23 Aralık 2010

'İslamlaşmanın önünü AKP de kesemeyebilir'

Ankara'dan sonra Aydın'dan da, üstelik üçüncü kez, polisin içkili lokantalara baskın yaptığı haberleri...

Ankara'dan sonra Aydın'dan da, üstelik üçüncü kez, polisin içkili lokantalara baskın yaptığı haberleri geldiğinde Hürriyet'te şu satırların altını çiziyordum: 

“Son 10 yılda birçok İslam toplumunda aşırılığın güçlendiğini düşünüyorum. Bu konuda çok kararlı olmalıyız ve bir Müslüman olarak vazifemiz aşırılıkla mücadele etmektir. Laik toplumlar olarak ılımlı Müslüman kesime sahibiz. Tüm İslam ülkelerinde bu çeşitlilik yok. Bu çeşitliliği bur arada bulunduran ülkeler, aşırılığın daha da yayılmaması için mücadele etmeli. Dinimizin özüne gitmeliyiz. Dinimizin özünde açıklık var çünkü....” 

Bu alıntıyı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın, Şam'da konuk ettiği Ertuğrul Özkök ile Kai Diekmann'a verdiği söyleşiden yaptım.  

Büyük şehirlerde dilendirilen, çiçek-mendil sattırılan, trafik ortasında otomobil camı sildirilen çocuklar devletin gözü önünde alabildiğine istismar edilirken sözüm ona “çocukları korumak” için polisin lokantalara baskınlar yapması ve Beşar Esad'ın sözleri, Radikal İki'de okuduğum çarpıcı makaleyi düşündürdü bana. Cumhuriyet'in Türkiye'de yarattığı her kesimden mazlumun oyuyla bugün inşa edilen iktidara, ardından bu iktidar dönemindeki “İslamlaşma”ya ve “mazlumun zalimleşebileceği”ne doğru çizgi çeken çok ilginç bir makaleden söz ediyorum. 
 
Makalenin yazarı ODTÜ Felsefe Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Yasin Ceylan. Ceylan'ın, yine Radikal İki'de yaklaşık 2,5 ay önce (3 Ekim Pazar) yayımlanan yazısını hatırlayanlar olacaktır. Ceylan “Kürt dilinde eğitim” başlıklı o yazıda, Kürtçe eğitim gibi konularda eleştirmekle birlikte AKP iktidarı döneminde önemli adımlar atıldığını... “Büyük âlim” diye andığı Bediüzzaman Said Nursi'nin de Kürtçe eğitim aldığını... “Fethullah Gülen ve şakirtlerinin mürşidlerine saygının bir karinesi olarak” Kürtçe eğitime karşı çıkmamaları gerektiğini yazmıştı. İmam-hatip okulunu bitirdiğini belirten Ceylan'ın, aynı yazıda hiç Türkçe bilmeden gittiği ve 7 yılda mezun olabildiği ilkokul yıllarında yaşadığı olaylara ilişkin çarpıcı satırları alıntılara konu olmuştu. 
 
Şimdi sizi; Kemalistleri de, İslamcıları da, bugünkü iktidarı da, muhalefeti de, “İslam toplumlarındaki aşırılaşmadan” yakınan Beşar Esad'ları da ilgilendiren “İslam ve İslami partiler” başlıklı bu makaleden (19 Aralık 2010) yaptığım uzun alıntıyla başbaşa bırakıyorum. Ara başlıkların bana ait olduğunu ekleyerek...

Cumhuriyet'in mazlumlarının iktidarı: AKP


Cumhuriyet rejimi bu ülkede çeşit çeşit mazlum yarattı. Dindarlar, Kürtler, Aleviler, solcular, komünistler, gayrimüslimler mağdur edildiler. Hepsi rejime karşı mücadele verdi, veriyorlar. Bir asra yakın bir süreden beri bu topraklarda hükmeden bu rejimin ayakta kalmasının bir nedeni, rejime sahip çıkanların, mağdur kitleleri aralarında çeşitli düşmanlıklar yaratarak yekvücut olmalarına engel olmaları. Ne var ki, mağdurlardan dindarlar, dokuz yıl önce, rejim tarafından kapatılan bir partinin küllerinden yeni bir parti doğurttu. Yeniden yapılandılar. Sloganlarını değiştirip diğer mağdurların oylarına talip oldular. Mağdurların büyük çoğunluğu bu sese kulak verdi, oy verdi. Rejimin bekçileri bu sefer geç kalmışlardı. Müesses kurumlarıyla, silahlarıyla, mahkemeleriyle, rejimin dogmalarına iman etmiş bazı akademisyenleriyle, bu mağdur hareketini, bu başkaldırıyı, durdurmak istediler. Ama muvaffak olamadılar. Son kozları 12 Eylül referandumuydu. Onu da kaybettiler. Gittikçe kaybediyorlar. Halklarına karşı nasıl acımasız davrandıkları, onlara ne tür baskı ve zulüm uyguladıkları, artık alenen bilinmeye, görülmeye başlandı. Resmi belgeler ortaya çıkıyor, hak, hakikat, fazilet ve itimat olarak takdim edilen bu sultanın, ne tür haksızlık, yalan, rezalet ve ihanet içerdiği ayan beyan oluyor. Büyük ideallerle, yenilik, modernlik ve ilerleme adına kurulmuş olan Cumhuriyet, en büyük düşmanı saydığı “irtica”ya mağlup düştü. En mahrem mekânlarına, mürteciler (onların deyimiyle), tüm alamet ve şiarlarıyla yerleşti. 

