“Kürt sorunu”, adının böyle konulması bile uzun yıllar alan bir süreçte kritik eşiğe gelmiş bulunuyor.
1980'lerin siyaset ve gazetecilik lisanında, meselenin “Kürt sorunu” olarak anılıp anılmayacağı bile çok önemli bir konuydu. 12 Eylül 1980'den sonra kurulan SHP'nin o dönemde yaptığı çalışmalar “Güneydoğu raporu” adıyla ifadelendirilir, “Kürt” demekten mümkün mertebe kaçınılırdı.
Sorunun tartışılmasında kullanılan kelimelerin ağırlığı, hiçbir zaman, sadece sözlüklerdeki karşılıklarından kaynaklanmadı. Kullandığınız ifadeler, sorunun hangi tarafında olduğunuzun ilanı da sayılageldi.
Pe-Ke-Ke demek başka, Pe-Ka-Ka demek bambaşka bir şeydi. “Savaş” dediğinizde sadece “savaş” demiş olmuyordunuz. Neden “çatışma” yerine bu ifadeyi tercih ettiğiniz, zihinlerde yanıtı çok belli bir soruydu.
'Kürt realitesi' tanındı
Kuzey Irak'taki Kürtler için hangi ifadenin kullanılacağı 1980'lerin ortasında sorun olmuş, önce Başbakan, sonra Cumhurbaşkanı olarak meseleye yerleşik kalıpların dışında bakmaya çalışan Turgut Özal, “soydaşlarımız” formülünü ortaya atmıştı. Türkiye'nin bölgeye ilgisine uluslararası düzlemde “meşruiyet” de atfeden bu formül tuttu, Özal'ı seven sevmeyen bütün kesimler için Kuzey Irak Kürtleri “soydaş” oldu.
20 Ekim 1991'de yapılan genel seçimlerin galibi, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kapatılan AP ve CHP'nin ardılları DYP ve SHP oldu. 1980'de kendisini hapse gönderdikten sonra Köşk'e çıkan Kenan Evren'den hükümeti kurma görevi alan Süleyman Demirel'in, SHP ile koalisyon kurduğu o döneme ilişkin iz bırakan tek açıklaması, yine bu meseleye ilişkindi:
"Kürt realitesini tanıyoruz."
Açılım cami avlularında başladı
Kürt sorununa açılım arayışlarının en somut, en meşru dayanağı, ısrarla tekrarlanan hatalar ve 1990'larda tırmanan terörle birlikte cami avlularında filizleniyordu: Çocukları şehit düşen anneler, evlatlarının bayrağa sarılı tabutlarının üzerine kapanırken artık “vatan sağ olsun” demek istemediklerini acıyla haykırmaya başladılar.
Ancak Kürt sorununda açılım arayışlarının bugüne kadar daima bir sınırı oldu. Fakat kullanılan dil, süreç içinde ciddi bir evrim geçirdi.
İlk 'gerilla' telaffuzu
Bu evrimin önemli bir aşamasını, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, 17 Eylül Perşembe akşamı Dolmabahçe'de gazete ve televizyon yöneticilerine verdiği iftar yemeğindeki konuşmasında gözlemliyoruz. Hafızamız bizi yanıltmıyorsa, bir Başbakan; PKK'lıların PKK'lılar için kullandığı ifadeyi, onların dilinden naklettiğini vurgulasa da, ilk kez telaffuz ediyordu:
“... Operasyon olayına gelince, burada bir gerçeği kabul etmemiz lazım, o da şudur: Karşınızda silahlı eylem yapmak üzere hazır olan, kendilerinin ifadesiyle gerillalar var. Ve gerillalar halkımızı tehdit ediyor, bunlar terör örgütünün temsilcisi. (…) Bunun karşısında halkını da, alanı da korumakla görevli olan güvenlik güçleri herhalde silahsız dolaşacak değil. Güvenlik güçlerinin görevi nedir? Görevi operasyondur...”
Alıntıyı; Radikal Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan'ın, konuşmayı teyp ile kaydeden tek gazeteci olduğunu vurguladığı Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin'in 18 Eylül Cuma günü yayımlanan haberinden yaptık. Ancak Başbakan'ın iftar konuşmasını yazan gazete yöneticilerinin önemli bir bölümünde aşağı yukarı aynı ifade yer alıyor.
Bu kaydı; sık yinelediği “Anaların gözyaşının dinmesini istiyoruz” sözleriyle çözüm arayışında esas aldığı toplumsal dayanağı vurgulayan Erdoğan'ın, açılım sürecinde karşı tarafın dili üzerinde de kafa yorduğunun bir işareti olarak düşmek istedik.
Ve 'Yaşar Kaya' açılımı
Erdoğan'ın aynı konuşmada dile getirdiği önemli bir bölüme daha dikkat çekelim:
“Adım atılmadan esintisi başladı. Yaşar Kaya (bana) mektup yazmış, dönmek istiyor. Biz açığız. Barış, huzur, birlik, beraberlik için rüzgâr, esinti var...”
Erdoğan'ın Türkiye'ye dönmeye davet ettiği ismin, 1994'te “suikast” endişesiyle Türkiye'den kaçan, 1995'te kurulan ve ilk toplantısını Hollanda'da yapan “sürgünde Kürt parlamentosu”nun ilk başkanı Yaşar Kaya olduğunun altını çizelim.
Ve Yaşar Kaya'nın 15 yıl sonra Türkiye'ye dönmesi de dahil, şu birkaç gün içinde önemli gelişmeler olursa şaşırmayın, diyerek noktalayalım.