02 Mayıs 2014

Grev gözcülüğünden devlet sözcülüğüne Erdoğan'ın hikâyesi

1 Mayıs'ta sadece meydanlar yasaklanmadı, tehditten korkmayanlar da devleti meydanlara hapsetti!

 

"Bugün de ölmedim anne..."

Devletin müsabaka alanına çevirdiği sokaklara çıkıp da, şu dünyadan ateş alır gibi geçiveren Ahmet Erhan'ın şiirine uğramayan var mıdır?

1 Mayıs bir kez daha gazlı, coplu, TOMA'lı, gözaltılı bir tehdit fırtınası altında geçti. Türkiye, öylesine bir gerilime rotasında ki, 1 Mayıs'a ilişkin yasakları, 12 Eylül darbesini yapan generallerin son biçimini verdiği 1982 Anayasası'na dayanarak bile savunamazsınız.

Halen yürürlükte olan darbe anayasasının "Temel Haklar ve Ödevler" bölümünde yer alan "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı" başlıklı 34. maddesi, şu hükümle başlar:
"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."

Evet, aynı madde daha sonra "Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir" hükmüyle devam eder. Ancak, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve insanların 1 Mayıs'ı Taksim veya Kızılay'da kutlamak istemeleri ne "milli güvenliği", ne "kamu düzeni"ni, ne "genel sağlığı", ne de "genel ahlakı" etkiler. Keza hiçbir gösteri, "başkalarının hak ve özgürlükleri"ni, örneğin İstanbul'u binlerce polis, çelik bariyerler, TOMA'lar, biber gazları ve gözaltılarla bir yasak şehire çeviren devlet kadar kısıtlayamaz.

Diğer yandan anayasa hükümleri için doğru okuma, özgürlükçü bir yaklaşımla devlet gücüne karşı bireysel ve toplumsal haklar merceğinden bakılarak yapılabilir. Nitekim, Anayasa'ın 34. maddesine bugünkü son biçimini veren 3 Ekim 2001 değişikliği de bu anlayışla yapıldı, örneğin "Şehir düzeninin bozulmasını önlemek amacıyla yetkili idari merci, gösteri yürüyüşünün yapılacağı yer ve güzergâhı tespit edebilir" hükmü madde metninden çıkarıldı. Yani yetkili mercinin (valilik) "şehir düzeninin bozulması" gibi gerekçelerle toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını engellemesinin yolu kapatıldı. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Taksim'de 1 Mayıs yasağını savunurken dile getirdiği  "Başkalarının özgürlük alanına müdahale edilmediği sürece herkes istediği alana girer. Ama çevreye rahatsızlık veriyorsa emniyet güçleri ve hukuk, gereken neyse onu yapar" sözlerini, Anayasa'da 2001 yılında yapılan bu değişiklik ışığında okuyun.

Cumhuriyet tarihindeki en kötü, en yasakçı  anayasa olan 1982 Anayasası'nın, ilk günden itibaren "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" hükmünü taşıdığını not edelim.

 

Anayasa'daki reform yok sayılıyor

 

Aslında onlarca kez değiştirilen 1982 Anayasası'ndaki en büyük reform, 2004 yılında parlamentodaki AKP çoğunluğunun muhalefetle birlikte yaptığı 90. madde değişikliği ile oldu. Anayasa'da 7 Mayıs 2004'te yapılan değişiklikle 90. maddeye "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" hükmü eklendi. Yani, örneğin Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nda bu hakkı engelleyen hükümler varsa, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerdeki hükümlerin iç hukuka üstün olacağı Anayasa hükmü haline getirildi.

Peki AKP Hükümeti, bu reformun gerektirdiği tavrı sergileyebildi mi?

Hayır. Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne dayanarak yargılama yapan ve Türkiye'nin yetkisini kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2008 yılındaki 1 Mayıs yasakları için Kasım 2012'de verdiği kararla Türkiye'yi mahkûm etti. AİHM kararının en önemli bölümünü, "toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma özgürlüğünün, toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılacak yeri seçebilmeyi de kapsadığı" hükmü oluşturuyordu. Bir başka ifadeyle AİHM, 1 Mayıs'ı Taksim'de kutlamak isteyenlere, Başbakan Erdoğan gibi "Gidin mitinginizi Yenikapı'da, Kazlıçeşme'de, Maltepe'de yapın" demenin de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal etmek anlamına geldiğini hükme bağlamıştı.

AİHM'nin 2012'deki bu kararına rağmen AKP Hükümeti 2013 yılında, bu kez "Taksim'deki kazıların can güvenliği tehlikesi yaratacağını" öne sürerek 1 Mayıs gösterilerini yasakladı. Ancak bu yasağın hemen ardından Galatasaray'ın lig şampiyonluğunu kutlamak için Taksim'e çıkan binlerce kişiye engelleme yapılmadı. 2008 yılında 1 Mayıs'ı "Emek ve Dayanışma Günü" olarak parlamentoda yasalaştıran ve tatil ilan eden AKP Hükümeti, birkaç yıl içinde 1 Mayıs'ı devlet gücünün alabildiğine teşhir edildiği zemine çevirecek ölçüde bir evrim geçirdi.

 

Erdoğan AKP Programın'daki sözlerini hatırlıyor mu?

