Türkiye'de rejim, resmi görevliler için hemen her kademede ayrıcalıklar içerir. Sağlıktan soruşturma ve yargılanmaya kadar uzanan geniş bir ayrıcalıklar rejiminden söz ediyoruz.
Birkaç yıl öncesine kadar, üniversite hastanelerinin sadece memurlara açık olması, memur olmayanların başka bir kurumdan, örneğin SSK hastanelerinden sevk edilmedikleri takdirde üniversite hastanelerine kabul edilmemesi böyle bir ayrıcalıktı. Sağlık alanındaki somut adımları seçim zaferlerinin başta gelen nedeni gibi görünen AKP iktidarı döneminde bu ayrıcalığa son verildi.
AKP'nin hiçbir zaman kaldırılmasına yanaşmadığı ayrıcalık ise, “dokunulmazlıklar” oldu. Muhalefetin, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması talebine “bütün dokunulmazlıkları kaldıralım” karşılığını vererek “memurları da” kapsayacak bir projeden söz eden AKP, sekiz yıldır bu konuda ciddi bir adım atmadı.
Bugün, milletvekili dokunulmazlığı Meclis kürsüsünde dile getirilen fikirler dışında da birçok alanı kapsıyor, memurların, görevlerinden dolayı işledikleri suçlar nedeniyle soruşturulması ve yargılanması özel usullere bağlanarak zorlaştırılıyor.
Kamu görevlilerinin yargılanması, yakın zamana kadar, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e devredilmiş bir kanunla yapıldı. 1911 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanun-u Muvakkat, adı üzerinde, “geçici kanun”du. Dünyanın en uzun ömürlü bu “geçici kanun”u 86 yıl yürürlükte kaldı.
Bu kanun uyarınca, hakkında soruşturma yapılan memur hakkında yargılama, idare tarafından “lüzum-u muhakeme” kararı verilirse yapılabiliyor, “men-i muhakeme” kararı verilmesi ve/veya bu karara itirazın reddedilmesi durumunda dava açılamıyordu.
Bugün memurlar hakkında soruşturma ve yargılama, kapsamı biraz daha genişleten 1999 tarihli yasaya göre yapılıyor. 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'da “lüzum-u muhakeme” veya “men-i muhakeme” kararı verecek kurullar yer almıyor. Son düzenleme, 3. maddesinde, memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında “soruşturma izni vermeye yetkili” makamları ilçelerde kaymakamlardan başlayarak illerde valiler, merkezde bakanlar, Başbakan, TBMM Başkanı ve Cumhurbaşkanı'na kadar tek tek sayıyor.
Memurlar hakkında, görevlerinden dolayı işledikleri iddia edilen suçlara ilişkin olarak soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin karara yapılan itirazları da memurun statüsüne göre Danıştay ya da bölge idare mahkemeleri karara bağlıyor.
Memurlar ve kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin bu ayrıcalıklı düzeni, Taraf Gazetesi Yayın Koordinatörü Markar Esayan'ın, üç yıl önce göz göre göre canına kıyılan meslektaşımız Hrant Dink'in ailesinin avukatı Fethiye Çetin ile yaptığı çarpıcı söyleşiyi okurken bir kez daha düşündüm. 19 Şubat Cumartesi günü Taraf'ta yayımlanan o söyleşi Türkiye'de memurların yargılanmasına ilişkin düzenin, Dink cinayetinde, kasıt, kusur ya da ihmalleri bulunan kamu görevlilerini nasıl koruduğunu önümüze koyuyor.
'Hiçbir emniyet görevlisine soruşturma izni verilmedi'
Fethiye Çetin'in Markar Esayan'a yaptığı açıklamadan bazı satırları birlikte okuyalım:
- Bakın size İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin tavrını anlatayım. Bu incelemeler sırasında İstanbul Emniyet görevlilerinin sorumluluklarına ilişkin üç ön inceleme raporu hazırlandı. İki bilirkişi raporu ve bunlara ilaveten yüzlerce belge, tanıklık ve ifadeler ortaya çıktı. Müfettişler bunlara dayanarak önce sekiz görevli hakkında soruşturma açılmasını istediler. (Dönemin) İstanbul Valisi Muammer Güler; Celalettin Cerrah ve Ahmet İlhan Güler’i dosyadan ayırdı ve geri kalanlara izin verdi. Ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, gerekçesiz bir kararla bunca delili göz ardı etti ve hiçbir emniyet görevlisi için soruşturma izni vermedi.
