25 Mart 2011
Türk Sanayici ve İşadamları Derneği'nin (TÜSİAD), 40. kuruluş yıldönümü çalışmaları kapsamında düzenlediği “21. Yüzyıl'da Devet ve Birey” başlıklı forumda yapılan sunumları önceki iki yazımda aktarmaya çalıştım. Ülkesinin demokratikleşme sürecinde önemli bir işlev üstlenen eski İspanya Başbakanı ve AB Akil Adamlar Grubu Başkanı Felipe Gonzales ile askerlik yapmamış Savunma Bakanı Narcis Serra ve toplumsal çatışmalarda müzakere ve aracılık uzmanı Güney Afrikalı hukukçu Brian Currin'in sunuşları Türkiye'nin güncel sorunları açısından önemli bir içerik taşıyordu.
Bugün, bu sunuşların hemen ardından Nuri Çolakoğlu'nun moderatörlüğünde düzenlenen panele katılan Prof. Murat Belge, Prof. Ahmet İnsel , Prof. Mithat Sancar ve Prof. İbrahim Kaboğlu'nun yaptıkları değerlendirmeleri aktarmaya çalışacağım. TÜSİAD'ın yeni anayasa raporu ve düzenlediği foruma ilişkin son yazı, gündem fırsat bırakırsa, Türkiye'de gazetecilik tarzına ilişkin olacak.
Çolakoğlu, panelin katılımcılarına, Gonzales, Currin ve Serra'nın sunumlarına ilişkin değerlendirmelerini sordu. Cevaplar ve paneldeki bazı sorular ile yanıtları aşağıda:
Ordunun demokratikleşmesi için 7 öneri
AHMET İNSEL: Narcis Serra’nın İletişim Yayınları'ndan çıkan “Demokratikleşme Sürecinde Ordu” adıyla yayımlanan kitabında görüyoruz ki çok büyük benzeşmeler var. Demokratikleşme sürecinde askeri kurumun özellikleri nelerdir, kendisinin 7 önerisini tespit ettim.
Birinci öneri; demokratikleşme sürecinde ilerleme kaydedilmezse silahlı kuvvetler demokratikleştirilemez. Silahlı kuvvetlerin demokratikleşmesi, genel demokratikleşme sürecinden bağımsız değildir.
İkinci tespit; siyasi partiler arasında kendi duruşları için silahlı kuvvetlerin desteğini aramayacaklarına ilişkin bir anlaşmadır. Bu Türkiye’de bugün daha kuvvetli olmasına rağmen, daha önce yoktu. Partiler, silahlı kuvvetlerin müdahalesini teşvik edici ya da müdahale sonrası bunu onaylayıcı tavırdaydılar. Bunu en son 27 Nisan’daki açık askeri muhtırada gördük. Hepi topu ,5 yıl önceki durumdan söz ediyorum.
Üçüncüsü; seçimde büyük bir çoğunluk elde etmek silahlı kuvvetlerin yeniden yapılanmasında önemli.
Dördüncüsü; ordunun doğrudan darbe tehlikesini ortadan kaldırması yetmez. Hükümet bütün güvenlik politikasını belirleyebilmelidir.
Beşincisi; Askeri kurumun demokratik otorite tarafından nasıl denetlendiği. Silahlı kuvvetler Savunma Bakanlığı’na bağlı mı, değil mi? TÜSİAD da bunu öneriyor. Kendi başına bırakırsanız, her yerde silahlı kuvvetler devlet başkanına ya da başbakana bağlı olmak isterler. Böylece hükümetin üstünde veya hükümetle paralel bir konumda olurlar.
Altıncı öneri; üniter bir yargı. Türkiye’de bir çift başlı yagı var. İdari davalar kadar ceza davalarının da askeri mahkemelerde görüldüğü, en alttan en üst kademeye kadar, A’dan Z’ye bağımsız bir yargı kurumu. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne kadar varıyor. Bu durum da TÜSİAD'ın anayasa önerisinde vurgulanıyor.
