Bugün Türkiye'de gazeteciler ile medya patronlarının “Başbakan Tayyip Erdoğan” diye bir sorunu olduğunu biliyoruz.
Otokratik eğilimler önce basının haber verme görevi ve kamuoyunun haber alma hakkını hedef alırlar. Bu, AKP iktidarı döneminde de böyle oldu. Çok partili 60 yıl içinde aralıksız en uzun süre iktidarda kalma rekorunu Demokrat Parti'den devralmaya hazırlanan AKP'nin, bu süre içinde kendisine daha çok güvenen bir parti kimliğini kazanması ve böylece tahammül barajını aşması beklenirdi. Ancak öyle olmadı.
Başbakan ve partisi, kendisi gibi düşünmeyen medya patronları ile gazeteleri ve gazetecileri yeri geldi “düşman” gibi görebildi. AKP'nin basın karşısındaki tutumu, devleti sürekli tehdit altında gören ve daima düşman icat eden “statüko” bağımlılarının tutumuyla şaşırtıcı ölçüde örtüşüyor.
Divana uzanmış sayıklayan bir gazetecilik
Ancak iktidarların medya karşısındaki bu durumu, kıdemli yazarların da aralarında bulunduğu çok sayıda gazetecinin, psikiyatr divanında sayıklar gibi bir mesleki icraat sergilediği gerçeğini değiştirmiyor.
Oktay Ekşi olayı da bize işte o divandan haberler veriyor. Ekşi, AKP iktidarının temsilcilerinin “analarını bile satan zihniyete sahip” insanlar olduğunu yazınca 36 yılı başyazarlık koltuğunda olmak üzere Hürriyet'te yaklaşık 50 yıl süren gazetecilik, kariyerini noktalamak zorunda kaldı.
Erkek egemen her coğrafyada olduğu gibi bu ülkede de en çok erkekler satar kendini, ancak o divana uzanınca böyle oluyor işte! Ama konumuz bu değil. Konumuz, Genel Yayın Yönetmeni olduktan sonra Hürriyet'te “yorum-köşe yazısı editörlüğü” uygulaması başlatan Enis Berberoğlu'nun bu göreve getirdiği Doğan Hızlan'ı bile zor durumda bırakan Oktay Ekşi olayı üzerinden medya ve siyasetin durumu.
İhtimal Doğan Hızlan, örneğin Mehmet Y. Yılmaz ve Yılmaz Özdil'in Bekir Coşkun'un kovulmasına ilişkin yazılarına kırmızı kart gösterirken önceden okumaya hiç gerek duymayacak kadar “güvenli” bulduğu başyazı köşesindeki ifadelerle şoke oldu. Ekşi, “analarını bile satan zihniyet” ifadesini yazısına gece yarısı eklediğini açıkladığına göre, Doğan Hızlan'ın yatağa çok geç girmesi gereken günler başlıyor demektir.
AKP'yi hedef almasa istifa eder miydi?
Doğan grubunda Ekşi'nin akıbeti için “eğrisi doğrusuna denk geldi” diye düşünenler olduğu sır değil. Vaktinde 12 Eylül darbecilerini de övdüğü yazıları neredeyse sadece gaf yaptığında yankı bulan bir “başyazar”dan söz ediyoruz.
Ekşi'nin kariyerindeki başyapıtlar arasında, Cengiz Çandar ile Mehmet Ali Birand'ın PKK'dan para aldıkları iftirasının üzerine atlayıp, “Alçakları tanıyalım...” başlığıyla yazdığı yazı da var. 25 Nisan 1998 tarihli o yazı, “PKK'ya destek veren gazeteci ve yazarlar... 'Dürüst gazeteci' veya 'sorumlu aydın' havalarında bizleri arkadan hangi alçaklar hançerliyorlarmış, bilmeye mecburuz” türünde satırlarla doluydu.
Oktay Ekşi, yazılarıyla olmasa da, gidişiyle bir ölçü kazandırmış olabilir grubuna. Ama Doğan grubuna tarihinin en kötü günlerini yaşatan AKP iktidarı rencide edilmemiş olsaydı, Oktay Ekşi sadece hata yaptığında ilgi gören başyazılarını sürdüremez miydi?
Soru; meslektaşlarını hedef alan bir iftiradan hareketle 12 yıl önce kaleme aldığı “Alçakları tanıyalım...” başlıklı yazısından sonra başyazarlığı da, sözüm ona etik denetimi yapan Basın Konseyi'nin başkanlığını da hiçbir şey olmamış gibi sürdürebilmesinde cevabını buluyor!
Hürriyet'ten ayrılırken 24 yıldır sürdürdüğü Basın Konseyi Başkanlığı'ndan ayrılmayı düşünmediğini söylemiş. Yine bir Ekşi gafı, ama bu kez ilginç bile değil!
'Orospu çocuğu' diyen gazeteciler nerede?
Peki Oktay Ekşi'nin hakareti iktidarı hedef almasaydı, Başbakan aynı tepkiyi gösterir miydi?
Ne yazık ki hayır, belki umurunda bile olmazdı.
Yasadışı telefon dinlemeleri nasıl sadece Başbakan'ı hedef alınca “faili aranan bir suç” haline geliyorsa, medyadaki kirli dil de kimi nişan aldığına göre siyasetten tepki ya da teşvik görüyor!
Şu satırları hatırlayın:
“... Orospu çocuğu değil, orospunun çocuğu diyorum. Çünkü 'ana'sının kabahati yok.
Bilseydi, büyüyünce böyle bir 'Mahlukat' olacağını hiç doğurur muydu onu?.. Evet; O, kafası orospulaşmış bir fahişe!.. O, bir orospu çocuğu!.. O, mümkün değil ki, anasının rahminde büyümüş bir 'Cenin' olamaz!.. Olsa olsa; '9 ay 10 gün çektiği kabızlık'tan sonra makatından defettiği bir 'bok'tur!.. Nereden çıktı bu şerefsiz?..”
Bu sözler ve yüzlerce benzeri gizli dinlenmiş telefon konuşmalarında sarf edilmedi, bir gazetede yayımlandı. Bu tür yazılara karşı açılan davalarda “burada öyle bir yazar yok” savunmasıyla ünlü Vakit (davalar nedeniyle yeni adı Akit) gazetesinde...
İşte o satırların yazarının AKP iktidarı döneminde en çok görüldüğü resmi mahal yargı değil Başbakanlık olabildi. İnsanlara, ailelerine hakaret konusunda çok hassas olduğunu ilan eden Başbakan, Başbakanlık uçağında defalarca o satırların yazarını ağırlayabildi, karşı karşıya oturabildi.
Ne gazete sütunlarında itibar görmeli hakaret, ne de Başbakanlık uçağında...
Oktay Ekşi'nin hatası “analarını bile satanlar” ifadesini kullanmak değil, bu ifadeyi iktidar sahiplerine karşı kullanmak olmamalı!