CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce, askerlerin, BDP milletvekillerinin katılmını gerekçe göstererek altı yıldır sürdürdükleri TBMM resepsiyonu protestosunu sona erdirmelerine tepki gösterdi.
Askeri TBMM'ye karşı tavır koymaya davet eden bir TBMM Grup Başkanvekili karşısındayız. Zira İnce, TBMM'nin kuruluş resepsiyonuna katılmaya karar veren askerler için, ''Yalova'dan light komutanlara selam söylüyorum. Blilyorsunuz, bizim iki tip paşamız var artık. Bir Türk ordusunun paşaları vardı, bir de NATO paşaları var'' diyor. Bugün paşaların TBMM'ye tepki göstermesi arzusu içinde olan İnce, darbelerle TBMM'nin kapısına kilit vurarak tarihimize utanç sayfaları ekleyen paşaları hangi gruba sokuyor, bilmiyoruz.
Prof. Süheyl Batum'un da, “CHP Genel Başkan Yardımcısı” olarak Ergenekon sürecini eleştirirken ''Koca bir askeri yıktılar, meğer kâğıttan kaplanmış, biz bunu asker zannedermişiz, meğer ABD içini oymuş. O koca ağacı hop diye yıktılar'' sözleri hafızalarda.
''Demokrasi'' ve ''Sivil Toplum'' başlıklı raporların da etkisiyle ''yeni CHP'' umutları yaratmış CHP'nin içinde askerden hâlâ muhalefet uman beklentinin üst düzeylerde ve yoğun biçimde sürdüğü anlaşılıyor.
Peki Mustafa Kemal, ''Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın lideri'' olarak nasıl bir paşaydı, İnce'nin ifadesiyle, millî iradeye karşı ''light'' mıydı?
Cevap, ilk lideri Mustafa Kemal olan CHP açısından özellikle düşünmeye değer.
TBMM 93 yıl önce kurulduğunda, arkasında ciddi bir yerel ve ulusal kongre iktidarları birikimi vardı. Savaş sırasında, yerel kongrelerde toplanan güçlerin devredildiği ulusal kongre iktidarı 23 Nisan 1920'de TBMM rejimine dönüştü. Mustafa Kemal, savaşın önderi olarak meşruiyetini geniş sivil temsil temelinde aradı ve kongrelerle inşa edilen bu süreç ''ulus iradesini temsil eden TBMM''nin kurulmasıyla sonuçlandı. Birinci Meclis'in kabul ettiği 1921 Anayasası'nda etnik vurgu yapılmayarak bir kez bile ''Türk'' ifadesinin geçirilmemesi de, aynı sürecin sonuçlarından biriydi.
'Cunta tipi mücadele yöntemlerini reddetti'
Şu satırlar, CHP çevrelerinde de kitapları saygı ve ilgiyle okunan Prof. Bülent Tanör'ün, ''Kurtuluş Üzerine 10 Konferans'' başlıklı çalışmasından:
'Mustafa Kemal'in en büyük katkısı (…) savaşın ancak siyasal seferberlikle sağlanabileceğini, bu anlamda da siyasetin savaşa öngelmesi gereğini net bir şekilde görmesi ve ortaya koymasıydı. (…) Yakın çalışma arkadaşları, askerlik mesleğinin özelliklerinden doğan bir sınırlı görüşle, muhtemelen sadece askeri direniş ve nizami ordunun toparlanması noktasına ağırlık vermiş görünürken, Mustafa Kemal önce savaşın siyasal seferberlikle, dolayısıyla sivil örgütlenme ve bilinçle kotarılabileceğini en açık bir şekilde ortya koyan kişi oldu.
Bu stratejinin esası savaşın (…) ulusa dayanılarak yürütülmesidir. Belki bir hükümet darbesiyle yeni bir yönetim kurulabilirdi ama, bu salt orduya dayalı olacağından kısa ömürlü olurdu. (…)
Mustafa Kemal'in mücadele planı ve yöntemi şu iki noktada somutlaşmaktadır: Hareketi halka mal etmek ve liderliğe seçimle gelmek. Birinci nokta, İttihat ve Terakki'nin olumsuz deneylerine karşı da bir tepki olarak cunta tipi mücadele yöntemlerini reddetmek, ikincisi de, meşruluk kazanmak ve askeri şefler arasında da liderliğini pekiştirmek anlamındadır.”
'Temel düstur halkı kazanmak'
“Mustafa Kemal'in Samsun günlerinden TBMM'nin açılmasına kadarki temel düsturu, temsil yoluyla meşruluk elde etmek, siyasete öncelik vererek mücadeleyi kitleselleştirmek ve bu sivil siyasal temeller üzerine silahlı güçlerin inşaına geçmek ('önce meclis, sonra ordu') şeklinde ya da kendi deyişiyle 'ülkeden önce halkı kazanmak' diye özetlenebilir.
(…)
Jön Türklerin ya da İttihatçıların seçkin zümrelere dayanan oligarşik ideolojisinin etkisini taşımaya devam eden ve halkın örgütlü gücüne ve temsiline dayanmadan vurucu öncü güçlerin eylemiyle başarıya ulaşılabileceğini savunanlara karşılık Mustafa Kemal, demokratik ve millî egemenlik ilkesini öne çıkardı… Bu tercih, asker / sivil ilişkilerine de yansıyacaktır. Padişahın tanrısal iradeye dayanarak ulusal hareketi lanetlemesine, ordudan ayrılmış olup resmi bir sıfatı kalmayan Mustafa Kemal, ulusal bir iradeye dayanarak karşı çıktı. Mülki amirleri olduğu kadar, komutanları da 'millet adına' konuşarak buyruğu altına aldı.
(…)
Özetle, ulusal önderlik sihirli kelime olan 'temsil' ve 'ulusal egemenlik' kavramlarına dayanarak, devrimci süreci demokrasi temeline oturttu.''
O temelin demokrasiye evrilmesi 93 yıl sonra bile tamamlanmış değil. Kurtuluş Savaşı'nın temsil esasıyla örgütlendiğini de, ciddi mesafeler kat edilmesine rağmen tek parti rejimi ve darbelerden sonra Türkiye'nin hâlâ demokrasi sorunları yaşayan bir ülke olduğunu da inkâr edemezsiniz.
Evet, ne dersiniz, Mustafa Kemal, sivil iradeye pabuç bırakan ''light'' bir paşa mıydı?
Kurtuluş Savaşı'nın ''millî mücadele''ye dayanmayan bir darbe olduğunu düşünüyorsanız, hayır!
CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce'nin gönderdiği yanıt