03 Eylül 2013

MGK'nın ‘28 Şubat tutanakları’ açıklaması neden önemli?

Bu yazıda, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nin dün yaptığı önemli açıklamanın ne anlama geldiği üzerinde durmaya çalışacağım.

28 Şubat davası, emekli orgeneral Teoman Koman'ın sağlık gerekçesiyle tahliye edilmesi eşliğinde 36'sı tutuklu 104 sanıkla başladı. Davanın tek sivil tutuklu sanığı, eski YÖK Başkanı Prof. Kemal Gürüz. 28 Şubat döneminin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı, tutuksuz sanıklar arasında bulunuyor. Davanın önemli sanıklarının başında, 28 Şubat sürecinin simgesi haline gelen, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli orgeneral Çevik Bir bulunuyor.

28 Şubat davası nerelere uzanabilir ve sürece ilişkin temel belgeler neler? Bu sorular davanın akıbeti açısından önem taşıyor. Bu soruların etraflı cevapları için daha önce bu köşede yazdığım iki dosyanın linkini burada tekrar paylaşıyorum.

15 soruda 28 Şubat, Batı Harekât Konsepti ve Batı Çalışma Grubu

20 soruda 28 Şubat soruşturması nereye uzanabilir

Bu yazıda, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nin dün yaptığı önemli açıklamanın ne anlama geldiği üzerinde durmaya çalışacağım. Zira bu açıklama, 28 Şubat davasını diğer siyasete/hükümete müdahale davalarından bir nebze ayıran özelliğe ilişkin sonuçlar da ortaya koyacak.

Cumhuriyet tarihinde darbe girişimleri için sivil mahkemelerde açılmış ilk dava, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde ağustos ayı başında sonuçlanan Ergenekon ana davasıydı. Ancak, yine darbe girişimleri konusunda cumhuriyet tarihinde yerel aşamada sonuçlanmış ilk dava ise “Balyoz darbe planı” iddialarına ilişkin dava oldu. Balyoz davası Ergenekon'dan sonra İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde açıldı, fakat yerel aşamada Eylül 2012'de sonuçlanarak Ergenekon'dan önce karara bağlandı.

Her iki dava da halen temyiz aşamasında bulunuyor.

28 Şubat davası, darbe girişimlerinin sivil yargıda ele alındığı cumhuriyet tarihindeki üçüncü dava özelliğini taşıyor. 12 Eylül davası da, yine sivil mahkemelerde açılmış ilk “darbe” davası olarak görülmeye devam ediliyor.

 

28 Şubat davasının temeli 

28 Şubat davasını, değindiğim üç davadan ayıran temel özellik, sürecin sonunda istifa ettirilen REFAHYOL hükümetinin temsilcilerinin de süreçteki tutumlarına ilişkin tartışmanın içeriği. Malum, 28 Şubat 1997'de toplanan ve yaklaşık 10 saat süren Milli Güvenlik Kurulu'nun (MGK) kararları, askerler tarafından 28 Şubat sürecinin temel hareket noktası yapıldı. Burada davanın temel konusunun 28 Şubat MGK kararları olduğunu söylemediğimin altını çizeyim. Biraz önce linkini verdiğim dosyalarda bu konuda ayrıntılı bölümler var. Ancak tek cümleyle şunu söylemek mümkün: 28 Şubat davasının temel konusu anayasal bir organ olan MGK'nın 28 Şubat kararları değil, dönemin askeri otoritelerinin, siyasi otoritenin talimatı veya iznine dayanmayan ve hükümeti hedef alan girişimleri. MGK'nın 28 Şubat kararları, yaklaşık 10 saatlik kurul toplantısının nasıl cereyan ettiği öğrenildikten sonra -örneğin sivillere bir dayatma yapıldığının ortaya çıkması- davanın temel konuları arasına girebilir.

Tam bu noktada, MGK Genel Sekreterliği'nin dün yaptığı açıklama önem kazanıyor. Zira Genel Sekreterlik, soruşturma sırasında savcılığa

MGK Genel Sekreterliği Kanunu'nun 10. maddesini gerekçe göstererek, 28 Şubat 1997'de yapılan toplantının tutanaklarını göndermemişti. Önce, söz konusu yasanın “Görüşme Tutanakları” başlığını taşıyan 10. maddesini hatırlayalım:

 “Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında yapılan görüşmeler, Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği görevlileri tarafından usulüne uygun şekilde tutanakla tespit edilir.