Yedinci öneri; sivil denetimin sadece hükümetin değil , toplumsal güçler tarafından da yapılması. AB ile yaşadığımız bir tecrübeyi anlatmak isterim; AB temsilcileri resmi bir toplantıda bizimle aynı şeyi savunuyorlar. Ordunun siyasal vesayet kapasitesinin kaldırılmasını hep birlikte savunuyoruz. Akşam yemeğe geçtiğimizde, benimle aynı şeyi savunan büyükelçi ya da bakan olabilir, “Emin misiniz, ordunun bu yetkisi elinden alınırsa şeriat gelmez mi” diye soruyor. Bu inançsızlık oldukça demokratikleşme olmaz.
Türkiye İspanya’ya da benzeyen sorunlar yaşıyor. Etnik veya dini büyük bir çoğunluğa dayalı seçimle iktidara gelmiş bir sivil hükümet, silahlı kuvvetlerle bu etnik-dini hegemonyayı birleştirişe ne olur? Sivil güç ile askeri güç kendi hegemonşyası için anlaştıklarında ne olacak? Bu böyle olabilir sorusunun, askeri gücün vesayetini sürdürmesi gerektirmez. Bu, askeri vesayetin bitirilmesinin, demokratikleşme sürecini bitirmediği anlamında önemli. Bu çerçevede militarist zihniyetle hesaplaşmamız gerekiyor. Türkiye’de militarist zihniyet aristokrat geleneğe dayanmaz, popüler bir zihniylete dayanır. Yani “Ordu peygamber ocağıdır” diyen bir zihniyet bu militarist gelenekten nasıl kurtulur.? Veya “Biz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen bir zihniyet, orduyu bir kutsallıkla payelendirdiği için ona bir kutsallık da atfedecektir.
'Vesayet, bir erkek egemen toplum sorunudur'
Son notum; iç düşman ideolojisiyle alakalı. İç düşman ideolojisi, yani toplumun içinden iç düşmanlar çıkabileceği inancı devam ettiği sürece, her zaman askeri-silahlı güç vesayeti olur. Bu anlayış, vesayeti içinde taşır.
Narcis Serra (İspanya'da) Savunma Bakanı olurken askerliğini yapmamış. Böyle çok daha başarılı bir bakan olmuş olabilir. Türkiye'de erkeklerin sırtında üç yük vardır. Sünnet, askerlik ve düğün. Dinin erkeklerin vücudunda yarattığı silinmez yara sünnet, silinmez izler yaratan askerlik ve düğünün erkekler üzerinde yarattığı yük. Bunları üst üste eklediğimiz zaman, askeri vesayet sorununun aynı zamanda bir erkek egemen toplum sorunu olduğunu söyleyebilirim.
'Silahsızlanma pazarlığı elinde silah tutanla yapılır'
MİTHAT SANCAR: Currin’in sunuşu etkiledi. Hiçbir ülkenin deneyimi diğerini belirlemez, ama her ülke birbirini etkiler. Taşralılık, kendiyle sınırlı dünya demektir, sadece kır, sadece köy değildir. Türkiye’de ağır bir sorun var, Kürt kelimesini uzun yıllar ağır bir bedel ödedikten sonra başardık. Kürt sorunu demeyi de başardık. Şimdi PKK’yı tartışmayı becermemiz gerekiyor. Örgütün insan kaynağı ve siyasi hegemonya kapasitesi devam ediyorsa, bunu başka yollarla çözmemiz gerekiyor. Medeni yollarla, silahtan arınarak nasıl yapabiliriz? Brian Currin’in aktardıkları çok önemli, bu kadar kısa sürede bu kadar çarpıcı bir özet yıllardır ilk kez duyuyorum.
Türkiye’de bu meseleyi “Evet, bizim bir çatışma çözümü meselemiz vardır” diyerek konuşmaya başlamalıyız. Siyasiler fiktif ya da reel, bir ağır baskı altında hissetmiş olabilirler kendilerini. Çözüm arayan bir siyasetçinin “hain” damgasını yemesi hâlâ mümkündür. Tek başına kaldığı zaman görüş ifade etmesi zorlaşır. Nasıl bir yol izleyerek bu sorunu çözebiliriz? Cem Bey’in (Boyner) sorusu üzerine Currin’in sözü vardı. Uzun yıllar gizli biçimde Mandela ile görüşüldü. Ama süreç sürekli gizli tutulursa Türkiye sorunun kaynaklarını çözecek yapıları gerçekleştirilmez. Bu nedenle son dönemde İmralı’da Öcalan’la görüşüldüğünün açıklanması çok önemlidir.