- Yaptığımız çalışmalar neticesinde çok önemli bir yeni delil ortaya çıktı. Bildiğiniz üzere Trabzon’dan İstanbul’a gelen istihbarat yazısında Yasin Hayal’in İstanbul’da ses getirecek bir eylem yapacağı, hedefinin Hrant Dink olacağı, bu amaçla İstanbul’a gelip gittiği ve Ümraniye’deki abisinin fırınında kaldığı bilgisi vardı. İstanbul Emniyeti, mahkemeye bu istihbaratın değerlendirdiklerini, iki polis memurunun bu adrese gittiği ancak bu adreste böyle bir fırın olmadığını rapor ettiklerini bildirmişti. Oysa, elimizdeki belgeye göre bu iki polis memurunun aynı gün sabah saat 09:00'dan gece 24.00’e adar Fatih’te başka bir takipte oldukları anlaşıldı.
'AİHM mahkûm etti, ama mahkeme AİHM kararına uymadı'
- AİHM Türkiye’yi, beş başvuruyu birleştirdiği davada dört kez mahkûm etti. Dink’in korunmadığını, cinayetin önlenmediğini ve cinayetten sonraki dava sürecinde özellikle devlet yetkililerinin etkin soruşturulmadığını kayda geçerek yaşam hakkı, ifade özgürlüğü ve etkin başvuru konusunda ihlal tespit etti. Bu arada, müfettişler ise biraz önce değindiğim bu yeni delile dayanarak ayrıntılı bir inceleme yaptı ve bu kez dokuz görevli hakkında soruşturma talep ettiler. Vali Güler yine Cerrah’ı ve İlhan Güler’i ayırdı ve geri kalanına izin verdi. Biz bu karara Celalettin Cerrah, Ahmet İlhan Güler yönünden itiraz ettik. Hatta Fatih Cumhuriyet Savcısı da Ahmet İlhan Güler için de soruşturma izni verilsin diye itiraz etti. Ancak, önceki kararı AİHM tarafından İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ne aykırı bulunan İstanbul Bölge Mahkemesi'nin hâkimleri, sanki AİHM kararı yokmuş ve yeni bir delil de elde edilmemiş gibi hiçbir görevli hakkında soruşturmaya izin vermedi.
'Memur yargılaması kanunu ideolojik ve sorunlu'
- Türkiye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yetkisini kabul ettiğinden sözleşme uyarınca mahkemenin kararlarını uygulamak zorundadır. Bunu ayrıca Anayasa’nın 90. maddesine göre yapmak zorundadır, hem de CMK 311 ve devamındaki açık hükümler de bunu mecbur kılmaktadır.
Bu tip durumlarda yargıya ve hükümete düşen ayrı ayrı görevler var. Yargı, üzerine düşeni yapmamakta direnemez, AİHM kararlarını uygulamakla yükümlüdür. Hükümet ise yargının önünü açacak, adaletin yerine gelmesini sağlayacak düzenlemeleri yapmalı uygulamadaki aksaklıkları gidermelidir. Mesela memurların yargılanması ile ilgili 4483 Sayılı Kanun ideolojik ve sorunludur. Bunu derhal değiştirmelidir. Bu tür davaların ortak özelliği olan “dokunulmazlık” ve “cezasızlık” konusunda etkin tedbirler almalıdır. (…) İdari soruşturmalarda ciddi sorun vardır.
- (Kamu görevlilerinin katkısı olmasa) Bu cinayet işlenemezdi ve üstü örtülemezdi. Cinayetten sonraki gelişmeler de bu kanaatimizi pekiştiriyor. Delillerin karatılmasından bahsediyorum. Bu çok önemli bir şey. Cinayet mahallinde o kadar çok delil ortadan kaldırılmış ki!
Emniyet görevlilerini koruyan yargı devleti suçlu buldu!
Avukat Fethiye Çetin, özetlediği bu sürecin sonunda, İstanbul 10. İdare Mahkemesi'nin, Hrant Dink'i korumadığı için İçişleri Bakanlığı'nı “ağır hizmet kusuru” işlediğini belirterek suçlu bulduğuna da işaret ediyor.
Bir başka deyişle; idari yargı bir yandan Dink cinayetine ilişkin olarak hiçbir emniyet görevlisi hakkında soruşturma izni vermezken, diğer yandan devleti suçlu buluyor!
Valisi, emniyet müdürü, istihbaratçısı, askeri, polisi, hülasa resmi görevlisi olmadan suç işleyen “devlet” diye biri var ülkemizde!
Hrant Dink cinayetinde gelebildiğimiz nokta bu...