinden ölmeden de dönülebileceğini barışın olgunlaştığını gördü. Ama olay “Bunlar zafer kazandılar” diye verildi. “Olumsuzsa reyting yapar” kuralı işledi. Bölgeden olumlu haberler verilmeli.

Nazlı Ilıcak – Sabah:
Bir siyaset malzemesi sayıldıkça bu sorun sürecek. Habur olayı, AK Parti'nin oylarının düşeceğini düşünerek açılımdan cayması ile sonuçlandı. İşte bunun için sorunun siyaset malzemesi olmaktan çıkması lazım. Bölgeden olumlu haber isteyen arkadaşlar var. “Ooo büyüme çok iyi bravo”, “Başbakan öyle bir baraj aştı ki Allah Allah” diye haber olmaz. Zaten yandaş olarak biliniyoruz...

Metin Aydın – Zaman/Mardin:
Menfaat, çıkar ilişkisi ve rant medyayı yönlendiriyor. Ben buraya Van'dan geldim. Orada katır sırtında kaçak mazot belgeseli yapılıyordu. Oysa katır sırtında bir yılda taşınan mazot, açık denizlerden bir gecede ülkeye sokulabiliyor. Ama katırın belgeseli yapılıyor.

Erhan Topal – Dünya TV:
Viranşehir hep molotoflarla vs. haber olurdu. Gidince ne kadar güzel olduğunu gördüm. Urfa'da Kadir gecesini Kürtçe olarak verdik. Müslim, gayrimüslim bu bölgede manevi duygular çok kuvvetli. Orada Kürtçe duaya hep beraber amin dendi. Güzel şeyler yansımıyor.

Sezai Yavaş – TRT Haber/Diyarbakır:
Samsun'luyum, iki yıldır bölgedeyim. Bölge insanı olmamamdan dolayı gördüğüm şu: Olaylar o kadar çarpıtılıyor ki... Habur sürecinde Emniyet Müdürü Diyarbakır'da günün olaysız bittiğini açıkladı. Ancak 10 dakika sonra haber bültenlerinde Diyarbakır'da çatışma olduğu, sokaklardaki çatışmaların sabaha kadar süreceği gibi şeyler yayınlandı. Annem aradı, “Oğlum ne oluyor orada” dedi. Haberler ve yorumlar uzaktan değil bölgeye gelinerek yapılmalı. Mesela Oral Çalışlar'ı gördüm Diyarbakır'a gelmiş, oradan yazıyor. Böyle olmalı.

Ergun Babahan – Star gazetesi:
O bizden farklı, o sokak yazarı:)

Nezir Güneş – İletişim gazetesi Mardin
: Bilge köyündeki katliamdan sonra yöredeki insanlarla konuştuk, haberimizi geçtik. Ancak baktık ki haberlere töre-kadın hikâyesi karışmıştı. Ertesi gün köye gittiğimizde bize bakış akışı tamamen değişti. Çünkü haber yanlış verilmişti.

Orhan Miroğlu – Taraf:
Bir halkı tanınmayacak hale getirdi bu medya. Türk halkını da anlamalıyız. Yıllarca “üç-beş çapulcu, eşkiya, Ermeni dölü” dendi, ama halka böyle tanıtılmaya çalışılan insanlar yüz bin kişi tarafından karşılanıyor.

Hasan Duruer – Mardin Valisi:
Uyuşturucu operasyonu oluyor, deniyor ki “Anayasa Mahkemesi üyesi Fulya Kantarcıoğlu'nun kardeşi...” Bunu şahsi hakların ihlali olarak görüyorum. Çünkü suç ve ceza şahsidir. Bienal düzenliyoruz, “Vali üstü çıplak kadın heykeline bakmadı” diye haber çıkıyor, o kadar emek verilen bienalin haberi böyle yapılıyor.

Ali Bayramoğlu – Yeni Şafak gazetesi:
Bu tür toplantıları önemsiyorum, ama hep hayal kırıklığına uğruyorum. Konuşulmayan toplantılar bunlar. Yerel medyadaki arkadaşlarımızın iki dizi sorunları olduğunu düşünüyorum. Biri merkezle ilişkileri, diğeri içinde bulundukları ortamların sorunları. Haberciliği mümkün kılan ve kılmayan ilişkilerde medya sahipliği – haberci ilişkileri de çok önemli. Ulusal medyada da dil ve bakış sorunu var. Modernist ve asyişçi bir bakış var. Burada konuşuldu, ama “bütünlük ve birlik gazeteciliği” diye bir gazetecilik yok. Asayişçi bakış adım adım kırılıyor, daha nasıl kırabilirizi düşünmeliyiz. Bir de nasıl bir dil kullanacağız, “pekeke” mi diyeceğiz “pekaka” mı, “militan” mı diyeceğiz, “gerilla” mı? “Konuşlanma, kırsal” gibi askeri terimler kullanmaktan kaçınmalıyız.