Kararların asılları ve görüşme tutanakları Genel Sekreterlikte saklanır. Tutanaklar ve görüşmeler açıklanamaz ve yayınlanamaz. Kararlar Milli Güvenlik Kurulunun vereceği karara göre açıklanabilir veya yayınlanabilir.”

Görüldüğü gibi kanun, kurul kararlarının, MGK'nın sivil ve asker üyelerinin birlikte alacağı karara göre açıklanabileceğini, ancak tutanaklar ve görüşmelerin açıklanamayacağını ve yayınlanamayacağını hükme bağlıyor. Nitekim, 28 Şubat 1997'de yapılan toplantıda alınan kararlar, aynı gün 18 madde (daha sonra İran'a ilişkin olduğu anlaşılan bir madde saklı tutulmuştu) halinde açıklanmış, ancak yaklaşık görüşmenin tutanakları, diğer MGK görüşmelerinde olduğu gibi gizli kalmıştı.

 

MGK'nın 28 Şubat açılımı 

MGK Genel Sekreterliği, dün bu konuda önemli bir açılım yaptı. Genel Sekreterlik, yine “Görüşme Tutanakları” başlıklı 10. maddeyi hatırlattı. Ancak “devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgelerin hâkim veya mahkeme heyeti tarafından incelenebileceğini” hükme bağlayan Ceza Mahkemeleri Kanunu'na işaret etti. Genel Sekreterlik, yasa hükümlerine göre savcılara veril(e)meyen 28 Şubat 1997'deki MGK tutanaklarının, talep ettiği takdirde mahkemeye gönderileceğini açıkladı. Anadolu Ajansı'nın duyurduğu MGK Genel Sekreterliği'nin bu önemli  açıklamasını da hatırlayalım:

"MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu'nun 10. maddesine göre, 'MGK tutanakları ve görüşmeleri açıklanamaz ve yayınlanamaz.' Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 125. maddesine göre 'Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgeler ancak mahkeme hâkimi veya heyeti tarafından incelenebilir.' Bu çerçevede 28 Şubat 1997'de yapılan MGK toplantısına ait ses kayıtlarıyla tutulan tutanaklar Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 9 Ekim 2012 tarihli yazıyla talep edilmiştir. MGK Genel Sekreterliği yukarıdaki mevzuat hükümleri uyarınca Başsavcılığın bu talebini yerine getirmenin mümkün görünmediğini bildirmiştir. Bahse konu tutanaklar yetkili mahkeme tarafından talep edilmemiştir. Yargılamanın ilerleyen safhalarında talep edilmesi halinde mahkemeye sunulacaktır."

Bu açıklama ne gibi sonuçlar doğurabilir?

Öncelikli sonuç, davanın görüldüğü Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, sanıklar ya da müdahillerden gelecek talep üzerine veya kendiliğinden 28 Şubat 1997'de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında yapılan MGK toplantısına ilişkin tutanakları istemesi olacak.

Buna bağlı ikinci sonuç da, her ne kadar bu durum yayın yasağını ortadan kaldırmasa da, 28 Şubat 1997'de MGK'da neler yaşandığı ilk kez kamuoyunun bilgisi dahiline girecek.

Peki bu neden önemli?

Önemli, zira yaklaşık 16 yıldır, kuruluş pazarlıklarından itibaren etik tartışmalarına neden olan merhum Necmettin Erbakan başbakanlığındaki REFAHYOL koalisyonunun tavırlarının ne kadar doğru olduğu sorgulandı. O etik tartışmanın ayrıntılı kaynakları için bu köşede yayımlanan başka bir dosyanın linkini de paylaşıyorum.

REFAHYOL bir çürümenin koalisyonu olarak 28 Şubat'a direnemezdi

 

Erbakan'ın askere karşı tavrı eleştirildi

Erbakan ve Tansu Çiller'in liderliğinde Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi'nin ortaklığıyla kurulan REFAHYOL koalisyonunu, hükümeti yıkmaya çalışan askerlere karşı demokratik refleks eksikliğiyle sorgulayanlar, sadece 28 Şubat kararlarını savunanlarla sınırlı değildi.

