“Ankara, Adana, Antalya, İzmir, Bursa, İstanbul... Derken bu ay Diyarbakır'da toplanmaya karar verdik... Sevindim; bugüne kadar yolumun düşmediği Diyarbakır'ı görecektim...”
Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak'ın köşesinde pazar günü yayımlanan bu satırları okuduktan sonra CHP'nin “Demokrasi” raporu için İstanbul'da düzenlenen toplantıya katıldım.
Türkiye'nin büyük gazetelerinden Sabah'ın kıdemli bir gazeteci olan Genel Yayın Yönetmeni'nin Türkiye'yi 30 yıldır kavuran Kürt sorununun sembolü olmuş Diyarbakır'a “hiç yolunun düşmediğini” duyuran satırlarının yaptığı çağrışımlar çok. Şafak'ın yolu daha önce Diyarbakır'a düşseydi, İstanbul'daki terör saldırısı için BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel'i hedef gösteren Sabah'ın cuma günkü birinci sayfasını yine de yapar mıydı, bilmiyorum. Ancak yolu daha önce Diyarbakır'a düşseydi; 65 yaşını geride bırakmış, 40 yılı aşkın süredir gazetecilik yapan Şafak'ın o sayfayı yapmadan önce defalarca düşüneceğine eminim.
Türkiye temel meselelerinde önemli ölçüde kutuplaştı. Medya, bu kutuplaşmaya, tek başlık altında toplayamayacağımız nedenlerle katkıda bulundu, bulunmaya devam ediyor. Medya özellikle etnik, dini, siyasi kışkırtmanın zemini olarak kullanılıyor.
CHP'nin “Demokrasi” raporu için düzenlenen basın toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu'na yöneltilen bazı sorular da bu kutuplaşmayı temsil eden bir üslup ve içerik taşıyordu. Ana muhalefet partisinin lideri olarak Kılıçdaroğlu'nun AKP'ye yönelttiği uzun eleştiri listesine ve seçim kampanyalarının tabiatına rağmen itibar etmediği nitelemeler bazı gazeteciler tarafından bir çırpıda kullanılabildi. Örneğin bir meslektaşımız Türkiye'de hüküm süren “faşizm”den söz edebildi. Bir başkası, Kılıçdaroğlu'na “şu meseleye de gir” gibisinden aslında cevap aramayan bir soru yöneltti. Bir diğer gazeteci, Türkiye'de ne kadar kötü şeyler olduğunu anlatmaya koyuldu.
Benzer sahnelere, siyaset ve bürokrasi dünyasında izlediğim hemen her toplantıda tanık oluyorum. O toplantılarda bürokratlara akıl veren, siyasetçilere yön gösteren gazetecilerin ne kadar utanç veren bir görüntü sergilediklerinin farkında olmamalarına şaşırıyor, üzülüyorum.
Siyaset dilinin bu kadar hakim olduğu, siyasal rekabetin taraflarına bu kadar angaje bir gazetecilik birileri için “kullanışlı” olabilir, ancak gazeteciliğe itibar kazandıramaz.
Haberciliği “kanaat” esaretinden kurtarmalı, gazeteciliği kışkırtmanın utancına karşı savunmalıyız.
Aksi halde gazete sayfaları sadece kışkırtma zemini olmakla kalmaz. Yaptıkları sayfalar, “kullanışlı gazeteciler”in kendi sicillerini kaydettikleri utanç vesikaları olarak peşini bırakmaz...