Ali Bulaç – Zaman:
Ulusal medyanın dili sonuçta bir görme biçimidir. Bu görme biçimini üç şey belirliyor. Birincisi; oryantalist bakış açısı ki bu resmi politikayı medyayı ve akademik dünyayı ciddi bir biçimde belirliyor. İkincisi; modernleştirici misyon. Görme biçimini tayin eden üçüncü faktör de bakış açısı.

Ahmet Böken – TRT Haber Dairesi Başkanı:
Kurumun, arşiv diyemiyorum, depolarında bir “psikolojik harekât” kasetine rastladık. PH kasedinde tüyler ürpertici diyebileceğimiz şeyler var.  Bunu Genel Müdür'e (İbrahim Şahin) arz ettim, “Hazırlayın, Sayın Başbakan'a götürelim” dedi. Görüntülerde “Apo”cu bir genç itiraf yapıyor, ama gözü sürekli yan tarafa ekranda görünmeyen birine bakıyor. Bu arada Auschwitz kampı gibi etrafı tel örgülerle çevrilmiş yerler var ama bir yandan da burada toplanan gençler voleybol oynuyor. Spor sahaları var vs. Yani vatandaşa “çocuğunu sakın buralara düşürme”deniyor. Ama “buraya düşenlere de iyi bakıyoruz” mesajı veriliyor. Şimdi bu kasedi nasıl yayımlayabileceğimizi düşünüyoruz. TRT'ye artık ”devlet televizyonu” değil “millet televizyonu” diyoruz. Geçenlerde haber bülteninde “Kürt sorunu” dendi diye bir el çıktı ortaya. Telefonla kurumu aradı, “Kürt sorunu demeyin” dedi. Bizden başka kim bu habere karışabilir ki? Cumhurbaşkanı TBMM'de “Kürt sorunu” diyor, ama size birileri telefonda “Kürt sorunu” demeyin diyor. Derin devlet böyle bir şey olmalı. Allaha şükürler olsun, önemli bir mesafe aldık. Buralara gelip gitmek iyi ama giderek bu ziyaretler bir süre sonra kendi kendisini tüketmeye başlıyor. Şaşırmak, Allah'ın verdiği çok güzel bir duygu. Şaşırmanın yerini kanıksama alıyor.

Orhan Miroğlu – Taraf:
Musa Anter ve Turgut Özal ilkokulu birlikte okudular. Daha sonra Adana'ya okula gittiklerinde Musa Anter'in Kürt olduğu için, kuyruğunun olup olmadığına bakmışlar. Canip Yıldırım ile o röportaj kitap yapılıncaya kadar Özal'ın da kuyruğunun olup olmadığına bakılıp bakılmadığını bilmiyordum. Özal bunu bir Kürt müteahhide “Adana'ya Mardin'den gittiğim için benim kuyruğuma baktılar” diye söylemiş.

Hadi Uluengin – Hürriyet:
Sanki İstanbul'dan gelenler olarak biz burada daha mualifmişiz gibi geldi bana. Çünkü burada bölgeden iyi gelişmelerin verilmesini isteyenler oldu. Yani güzelleme talep edildi.

Mümtazer Türköne – Zaman:
  Türkçe son 20-30 yılda Kürtçe'nin katkılarıyla gelişti.

Alper Görmüş – Taraf:
Son dönemde medya dilindeki düzelmeye doğru gidişe katılmakla birlikte bir rezerv koyuyorum. Sürdürülebilir bir dil kullanılması ve öyle bir dil koymak önemli. Yoksa bu noktada geriye doğru sıçrama da çok mümkün. Sadece milliyetçilik ve kaba Kürt korkusu değil “irtica-din” üzerinden de aynı dilin yürüdüğünü görüyoruz. 2002 öncesinde kaba milliyetçilik iki türlü yapılıyordu. Görmemek veya çarpıtmak. Sürdürülebilir bir düzen olmadıkça, geriye doğru gidiş olabileceğini aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.

Ferhat Boratav – CNN:
Türkiye'nin medyasının “ulusal” olma iddiasının tek nedeni Güneydoğu'da yaptıklarıdır. Yoksa medyanın İstanbul'un yanıbaşındaki Trakya'dan bile haberi yoktur. Burada sorun, bölgenin kendi hikâyesini kendi diliyle, kendi perspektifiyle verebilmesi. Bu bölgenin gazetecileri hangi sorunu kendi perspektiflerinden anlattılar da yayımlanmadı? Töre cinayetleri konusunda kendi perspektiflerinden ne anlattılar da biz duymadık? Bu bölgenin kendi öyküsünü kendi diliyle anlatması lazım. Eğer anlatabilirse artık bunu duyurmanın, eskinin aksine, birçok yolu var. Bloglar var, Youtube gibi video paylaşım siteleri var... Bu olanakların önemli ölçüde kullanılmaması da sorun. Dolayısıyla yerel medya-ulusal medya ikilemi içinde kalmayalım.

