MHP'nin BDP milletvekilleri için gündeme getirdiği teklif üzerinden bir kez daha milletvekili dokunulmazlığını tartışıyoruz. 12 Eylül darbecilerinin son biçimini verdiği 1982 Anayasası'nda sivil iktidarlarca 30 yıldır korunan adaletsiz bir düzenden söz ediyorum.
Milletvekili dokunulmazlığı, normal şartlar altında “demokratik bir ayrıcalık”tır. Milletin oylarıyla parlamentoya gelen seçilmişlerin hiçbir baskı altında kalmadan, güven içinde faaliyet göstermesini amaçlar.
Anayasa'nın “Yasama Dokunulmazlığı” başlığını taşıyan 83. maddesinde düzenlenen dokunulmazlık iki düzlemde ele alınabilir. Birinci düzlemde; “yasama sorumsuzluğu” veya “kürsü dokunulmazlığı” olarak bilinen düzenleme yer alır. Anayasa'nın 83. maddesinde “yasama sorumsuzluğu” şu hükümle ifadesini buluyor:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisce başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.”
Burada söz konusu olan, “mutlak” ve “sürekli” bir dokunulmazlıktır. Bir başka deyişle, milletvekilleri parlamentodaki oy ve sözlerinden, bu görüşleri parlamento dışında tekrarlamaktan dolayı “istisnasız” olarak (mutlak) dokunulmazlığa sahiptir. Ve bu dokunulmazlık, parlamento üyeliği bittikten sonra da (sürekli) geçerlidir.
Yasama dokunulmazlığı ve çifte standart
Dokunulmazlığın ikinci düzleminde, “mutlak” olmayan ve genellikle “yasama dokunulmazlığı” olarak adlandırılan düzenleme bulunuyor. Anayasa'nın 83. maddesi, yasama dokunulmazlığını özetle şöyle düzenliyor:
“... Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14'üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır...
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.”
Görüldüğü gibi; yasama dokunulmazlığı, parlamento üyeliği süresi ve Meclis kararı ile sınırlı, bazı suç ve hâllerde bu süre sınırı da olmayan “nispi” bir dokunulmazlık. Bir başka deyişle, bir suç işlediği düşünülen milletvekili “Meclis kararı olmadıkça” tutuklanıp yargılanamıyor. “Meclis kararı” şartının istisnasını da “ağır cezayı gerektiren suçüstü hâlleri” ile “seçimden önce soruşturmasına başlanmak” kaydıyla Anayasa'nın 14. maddesinde sayılan suçlar oluşturuyor.
Anayasa hukukumuzdaki tuhaf düzenleme bu noktada başlıyor. Anayasa'nın 14. maddesindeki suçları kısaca “devlete, anayasal düzene, parlamentoya ve hükümete karşı” işlendiği öne sürülen suçlar olarak özetleyebiliriz. Türkiye'nin yargı tarihi, “ifade özgürlüğü” kapsamındaki birçok açıklamanın Anayasa'nın 14. maddesinde sayılan suçlar kapsamında görülerek cezalandırıldığı örneklerle dolu. Halen Ergenekon ve KCK davaları kapsamında yargılanan milletvekilleri de, bu düzenleme kapsamında tutuklu bulunuyor.
Anayasa, 76. maddesinde “milletvekili seçilemeyecekleri” sıralarken yüz kızartıcı suçlar ile devlete karşı suçlardan “hüküm giyenleri” eşit değerlendiriyor. Ancak 83. maddede, bu suçlamalarla yargılanırken milletvekili seçilenler arasında kesin bir ayrım yapıyor. Yukarıda özetlenen 83. madde, Anayasa'nın 14. maddesinde sayılan devlete ve Anayasa'ya karşı suçlar kapsamında yargılananların dokunulmazlıktan yararlanamayacağını hükme bağlıyor. Fakat, “yüz kızartıcı suçlardan” yargılanırken milletvekili seçilenler dokunulmazlıktan yararlanabiliyor!