 

Peki, iktidarının ilerleyen yıllarında Anayasa'nın sözüne, AİHM'nin kararlarına sırt çeviren AKP, kendi programına uyuyor mu? Şu ifadeler, 14 Ağustos 2001'de kurulan AKP'nin kamuoyuna verdiği sözleri içeren AK Parti Programı'ndan:

- Demokrasilerin temel niteliklerinden biri olan toplantı ve gösteri özgürlüğünün daha etkili kullanılabilmesi için gerekli hukuki düzenlemeleri gerçekleştirecektir. Hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkı bütün unsurlarıyla gerçekleştirilecektir. Tüm bireylerin hak arama yolları kolaylaştırılacaktır. 

- Düşünce ve ifade özgürlükleri uluslararası standartlar temelinde inşa edilecek, düşünceler özgürce açıklanabilecek, farklılıklar birer zenginlik olarak görülecektir. 

- Özgürlükler demokrasinin temelini oluşturur. Hiçbir bireysel ve kurumsal baskı kabul edilemez. Bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik bir siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır. 

- Başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Paris Şartı ve Helsinki Nihai Senedi olmak üzere Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerin insan hakları alanında getirdiği standartlar uygulamaya geçirilecektir... İnsan hakları alanında faaliyet gösteren gönüllü kuruluşların, sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri dikkate alınacak, devlet organları ile bu kuruluşlar arasında sıkı bir işbirliği oluşturulacaktır. İnsan hakları ihlallerinin tespiti, çözüm önerilerinin geliştirilmesi, insan hakları eğitimi ve kolluk güçlerinin denetimi konularında bu kuruluşların katılımına ağırlık verilecektir...

- Avrupa Birliği üyelerinin uyması gereken asgari standartları gösteren Kopenhag Kriterleri’nin demokratikleşmeye yönelik ilkeleri esas alınarak ulusal hukuk düzenimizde yapılması gereken değişiklikler, mümkün olan en kısa sürede gerçekleştirilecektir. 

Dün AKP'nin kurucu genel başkanı olarak parti programında bu sözleri veren Erdoğan, bugün Başbakan olarak işçi sendikalarına "Taksim'den umudunuzu kesin... Devetle gerilime girmeyin" diyebiliyor.

 

'Grev gözcüsü' Erdoğan

Sahi, sendikalar ve Erdoğan. 

Emekçiler için 1 Mayıs kutlaması ve anmalarının sembol alanı olan İstanbul Taksim Meydanı ile Ankara'da Kızılay'ı sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve vatandaşlara yasaklayan Başbakan yıllar, yıllar önce "grev gözcüsü" önlüğü giymişti. 1988 yılında Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi'nin İstanbul İl Başkanı olan Tayyip Erdoğan, Basın-İş Sendikası üyesi Darphane işçilerine, grevin 27. gününde destek verirken üzerinde "Grev gözcüsü" yazılı önlük giymiş ve bakın neler söylemişti:

"Ülkemizde özellikle 1980 sonrası hükümetler işçi haklarına insan onuruna yakışmayacak şekilde ilgisiz kalmaktadır. Alın teri kutsallığını yitirmiştir. Ülkemizde işçilerimiz kira ücretlerini dahi ödeyemeyecek zorluklar içerisindedir. Bu zulme son verene kadar haklı ve kararlı mücadelelerin yanında olmayı inancımız gereği görev telakki ederiz.” 

1 Mayıs yasakları, sadece gaz bombaları, cop, TOMA, gözaltı anlamına gelmiyor yani. Erdoğan'ın güce direnmekten güce tapmaya doğru evrimini de önümüze koyuyor.

Evet, 12 yıldır ülkeyi tek başına yöneten Erdoğan için AK Parti Programı bile uzak bir hatıra...

Ama uzaklaştıkça yanıltan her manzara gibi, karşı karşıya olduğumuz demokrasi sorunları da sizi yanıltmasın.

1 Mayıs'ta meydan yasakları zorla uygulandıysa; o yasaklardan, tehditlerden, gaz bombaları, TOMA'lar ve gözaltı dalgalarından korkmayanlar da devleti, o devletin gücüne  müptela siyaseti Taksim'e, Beşiktaş'a, Mecidiyeköy'e, Şişli'ye, Kızılay'a, meydanlara, caddelere hapsetti!

Selam olsun onlara...

Yazarın Diğer Yazıları

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

T24 14 yaşında; nasıl da yılları buldu bir mısra boyu macera…

Bağımsız, sorumlu, güvenilir, yüksek profesyonel ve etik standartlarda gazetecilik, sadece gazetecilerin değil toplumun bütün katmanlarının meselesi haline gelmedikçe, sesimizi kısanlar sadece başkaları olmaz!

Schengen vizesi eziyeti için gazetecilere çağrı, AB başkentlerine mektup

Sığınmacı sorunuyla, üstelik milyonlarca insan eşliğinde Türkiye de muhatap. Ancak bu durumun, örneğin Federal Almanya’nın Volkan Konak, Deniz Türkali gibi sanatçıların da vize başvurularını reddetmesiyle nasıl bir ilgisi olabilir? AB ülkeleri diplomatlarının, sürekli mesai yaptıkları gazetecilere, vize talebi söz konusu olduğunda, “Bizim için Edirne sınırına kadar gazetecisiniz” anlamına gelen tavrı vize rejiminin amaçlarına uygun mu? Peki gazeteciler ve meslek örgütleri, yıllardır süren bu kötü muameleye karşı neden sessiz, neden bu eşitsiz ilişkiyi reddetmiyorlar?