Ergun Babahan – Star gazetesi:
Hürriyet bugün 40-50 bin tiraj kaybını göze almadan logosundaki “Türkiye Türklerindir” sözünü çıkaramaz. Ferhat'a katılıyorum. Yeni mecraları kullanmak önemli. Bugün geleneksel medyayı bırakıp, yepyeni şeyler yapan T24 gibi bağımsız haber siteleri var. Tartıştığımız geçmiş dönemde, biz gazeteciler olarak bir çeşit sınıf atlıyorduk, bir çeşit Lale Devri yani. İlgilenmiyorduk bölgeyle. Ancak diğer yandan başka gerçekler de vardı. Reklam gelirinin yüzde 60-70'i Marmara'dandır mesela. Elbette etik önemli, ama bunlar da gerçek. Bütün meseleler ideolojik nedenlerden kaynaklanmıyor. Bugün Sabah'ın yeni sahiplerine bakarsanız Günaydın'ın olmaması lazım. Ama Günaydın'ı çıkarırsanız 100 bin satar Sabah.

Nihal Bengisu Karaca – Habertürk:
Bugün Kayseri'de “teröriste terörist denir” durumu aşılmış değil. Bunun için illa ideolojik bir dayatma gerekmiyor. Ne öğrendik de artık “gerilla” sıfatına tepki vermeyeceğiz? Dil her an geri dönebilir. Görmek, çabalamak sorgulamak lazım. Sadece Taraf gazetesiyle olmuyor bu.

Ersin Saran – Amed TV:
Yalan haber bölgede daha kolay ortaya çıkıyor. Çünkü yakın yüzyüze ilişkiler var. Bize “Neden terör örgütü demiyorsunuz”, ”Neden HPG diyorsunuz” diye soruluyor. HPG, biz desek de demesek de HPG. Bunu dediğimizde savcılar hemen “demeyin” diyor. Bu arada sadece birkaç kadının bu toplantıda olması, erkek egemen durumun buraya da yansıdığını gösteriyor.

Nazlı Ilıcak:
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nı az kadın gazeteci çağırdığı için eleştiriyoruz.

Yıldıray Oğur – Taraf:
Türk medyası şu anda Kürt gazetecilere ders verecek durumda değil. Töre cinayetleriyle ilgili yayınlarda Kürtler kendi kültürlerinin kötülendiğini düşünüyor. Nasıl başörtüsü aleyhindeki haberler bütün başörtülüleri etkiliyorsa burada da aynı etki oluyor. Dil konusu önemli. Toplum hiçbir zaman “teröristbaşı, bebek katili”  denmesini istemedi. Devlet istedi medya kullandı. Şimdi devlet çözüm istiyor, dil de değişiyor. Bazı dizilere bakınca, bu kadar mı kötü senaryo olur diye düşünüyorum. Tek Türkiye gibi dizilerdeki Kürt imajı, öğretmen vs. çok rahatsız edici.

Hidayet Karaca – Samanyolu TV:
Tek Türkiye şu anda 4. sezonunu işliyor. Öğretmen üç yıl önce öldü. Çok beğenilen bu diziyi izlemeden eleştiriyorsunuz.

Doğan Akın – T24:
Dil  ve bakış sorunu sadece Kürt sorunu konusunda yaşanmıyor. Örneğin CHP'nin başörtüsü arayışı gündeme gelince medyanın bir bölümüne bakıyorsunuz, Kılıçdaroğlu için “kıvırtıyor, kıvırıyor” gibi ifadeler haber başlığı yapılabiliyor. Başka bir tarafa bakıyorsunuz, binlerce kişinin saygı gösterdiği bir kişi için “Amerika'daki sümüklü” diye yazılabiliyor. Bu kez o tarafa bakıyorsunuz, hedef aldığı karşı tarafa ilişkin haberlerde aynı dili kullanmaktan hiç çekinmiyor. Örneğin Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği için “PKK'lı çocuklara burs veriyor” diye başlık atılabiliyor. Her konuda hedef alınan kesim için alabildiğine kirli bir dil kullanılıyor.

Ünal Tanık – haber7.com:
Ulusal medya diyoruz. Ancak uydu yayınları ve internet bütün yayınları zaten ulusallaştırıyor.

Ali Bulaç – Zaman:
Batı dünyasının Türkiye'yi görme biçimini İstanbul medyası Doğu'ya, Güneydoğu'ya indiriyor. 

Mustafa Yeşil-Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı:
(Kapanış konuşmasından) Katılımcıları dinlerken daha insani, daha insan merkezli yaklaşımlar gördüm. Düşünceler tabii ki farklı olacak. Bizim kültür kökümüzde "Edipler edepli olmalıdır" anlayışı vardır. Matbuatta, kamunun dili olarak, edepli bir dil kullanılması önemli.  

 

Yazarın Diğer Yazıları

T24 15 yaşında: Anlatmadan anlayamazsan, anlatınca da anlamazsın!

T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…

‘Haber elemanı’ arkadaşlar; nerede bu Almanya paraları, söyleyin bölüşelim!

Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

"
"