AKP Programı'nda unutulan dokunulmazlık vaadi
AKP ile CHP arasında yaklaşık 10 yıldır süren tartışmalardan birisi dokunulmazlıkların kaldırılması üzerinde odaklandı. CHP'nin dokunulmazlığın “TBMM'de dile getirilen görüşlerle” sınırlandırılması önerisine AKP'nin yanıtı, bürokratik görevleri de kapsayan “bütün dokunulmazlıkların kaldırılması” şeklinde olageldi. AKP Programı'nda bu nokta şöyle ifadelendiriliyor:
“Milletvekili ve bakanların yargılanmaları önündeki anayasal engeller kaldırılacak; dokunulmazlık, tüm kamu görevlilerinin yargılanabilmeleri önündeki engeller ve ayrıcalıklarla birlikte ele alınacak ve milletvekillerinin meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerine inhisar ettirilecektir.”
Peki AKP, iktidarda geçen yaklaşık 10 yıl içinde kamu görevlileri ile milletvekillerinin yargılanmalarının önündeki engelleri kaldırdı veya bu konuda herhangi bir girişimde bulundu mu?
Hayır, hatta bu süreçte tam aksi yönde açıklama ve insiyatiflere tanık olduk. Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan, “Bir Başbakan olarak adım atsanız, bir savcı size karşı hissî baksa, hakkınızda dava açsa, bir ülkenin başbakanı o savcının elinde oyuncak olacak. Sincan Hâkimi Cumhurbaşkanı Abdullah Bey'i aldı, kendine göre dalgasını geçti. Benimle ilgili alt mahkemeler karar verdi. Aynı kişi MHP'den aday adayı. Siyaseti nasıl bunların eline teslim edeceksiniz” diyerek, siyaset sınıfını, vatandaşın emanet edildiği yargıdan esirgediklerini açıkladı.
Yine bu süreçte, AKP Programı'ndaki “Kamu görevlilerinin yargılanmasının önündeki engeller kaldırılacak” sözüne rağmen, örneğin Hrant Dink'in göz göre göre öldürülmesinde ihmal, kusur, kasıt veya herhangi bir şekilde sorumluluğu bulunduğu düşünülen vali ve bazı polislerin yargılanması büyük bir dirençle engellendi. Haklarında soruşturma açılmasına bile izin verilmeyen bazı isimler peş peşe terfilerle ödüllendirildi.
Dokunulmazlığın düzenlenmesi, sadece AKP'nin değil, darbeden sonra iktidara gelen birçok hükümetin en unutulan sözlerinden biri oldu.
MHP'nin, sorunu büyütecek teklifi
MHP'nin önerisine gelince... MHP, bu sorunlu yapıyı daha da katmerlendirecek bir teklifte bulunuyor. Milletvekili (yasama) dokunulmazlığının istisnaları arasına “terör eylemlerine katılma ve terörü destekleme” suçunun da eklenmesini öneriyor. Türkiye'de “terörü destekleme”nin nasıl kolay bir suçlamaya dönüşebildiğini biliyoruz. Zira “parasız eğitim” isteme veya çevreci eylemlere katılmanın bile “terör örgütü üyeliği” iddiasıyla yargılanabildiği bir ülkede yaşıyoruz.
MHP'nin önerisinin, Kürt sorununun çözümünün parlamento dışına itildiği nafile yıllara dönüş özlemi gibi bir boyutu daha var ki, ayrı bir yazının konusu...
Velhasıl, neresinden bakarsanız bakın Türkiye'de hem milletvekilleri, hem de kamu görevlilerinin yargı karşısındaki statüleri, hukuk devleti kriterleri açısından ciddi sorunlar içeriyor.
Hukukun gücü mü, gücün hukuku mu?
Sizce Türkiye'nin düzeni hangisine yakın düşüyor?