Türkiye domuz gribi salgınına karşı 43 milyon doz aşı almayı planladı. Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın verdiği bilgiye göre, tek doz aşının Türkiye için maliyeti 5.2 Euro, yani yaklaşık 11 lira olarak belirlendi. Salgının seyri nedeniyle ne kadar aşı alındı bilmiyoruz, ancak başlangıçta planlanan aşı bütçesi 223.6 milyon Euro, bir başka deyişle 465 milyon liraydı.
Türkiye'nin yaklaşık yarım katrilyon liralık bir alım yapmaya hazırlandığı sırada, domuz gribi aşısı üreticilerinden ilaç devi Novartis, Türkiye'den bir grup gazeteciyi Afrika'da ağırladı. Halkın birinci gündem maddesi domuz gribi olmasına karşın, Afrika'ya götürülen gazeteciler döndüklerinde Novartis'in bu coğrafyada sıtma ile nasıl mücadele ettiğini yazdılar.
Kasım ayında T24'te bu gezi ve gazetecilerin bedava ağırlanması konusunda beş yazı yayımladık.
O bedava geziye gitsem ne hissederdim?
Aradan geçen zamanda domuz gribinin seyri beklendiği ölçüde gelişmedi, hatta salgının ilaç şirketleri tarafından abartıldığı iddiaları bütün dünyada tartışma yarattı, bu iddiaları reddeden açıklamalar da yapıldı.
Bütün bu tartışmalar sırasında kendimi aşı üreticisi şirketin bedava ağırladığı o gazetecilerin yerine koymaya çalıştım. Ben olsam ne hissederdim? Olan bitene bakıp “değer miydi” diye bir muhasebe yapar mıydım? Olması gerektiği gibi, beklendiği ölçüde bir salgın olmamasına sevinebilir miydim? Yoksa pasaportumdaki “bedava gezi” kayıtlarına bakıp aksini mi düşünürdüm?
Sonu nereye varırsa varsın domuz gribi tartışması, ağırlanan gazetecilerin pasaportlarına şirketlerin düştüğü sicil kayıtlarının, bir anda nasıl bir gerilim romanına dönüşebileceğini göstermesi açısından önemli.
Afrika'dan Amerika'ya geçtiler
Peki Afrika gezisine götürülen meslektaşlarımız bu tartışma sırasında bir muhasebe yaptılar mı? Ne yazık ki yapmadılar. Yaptılarsa da, gazetecilik açısından kabul edilemeyecek bir görüntü veren bu tabloda kendileri açısından bir sorun görmediler. Zira, onları Afrika gezisinden sonra, muhabirlerine bile bırakamadıkları başka gezilerde gördük. Bu sefer otomotiv sektörünün konuğu oldular, ABD'de ağırlandılar, dönüp görevlerini yaptılar.
Her şey değişiyor... Gazeteciler de, “gazeteci maddi çıkar ve telkin kabul edemez” türünde ilkeler ilan edip sonra bir daha yüzüne bakmayan, kendi yöneticileri de bu ikramlara gönül indiren meslek örgütleri de değişecek.
Ancak zaman alacak bu değişim. O zamana kadar, misal TEKEL işçilerine “Açıklamalarınızı Paris'te yapın”, küçük şirketlere “Bütçenize gazeteci ödeneği koyun” diyemeyeceğimize göre, şirket gezileri rezaletine karşı nasıl bir yol izleyeceğiz?
Sorunun tek tek gazetecilerden medya patronlarına kadar uzanan yanıtları var. Gazeteciler; her şeyiyle sorgulanan ve itibar sorunu yaşayan medyada hiç olmazsa kendi elinde olanı yapabilir, pasaportlarına iftihar edemeyecekleri kayıtlar düşürülmesinden kaçınabilirler.
Gazete yönetimleri ve medya patronları, sadece “haber değeri” taşıyan, “aranan enformasyon” ihtiyacına cevap veren şirket faaliyetlerinin takip edileceği ve harcamaların kurum bütçelerinden karşılanacağı yolunda etik kurallar belirleyebilirler.
Bedava geziden daha az cesaret gerektiren bir öneri
Ve bu gezilere katılmaktan kendisini alıkoyamayan medya yöneticisi, yazar ve gazeteciler... Onlar da hiç olmazsa yayınlarının görünür bir yerine, “Bu yazıda-çekimde anlattığımız şirket bizi şu ülkede bedava ağırladı, uçak biletlerimizi, yeme-içme harcamalarımızı, konaklama giderlerimizi karşıladı” türünde bir kayıt düşme cesaretini gösterebilmeliler.
Böyle bir uyarı, bu tür “tehlikeli” gezilere katılmaktan daha büyük bir cesaret gerektirmiyor. Gezen gazeteciler, “utanılacak” bir şey yapmadıklarını düşündüklerine göre en azından “şeffaf” davranabilmeli, kamuoyundan bu bilgiyi esirgememeliler.
Başbakan elbette yanılıyor, gazeteler “dükkân” değil. Peki şirket gezisi peşinde koşturmak gazetecilik mi?
Yöneticileri arasında şirket gezisine gitmeyi reddeden gazeteci örgütü varsa, yanıtlasın!