Dindar mazlum, iktidarda zalime dönüşecek mi?


Şimdi bu sürecin ikinci bölümüne geçiyoruz. Mağduriyet adına kazanılmış bu zaferden, dindarlar dışındaki mağdurların payı ne olacak? Dindar mazlum, iktidar mevkiinde bir zalime dönüşecek mi? Yoksa dillerinden düşürmedikleri “herkese adalet, eşitlik, özgürlük” söz ve vaatlerine sadık mı kalacaklar? Çünkü bir zulmün bitişi, adalet ve hakkaniyete yol açtığı gibi, yeni bir zulmün kapısını da açabilir. İran bunun en bariz örneği. Şah rejimine karşı, dindar mağdurların önderliğinde diğer tüm mağdurlar el birliği yapmış ve Şah’ı devirmişlerdi. Ancak sonuç umdukları gibi olmadı. Bir zulmün yerine yeni bir zulüm geldi. Eşitlik, özgürlük, hak, adalet adına yola çıkanlar, meğer bu kavramlara inanmıyorlarmış! Zalimden kurtulmak için, zulmün izalesine değil, zalimin mevkiine taliplermiş! Nitekim olanlar oldu. Şah rejiminin diğer mağdurları, yeni İslami rejim tarafından, daha da acımasız baskı ve haksızlıklara uğradı. 

Daha ne kadar İslamlaşacağız?


Türkiye’de din adına siyaset yapanlar, oylarını, hiçbir zaman yüzde 47’lere yükseltememişti. Bu oy, bütün rejim mağdurlarının oyudur. Oy oranındaki maksimum yükselişin, askeri bir muhtıradan sonra gelmesi, bunun yeni bir kanıtıdır. Dindarlar dışındaki mağdurlar ile şimdilerde mağdur duruma düşen laik-Kemalistlerin korkuları, bu yüksek oy oranının havasına kapılan AKP iktidarının, yeniden yapılanmayı (yeni anayasa, yeni YÖK, yeni yargı gibi), İslami dogma ve yaşam biçimlerine göre düzenlemeleri. Böyle bir korku için yeterince gerekçe de oluştu. Mesela başörtüsü sorunu, sadece üniversitedeki kız öğrencileri üzerinde seyrederken, son zamanlarda buna, ilköğretimdeki öğrenciler de dâhil edildi. İktidarın en etkili ağızlarından “başörtüsüne ilköğretimde müsaade edilmeyecektir” gibi bir ifade henüz çıkmış değil. Üniversitelere atanan yeni rektörlerin çoğu, iktidarın ideallerine yakın kimseler. Cami inşaatlarına daha sıklıkla rastlanıyor. 

Ezan sesi daha yüksek perdeden okunuyor. Diyanet İşleri Başkanlarına “irşat ekipleri” gibi yeni bir misyon yüklendi. Belediyelere ait birçok mekânda içki yasağı uygulanıyor. Yeni yılda yapılan zamlarda, en fazla zam, içkiye yapıldı. Bu ve burada saymadığım diğer örnekler, AKP iktidarının gittikçe İslamlaştığını, farklı yaşam biçimlerine tolerans tanımadığını gösteriyor. Bu dönüşüm süreci nerede duracak, ne kadar daha İslamlaşacağız? Buna henüz isabetli bir cevap vermek mümkün görünmüyor. Bunu iktidardakiler de bilemezler. Şöyle bir cevap belki uygun düşebilir: Olabildiği kadar! Gidebildiği kadar! 

Önü alınmazsa İslamlaşma dalgasını AKP de kesemez


Çünkü İslami iktidar, gücünü ve meşruiyetini kendilerine ait demirbaşlardan ziyade, laik-Kemalistlerin günahlarından alıyor. Diğer İslam ülkelerindeki İslami partilerin, ülkelerindeki totaliter rejimlerden beslenmeleri gibi. İslam âleminde meşruiyeti yerleşmiş başka bir yaşam biçiminin olmayışı da, her itirazın İslam’ı referans göstermesine sebep oluyor. 