İç çatışmanın yaygın yaşandığı etnik sorunlu toplumlarda, taraflar belirlenen konumda olabilir. Yani silahlı taraf etkileyicidir. Onunla hem silahı bırakmayı, hem de sorunun çözümünü konuşabilirsiniz. Karmaşık bir yapısı olan sorunun bütün boyutlarını sadece silahlı örgütle pazarlık ederek çözemezsiniz. Ama silahlı örgütün silahı bırakıp siyasallaşması da zorunludur. Silahsızlanma pazarlığı silahı elinde tutan örgütle yapılır. Burada güven meselesi son derece önemlidir. Yalnız bu durum sınırlı çerçevede geçerli olursa etkili olabilir. Kürt sorunun esası sadece devletle PKK, orduyla PKK arasıdaki pazarlıkla çözülemez. Toplumun genel demokratikleşme süreci içinde çözülebilir. Bu ikisini birbiriyle ilişkilendirmesi açısından TÜSİAD’ın çalışmaları çok önemli bulunuyor.
'Türkiye'de müzakere kararlılığı yok'
MURAT BELGE: Sabah üç parlak sunuş dinledik. Birincisi; çatışmalarla ilgili olanı. İkincisi; İspanya’daki askerin demokratik sınırlar içine çekilmesi. Ondan sonra AB’nin ön planda olduğu, AB’ye katılmanın getireceği kazançlar.
Bunlar birbirinden farklı gibi görünüyor. Türkiye’den bakınca bunlar birbiriyle çok bağlı. AB’ye girmekle Türkiye’nin işi bitmiyor, Kürt sorununun çözülmesiyle veya askerin demokratik sınırların içine çekilmesiyle Türkiye’nin işi bitmiyor.
Toplumumuzun sorun sahibi olmakta ne kadar rahat davrandığı görülüyor. O da olsun, bu da olsun, onu da getirin gibi bir rahatlık var Türkiye’de. İspanya, Güney Afrika ile ne kadar benzerlik var, diye de bir yandan düşündüm. O bakımdan biraz karamsar da izledim konuşmaları.
Eğer bir müzakereye oturuluyorsa, o müzakereden sonuç alınacağına inanılması gerekir, dendi. Yani bir taraf ben bir güvenlik önlemi alayım, dediğinde müzakere olmuyor. Türkiye’de böyle bir müzakere kararlılığı yok. Bütün bir toplum barışçı çözüme hazır mı? Hazır olmayanlar vardır toplumda, herkesin bir anda barış meleği olduğunu düşünemeyiz. Ve o unsurlar, sabote edecek şeyler de yapabilirler. Ama ne kadar etkililer? Sayılarına, toplam içindeki etkilerine bağlı. Bunlar içinde Türkiye’ye baktığımızda, bence olgunlaşmadır bu, belki biraz etrafında dolaşıyoruz, ama henüz o olgunlaşma için daha yapacak çok iş var gibi görünüyor.
Mesela (Narcis) Serra ordunun demokratize edilmesi konusunda Savunma Bakranlığı’nın elverişli bir araç olduğunu söyledi. Herhalde bu İspanya’da böyleydi, ama Türkiye’de hâlâ ordunun bakanlığa bağlanmasını sağlayabilmiş değiliz. Prusya ordusu krala sadakat yemini ederdi. Prusya ordusunun devamının da nerelere geldiğini hepimiz biliyoruz.
Yeni bir anayasa çıkacak ortaya, en azından iki temel siyasi partinin bu konuda temel bir konsensusa varması gerekir. Türkiye’de öyle bir durum ben göremiyorum, o bakımdan karamsarlığım da var.
'Asker sorunu olmasaydı Türkiye ne kadar demokratik olurdu?'