Dönemin Başbakanı Erbakan ile Başbakan Yardımcısı Çiller'in MGK üyesi bakanlarla birlikte 28 Şubat kararlarını imzalamak yerine, gerekirse hükümetten çekilmeyi de içeren bir tercihe yönelmemesi muhafazakâr çevrelerde de eleştirildi. Örneğin; Zaman gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, 12 Mart 2012'de yayımlanan “Söylemesi zor ama gerçek” başlıklı yazısında Erbakan'ın, hükümetin istifasını vermemek de dahil olmak üzere “hata üzerine hata yaptığını” yazdı.

REFAHYOL hükümetinin, o dönemde demokratik refleksler açısından eleştirildiği noktalar 28 Şubat MGK'sı ve sonrasındaki gelişmelerle de sınırlı kalmadı. 28 Haziran 1996'da Başbakanlık koltuğuna oturan Erbakan, o sırada DYP'li olan Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan ile birlikte Yüksek Askeri Şûra'da önüne konulan “irticai faaliyetleri” gerekçe gösterilerek ordudan atılacaklar listesini onayladı. Erbakan'ın bu tutumu, muhafazakâr-İslamcı çevrelerde hayal kırıklığı yarattı. Örneğin dönemin mağdurlarından İskender Pala, Ezgi Başaran'ın sorularını yanıtlarken (Radikal, 16 Nisan 2012), Erbakan'ın TSK'dan ihraç kararlarını imzalamayacaklarını sandıklarını, ancak yanıldıklarını açıkladı.

Refah Partisi'nden sonra kurulan Fazilet Partisi'nden koparak AKP'yi kuran çekirdek kadronun, yani Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülent Arınç'ın, 28 Şubat sürecinde Erbakan'ın sergilediği tavrı da eleştirerek yeni bir yola koyulduklarını biliyoruz.

Nihayet, Erbakan'ın Başbakanlık'tan istifasını arzu edenler arasında ve baş sıralarda Başbakanlık koltuğuna oturmak isteyen Tansu Çiller de vardı.

Malum; 28 Şubat 1997'de MGK'da alınan kararlar, Başbakan Erbakan ve bakanların talimatlarıyla, “gereğinin yapılması” için kamu kurum ve kuruluşlarına talimat olarak da gönderildi.

Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, MGK'da kararların oylamayla alındığını, 28 Şubat 1997'de alınan kararların her maddesi okunduğunda Başbakan Erbakan'ın onaylayan tavrını, “Önlemler MGK'den geçti, değil mi” sorusu üzerine şu ifadelerle açıklamıştı:

“Tabii. Ben okunurken her maddede Erbakan'a soruyordum: 'Buna itiraz eden var mı?' diye soruyordum. Elini kaldırarak bana, 'Hiç buna itiraz edilir mi?' diyordu. Şimdi... Bu adam hükümetten gitmemek için her şeyi yapar...”

Velhasıl, MGK Genel Sekreterliği'nin, talep edildiği takdirde mahkemeye gönderileceğini açıkladığı 28 Şubat tutanakları üç açıdan önem taşıyor. Birincisi; 28 Şubat 1997'de MGK'nın askeri kanadının hükümete bir dayatma yapıp yapmadığı ilk kez ses kayıtlarına dayalı tutanaklarla ortaya çıkacak. İkincisi; bugüne kadar bir hükümet talimatına dayandığına ilişkin herhangi bir belge ortaya konamayan Genelkurmay Başkanlığı'ndaki Batı Çalışma Grubu (BÇG) gibi oluşumların, hükümetin hedef alındığı Genelkurmay'daki brifinglerin bu toplantıda konuşulup konuşulmadığı anlaşılacak. Üçüncüsü;  demokrasimizin “sivil” sorununa ilişkin mesele, ilk kez MGK zemininde bulgularla tartışılabilecek.

Dönemin hükümetinin MGK toplantısında demokratik refleks gösterememiş olması 28 Şubat sürecinde askerin hükümeti hedef aldığı gerçeğini elbette değiştirmez. Ancak, hâlâ güncel bir tartışma olan demokrasimizin “sivil” sorunu açısından tarihi önem taşıyan belgelerle karşılaşabiliriz.

 

Yazarın Diğer Yazıları

T24 15 yaşında: Anlatmadan anlayamazsan, anlatınca da anlamazsın!

T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…

‘Haber elemanı’ arkadaşlar; nerede bu Almanya paraları, söyleyin bölüşelim!

Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

"
"