Cumhuriyet hükümetlerinin halkına karşı işlediği her suç ve günah, İslamcıların hanesine birer fazilet ve sevap olarak geçti. Oturdukları yerde güç ve itibar kazandılar. Şimdiye kadar iktidar olarak, yaptıkları iyilikler ise inanmadıkları alanda, kerhen yaptıkları şeylerdir. İnandıkları alandaki icraatlarını yeni yeni görüyoruz, göreceğiz. Kendileri dışındaki yaşam biçimlerine, şimdiye kadar kısmen dokunmayışları, saygıdan değil, henüz cesaret edemediklerinden. Bu cesaret taayyün edince, tavırları değişecektir. İslamlaştırma dalgası, önü güçlü bir setle alınmadığı takdirde, her şeyi altüst edecek, dalganın hızını iktidardakiler bile kesemeyecektir. İslami ateş, onların birçok icraatını İslam’a uygun bulmayacak, sonunda onları da yakacaktır.

'Tanrı'ya veda' prensibi AKP Tüzüğü'ne sızmış 


Garip olan şu ki, İslami bir çizgiye gittikçe kendini adayan AKP’nin ne programında ne de tüzüğünde İslam’a veya din kavramına herhangi bir referans yok. Belki mevcut olan laik anayasaya uygun düşmek için, kapatılmamak için bunu yapmışlardır. Ancak daha garip olanı, yine amaç, program ve tüzüklerinde liberal, demokrat, Batı mahreçli kavram ve değerleri kullanmaları. Mesela parti dünya görüşünün “insan merkezli” (Tüzük, madde.4,3) olduğu ifadesi gibi. Ya “insan merkezli” demenin ne olduğunu bilmiyorlar ya da diğer birçok işlerinde yaptıkları gibi bir kurnazlık yapıyorlar. Çünkü “insan merkezli” dünya görüşünün antitezi, “tanrı merkezli” dünya görüşüdür. AKP gibi din kökenli bir parti, nasıl olur da tanrıdan yüz çevirip insana dönebilir? Bunun olamayacağını Başbakan “Yaratandan dolayı yaratılanı severiz” mükerrer ikrarıyla kanıtladı. İnsan merkezli olmak, insanı dolaysız sevmek, ona saygı duymaktır, onu tanrı olmadan da sevmektir. Modernite’nin ve Aydınlanma’nın “tanrıya veda” anlamındaki bu prensibi, nasıl olmuş da AKP’nin tüzüğüne sızabilmiş! İslam inanç dünyasının tam zıddı sayılabilecek, ulema cihetince “küfür” veya “ilhad” diye adlandırılabilecek bu tabirin, tutarlılık adına, bir an önce tüzükten çıkartılması gerekir düşüncesindeyim. Yine batı demokrasilerinde pek sık kullanılan “özgürlük”, “eşitlik”, “tarafsızlık”, “temel haklar” gibi kavramlar tüzükte yer alıyor. Ancak icraatlarına baktığımızda, bu kavramların anlam değişikliğine uğradığını görüyoruz. Meğer özgürlükten kendi özgürlüklerini, eşitlikten imtiyazı, tarafsızlıktan taraf olmayı kastediyorlarmış. 

(...)

İslamcı partiler baskıdan kurtulunca Batı'ya ihtiyaç duymadı 

İslami partilerin Batı dünyası ve değerleriyle olan ilişkisine gelince, bunun şartlara göre değiştiğini görüyoruz. Laik rejimin baskısı altındayken, Batının fikir ve inanç özgürlüklerini savunan bu partiler, bu baskıdan kurtulduktan ve bu özgürlükleri elde ettikten sonra Batıya pek ihtiyaç duymadı, duymayacaklardır. AKP’nin reformları askıya almasının nedeni, ancak bu şekilde açıklanabilir.

(…)

İslam, siyaset ve siyasetçi konusuna tekrar dönecek olursak, dinci partilerin kullandıkları değer ve kavramlar, temalar ve sloganlar, din kaynaklı değil, medeni demokrat rejimlerin temel malzemeleridir. Ancak dindar siyasetçiler, özellikle iktidarda bulunanlar, bu kavramları kullanmakla beraber, pratikte bunların gereklerini yerine getirmiyorlar. Bunun yerine, fırsat bulduklarında, dinsel inançlarının eğilimine kapılıp bu evrensel değerlerden kopuyorlar. Bu zatlara şunu sormak isterim: İnançlarınızdan hareket ederek, çağdaş insanlığa yeni, bilimsel veya sosyal veya etik bir değer sunabilir misiniz? Sizde var olup onlarda olamayan bir değeri! Bunu yapabilirseniz, inanan bilincin, hâlâ, insanlığa hizmet edebileceğini de ispatlamış olursunuz?


Yazarın Diğer Yazıları

T24 15 yaşında: Anlatmadan anlayamazsan, anlatınca da anlamazsın!

T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…

‘Haber elemanı’ arkadaşlar; nerede bu Almanya paraları, söyleyin bölüşelim!

Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

"
"