İBRAHİM KABOĞLU: Farkılıllar ve benzerlikleri ortaya çıkardı konuşmalar. Benim çıkardığım sonuç şudur; Türkiye’de asker-sivil sorunu olmasaydı, Türk-Kürt sorunu olmasaydı acaba Türkiye ne kadar demokratik bir devlet, ne kadar hukuk devleti olabilirdi?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için, bir anayasal tur yapalım. 1961 Anayasası, her ne kadar Milli Güvenlik Kurulu'na (MGK) yer verdiyse de, anayasanın bağlayıcı bir metin olduğunu da bize 1961 Anayası öğretti. Türkiye’deki anayasal hareketler ve karşı dalgalar açısından bu önemli. Bu konuyu sivil-asker ilişkisine indirgediğimizde, şu gelişim çizgisine tanık oluyoruz. 1961 en yumuşak biçimiyle MGK’ya yer verdi. 1971 askeri daha da öne çıkardı, 1980 daha da. 2001 değişiklikleri sivilleri biraz daha öne çıkardı. MGK bir demokratik kurum değildir, demokrasi ile açıklanamaz, ama bir anayasal kurumdur. Türkiye demokratikleşme yolundadır, sivil-askerin bulunduğu bu kurul bir supap görevi yapacaktır, denilebilirdi, ama bu yapılamadı. Askerden beklediğimiz sivile itaat olgusuna, siviller tarafından da pek itaat edilmediği görülüyor.
MGK nedir, askerlere ilişkin bir kurul mu? O zaman neden “Milli Savunma Kurulu” denmedi de güvenlik kurulu dendi?
Kürt sorunu açısından da konuya baktığımızda, Kürt sorunu olmasaydı yine bu anayasayı konuşacak mıydık? Konuşacaktık. Çünkü Türkiye’de ciddi bir demokrasi, hukuk devleti sorunu var. İktidar ve insan hakları ilişkisinde düğümlenen bir süreçtir. Burada yapılan konuşmalar açısından bakıldığında Kürt sorunu gibi sorunlar üç ölçekte düşünülebilir; yerel ölçek, ulusal ölçek, evrensel ölçüt. Bu açıdan baktığımızda, hak ve özgürlüklere hangi açılardan bakmalıyız ki bireyin devlet karşısındaki yerini belirleyelim, yurttaşlığı oluşturalım.
Hak ve özgürlüklerin evrimi konusunda şu üçlü sürece tanık olmaktayız; birincisi birey özgürlüğünün güven altına alındığı kişisel güvenlik, kamu güvenliği dönemi. İkincisi sosyal güvenlik, sosyal haklar. Üçüncüsü çevre hakları.
Kürt sorunu olmasaydı Kars’taki ucube heykel meselesi gündeme gelmeyecek miydi? 6 ay önce yapılan anayasa değişikliklerinin ardından orada yargıç pasifize edilebildi.
Nükleer santralın yarattığı tehlikenin bir tüp gazıyla karşılaştırılabilmesinin bir asker sorunu, Kürt sorunu ile ilişkisi bulunmamaktadır. Burada iktidarın belirleyiciliği söz konusudur. İktidar, bireyi özgürleştirme sürecine katkıda bulunma anlayışından uzaktır.
Sonuç olarak; iktidar-insan hakları dengesi, demokratik devlet, hukuk devleti üzerine kafa yorarsak, Türk-Kürt ayrımı konusunda yapacağımız tartışmaları daha rasyonel temele oturturuz.
'Türkiye'nin Kürt sorunu gibi bir CHP sorunu var'
GÜLSEREN ONANÇ: (CHP Parti Meclisi üyesi) Böyle çok çeşitli katılımların içinde olduğu bir süreçte, bir sosyalist-sosyal demokrat partinin çözümün olmazsa olmaz bir parçası olduğunu düşünüyor musunuz? Bu bağlamda CHP olmadan tartışılan sorunlar çözüm olur mu?
