Anayasa değişikliği paketine ilişkin olarak yapılan tartışmada iki cephede de doğrular, iki cephede de yanlışlar var. Bu durum, sonuç “evet” çıksa da, “hayır” çıksa da kazanamayacağımız doğrular olduğunu gösteriyor.
Gönül isterdi ki, yargıda daha demokratik bir yapı tesis edilirken darbe anayasasının en büyük eserlerinden biri olan Adalet Bakanı'nın Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun başındaki varlığına son verilsin.
Gönül isterdi ki, AKP, 2007 yılında kendi girişimiyle hazırlanan anayasa taslağında Adalet Bakanı'nı “yargının bağımsızlığı” gerekçesiyle kurul dışına çıkaran Ergun Özbudun komisyonunun önerisine sahip çıksın... Darbe anayasasındaki bu sakatlığa, daha önceki hükümetlerin yaptığı gibi “iktidar sadakati” göstermesin.
Gönül isterdi ki AKP, kendi girişimiyle hazırlanan anayasa taslağındaki “Cumhurbaşkanı'nın yargı üzerindeki etkisi son bulmalı” tavsiyesine kulak versin.
Gönül isterdi ki, başta CHP olmak üzere, muhalefet partileri, saygın hukukçulardan oluşan Prof. Ergun Özbudun başkanlığındaki komisyonun hazırladığı anayasa taslağını, kapağını bile açmadan reddetmesin.
Ve gönül isterdi ki, darbe anayasasının en büyük eserlerinden biri olan “zorunlu din dersi”, yine Özbudun başkanlığındaki komisyonun hazırladığı taslaktaki alternatife uygun olarak “gönüllülük” esasına dayandırılsın...
Olmadı, olamadı...
Elbette kararı halk verecek. Oyumuzun rengi ne olursa olsun, 12 Eylül'den bozma bir anayasa değil yepyeni bir anayasa ihtiyacını unutmadan sonuca saygı göstereğiz.
Ancak anayasa değişikliği paketine ilişkin kampanyada Başbakan Tayyip Erdoğan'ın sergilediği tutum, 2011'den sonrası için taahhüt edilen “yeni anayasa”ya ilişkin umutlarımızı azaltıyor.
Bize bunu düşündüren gözlemleri özetlemeye çalışalım.
'Beni Alevi yargıçlar mahkûm etti' mesajı
Erdoğan'ın, 3 Eylül Cuma günü Diyarbakır'daki mitingde Kürt sorunu için yaptığı ana vurgu “aynı Allah'ın yarattığı insanlar arasında kardeşlik” oldu.
Erdoğan, Diyarbakır mitinginden yaklaşık üç saat sonra Habertürk TV'de “Diyarbakır konuşmanızda ’Ben de dört duvar arasına düştüm, benim için muhtar olamaz dediler ama çıktım bugünlere geldim’ dediniz. Bölge insanına her yere gelebilirsiniz anlamında mesaj mı vermek istediniz?” sorusuna yanıt verirken bakın neler söyledi:
“Bunlar hep gözardı ediliyor. Mezhebî noktada da durum aslında aynı. Yani ‘o yok’ diyenler şu anda buralardalar, bu noktalardalar. Mesela yargıda benimle ilgili onayı veren mezhebî noktadan farklı mezhebe mensup kişilerin içinde bulunduğu bir daireydi...”
Aynı konuşmada “Şu anda Başbakan olarak bile kabullenemediğimiz birçok kararlara uymak zorunda kalıyoruz” gibi hukuk devleti ölçütleri içinde savunulması mümkün olmayan bir ifade de kullanan Başbakan, “Sünnî Tayyip Erdoğan'ın Alevi yargıçlar” tarafından cezalandırıldığını açıklıyor. Birkaç saat önce Diyarbakır'da “Aynı Allah'ın yarattıkları olarak kardeşiz” diyen Erdoğan'a göre, Siirt'te okuduğu şiir nedeniyle yerel mahkemenin verdiği ceza, adalet anlayışı yoksunluğundan değil Yargıtay'daki yargıçlar “Alevi” olduğu için onanmış bulunuyor!
'Dede atamalarına son' ve 'Önemli olan soy' sözleri
Erdoğan, AKP'nin Ankara-Sincan'da düzenlediği mitingde de, “Yargıda dedelerden talimat alarak atamalar yapma dönemi bitiyor” diyerek Alevileri işaret etmekte, Türkiye'nin Sünnî-egemen damarına oynamakta sakınca görmedi.
Başbakan'ın, referandum kampanyasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu için dile getirdiği “Dersimli olduğunu neden saklıyorsun”, “Önemli olan boy değil soy” sözlerini de dikkate aldığınızda son derece sorunlu bir tablo ortaya çıkıyor.
Başbakan'ın “Alevi” ve “Roman” çalıştayları toplamak ve bu alanlarda iyileştirici adım atmak yolundaki doğrularını bir çırpıda götüren bu “köken” takıntısının, saygın İslamcı yazar Ahmet Taşgetiren tarafından da “yakışıksız” bulunduğunu hatırlatalım.
Hangi Erdoğan daha samimi?
Şimdi size birkaç soru:
Diyarbakır'da “Hepimiz kardeşiz” diyen Erdoğan mı samimi, “Beni Alevi yargıçlar mahkûm etti” mesajı veren Erdoğan mı?
Diyarbakır'da “Hepimiz aynı Allah'ın yarattığı insanlarız” diyen Erdoğan mı samimi, Alevileri adeta “başka Tanrı'nın çocukları” gibi gördüğü izlenimi veren konuşmalar yapan Erdoğan mı?
Diyarbakır'dan dönerken uçakta gazetecilere 2007'de Ergun Özbudun komisyonunun hazırladığı anayasa taslağının kenara atılmayacağını vaat eden Erdoğan mı samimi, 12 Eylül'de oylanacak pakete o taslakta yargı için öngörülen düzenin tam aksini yerleştiren Erdoğan mı?
Zorunlu din derslerini kaldırmayı hiç gündeme almasa da Alevi çalıştayları toplayan Erdoğan mı samimi, “Yargıda dede atamalarına son. Önemli olan soy” diyen Erdoğan mı?
Kürt sorununda “kimlik politikası” yapılmasına karşı çıkan, “etnik ve dini milliyetçiliğe karşıyız” diyen Erdoğan mı samimi, referandum kampanyasında Alevileri hedef alan Erdoğan mı?
Ve 12 Eylül'de sandığa gidecek bütün vicdanlardan yanıt bekleyen bu yazının başlığındaki soru:
Eğer referandumda “Evet” oyu kullanacak bir Alevi olsaydınız, Başbakan'ın bu sözleri karşısında ne düşünürdünüz?
Başbakan; bu ülkenin tarihindeki utanç sayfaları arasında darbelerin yanı sıra inanç kavgalarının, Maraş ve Madımak ve elbette Başbağlar katliamlarının da bulunduğunu aklından çıkarmamalı...