AHMET İNSEL: İspanya’da çözümün önemli bir parçası sosyalis partiydi, komünist partiydi. Sağ partinin de çözüm taraftarı olması belirleyiciydi. Fakat BASK ve bölgesel özerklik konusunda ileri adımların çoğu sosyalist koalisyon döneminde atıldı. Sosyalist çevrelerin etnik parçalı toplumlarda demokratikleşme sorunlarındaki hassasiyet ve çözüm taşıyıcılıkları doğal olarak daha üstün.
İspanya’da 2006’da, Katolonya statüsünün İspanya’yı böleceğini söyleyen Genelkurmay Başkanı Savunma Bakanı tarafından görevden alındı.
Sonuçta bu süreci sadece muhafazakâr bir parti götürürse sürecin sınırı bu olur. Soruya cevaplamakta güçlük çekmenin nedeni CHP’nin niteliğiydi. Kürt sorunu gibi, bir CHP sorunu var biliyorsunuz. CHP ile bu iş götürülebilir mi? CHP, kendisini, kendisine rağmen 1965’te solda bulmuş bir parti. Devletin partisi statüsünden çıkmak isteyen ama çıkamayan bir parti. Devlet, bu sorunun kaynağı. Ordu-millet işbirliğinin kurucusu olan bir partinin doğal olarak kendisini demokratikleşmenin itici gücü haline getirmesi çok kolay değil. Bunun eksikliğini çok ciddi hissediyoruz.
MİTHAT SANCAR: Güney Avrupa ve Akdeniz kuşağındaki demokratikleşme dalgası sol partilerin militarizmle çok açık hesaplaştıkları bir süreçte gerçekleşti. Türkiye’de bir dönemde örneği var. CHP’nin sola yanaşmaya çalıştığı bir örnektir; 1973 seçimleri. CHP, muğlak da olsa 12 Mart’la hesaplaşmayı istedi. Bu soruyu CHP’nin kendisine sorması gerekir. 1945 sonrası Avrupa’nın tamamı sosyal demokrat partiler tarafından yönetilmiştir. Böyle bir partiye ihtiyaç var Türkiye’de. CHP bunu yapmak istiyorsa, bu soruyu kendisine sorması gerekir.
'Vesayet sistemi içinden çıkan muhalefet de AKP gibi oluyor'
ERKUT YÜCAOĞLU: (TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı) Eğer Türkiye arzu ettiğimiz düzeyde bir anayasayı hayata geçirse ve bütün yasalarını demokratik ilkelere uyumlu bir hale getirse Kürt sorununun yüzde kaçını çözmüş olur, yüzde kaçı özel müzakereleri gerektiren bir sorun olur?
İBRAHİM KABOĞLU: Yanıt, yeni anayasadan ne kastettiğinize bağlı. Yürürlüğe konulacak anayasaya daha baştan uyulacağı inancı varsa, bunlar oluşturulursa bana göre Kürt sorunu yüzde 50’nin üzerinde çözülme şansına sahiptir.
MURAT BELGE: Türkiye’nin çok sorunlu bir toplum olma meselesi var. Türkiye’nin ulus-devlet olarak kuruluş koşulları var. O kuruluşun artı ve eksileriyle kurulan cumhuriyete verdiği bir biçim var. O zamandan bu yana dünya kadar zaman geçmiş, koşullar değişmiş, ama aynı biçimde devam etmek isteyen bir devlet geleneği var. Dokunduğu her şeyi altına dönüştüren Midas'ın örneği gibi, bizdeki yönetim mekanizması neye dokunursa sorun haline getiriyor.
Herhalde neler belirleyicidir, deyip öncelikle onlara yönelmek lazım. Kaboğlu, anayasa meselesi hallolsa Kars’taki heykel meselesi olmayacak mı, gibi sorular ortaya attı. Bu bir süreç meselesi. Anayasayı yapmak bir süreç, onu oturtmak bir süreç. Bu süreçler bütün toplum için öğretici. Temel sorun Türkiye’nin kuruluş koşullarından gelen vesayet. Paternalist bir idare biçimi. Bu olduğu sürece toplum olgunlaşamıyor, büyüyemiyor, rüşdünü ispat edemiyor. Yaptığı haykele aşık olan Pygmalion gibi Türkiye’yi yapanlar da yaptıkları esere aşık olmuşlar, ama toplum bir heykel değil. Toplum büyüyor, boyu uzuyor falan. Mesela AK Parti’de temsil edilen demokrasi anlayışı, bütün bu sistemin dışında, bu adamların kendilerinden gelen bir şey değil. Bu da sistemin sonucu. Çünkü vesayet olarak kurduğunuz zaman sistemi, onun içinde gelişen muhalefet de demokratik olamıyor. Sistemin alternatifi, eğitimi sorunlu bir toplumun oy çokluğuyla karar verdiği, bir tür plebisiter faşizme dönüşüyor.
Türkiye’de değişmek ve değişmemek gibi iki kutup var. Bir kısım diyor ki,hayır daha olmadı, ben seni gütmeye devam edeceğim.
'Çözüm, 'Kürdistan' sözünü yerinden fırlamadan dinleyebilmekte'
AHMET İNSEL: Demokrasinin en ileri halini Türkiye’de veya başka bir yerde yerleştirsek de, Kürt sorununu hiçbir zaman nihai olarak çözemeyeceğiz. Çünkü demokrasi sorunların çözümü değildir, demokrasi sorunun çözümünü demokratikleştirir. Silah, baskı şiddet son bulduğu zaman mesele demokrasi kanalına girecektir. Anayasa ne kadar güçlü olursa olsun, sorun çözmez. Toplumsal sorunlar toplumun içinde vardır. Demokrasi sorun çözmez, sorunun çözüm biçimini değiştirir.
Çözüm, ne Başbakan’ın, ne valinin, ne emniyet müdürünün yerinden fırlamadan Türkiye’de bağımsız Kürdistan kurulabileceği gibi sözleri dinlemesiyle olur.
'Modernlerin, ordunun denetimine çok önem vermesi gerekiyor'
ERCAN KARAKAŞ: CHP kendisini yenileyen bir parti. Ama sorunları var, inişleri, çıkışları var. CHP’nin önerisi var, gelin barajı yüzde 5’e indirelim.
İBRAHİM KABOĞLU: Yüzde 10 barajın Kürtlerle ilgisi kurulabilir tabii ki, ama öncelikle demokrasi sorunudur. Ben demokratım diyenin yüzde 10 barajını kesinlikle kabul etmemesi gerekir. Zaten yüzde 10 barajı engeliyle oluşacak bir parlamentonun da yeni anayasa yapması söz konusu olamaz. Olsa olsa güç dengelerine göre bugüne kadar yapılanlar gibi yapılan değişiklikler söz konusu olur.
MİTHAT SANCAR: İki ana çatışma konumuz var. Etnik kimlik ve laiklik. İki meselede de güven sorunu var. Bu iki meseleyi kucaklamalı anayasa. Birincisinde PKK ne olacak, boşaltılan köylerdekiler, kendi varlık güçlerinin temelini PKK’da görüyorlar. PKK’yı ayakta tutan en önemli şey bu kitlenin güven duygusundan yoksun olmasıdır.
Tersine baktığımızda aşırı milliyetçi vurgularda ise, ciddiye almamız gereken bir bölünme korkusu var. PKK siyasallaşırsa kendi topraklarının elden gideceği korkusu yaşanıyor.
İkinci eksende, din-laiklik ekseninde ordu gibi bir gücün yokluğu halinde yaşam tarzının büyük bir tehdit altında olduğu korkusu vardır. Bu, ciddiye alınmalıdır. Bugün iktidardaki partinin temsil ettiği taban da güven sorunu yaşamaktadır.
Gerçekten demokratik hukuk devleti, kimlik, bir arada yaşama, şeffaflaşma güvencelerine ihtiyaç var. Kapalı devre iştah kabartır. Kapalı, şeffaf olmayan bir yapı yarın öbür güçler tarafından ele geçirilirse feryat olacak. Modernlerin ordunun demokratik denetimine, şeffaflığa çok önem vermeleri gerekiyor.
T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…
Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…
Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!
© Tüm hakları saklıdır.