Başbakan Tayyip Erdoğan, iki tarihsel üçlemeyi seçim kampanyasının ana sloganı yaptı. Hacı Bektaş Veli'nin “Eline, diline, beline sahip ol” öğüdü ile Mimar Sinan'ın “çıraklık, kalfalık, ustalık” ayrımı Başbakan'ın dilinden düşmüyor.
Gizli kamerayla kurulan tuzağın ardından CHP Genel Başkanlığı'ndan çekilmek zorunda kalan Deniz Baykal ile CHP Ankara Milletvekili Nesrin Baytok, özel hayatlarına yapılan bu saldırının ardından, aylardır Başbakan'ın sözlü tacizlerine hedef oluyor. Kasetli tuzaktan sonraki ilk açıklamalarından itibaren, “gizli çekimin yapıldığı yer kendi yatak odası olmadığı için orası Deniz Baykal'ın özel hayatı değil” iddiasını öne süren Erdoğan, seçim meydanlarında “eski CHP liderinin beline sahip olamadığı” söylemini yinelemekten sakınmıyor.
Bir başka kaset tuzağıyla MHP Genel Başkan yardımcılıklarından ve milletvekili adaylığından istifa eden iki ismi hedef alan yasadışı takip nedeniyle AKP'yi eleştiren Devlet Bahçeli de, Erdoğan'ın “özel hayat değil, ahlaksızlık” hücumuyla karşı karşıya.
Erdoğan ve Baykal ile Menderes’in özel hayatı
Hem CHP'de, hem de MHP'de, kaset tuzaklarıyla ortaya çıkan görüntülerin ahlaki tartışma boyutunda önemli kararlar alındı. Baykal CHP Genel Başkanlığı'nı bıraktı; Bahçeli, yasadışı kaset kaydında talihsiz sözler eden isimlerin MHP ile ilişiğini derhal kesti. Yani, iki parti de, yasadışı yollar ve karanlık tuzaklarla elde edilse de, söz konusu kasetlerin ortaya koyduğu sonuçlara kayıtsız kalmadı.
Ancak Erdoğan, bir “Başbakan” olarak, ana muhalefet partisinin lideri ile muhalefet milletvekillerine yasadışı yöntemlerle kurulan tuzağı emri altındaki istihbarat ve emniyet güçlerinin çalışmalarıyla aydınlatmaya çalışmak yerine, bu alçaklığın mağduru insanlar ve aileleri üzerindeki tahribatı köpürtmekte sakınca görmüyor. İçeriklerini kullanmaktan kaçınmadığı kaset tuzaklarını da, faillerini de mesele yapmayan, durumdan açıkça hoşnut görünen bir Başbakan karşısındayız.
Kaset tuzaklarındaki ilişkiler nedeniyle muhalefete Kastamonu’da “Ahlaksızlar, orası özel hayat değil, genel ahlaksızlık” gibi “bel altı” bir üslupla yüklenen Başbakan’ın, birkaç saat sonra Amasya’da “Menderes gibi beyaz kefen giyerek yola çıktık” demesi tuhaftı. Yassıada’da evlilik dışı ilişkisi nedeniyle de onuru kırılmaya çalışılan merhum Adnan Menderes ile övünebilmesi, Başbakan’ın özel hayata saygı konusunda varabildiği en ileri nokta gibi görünüyor!
‘Allah’ çarpıtması
Diğer yandan Erdoğan, sokaklarında yetişmekten gurur duyduğu Kasımpaşa lisanında konuşarak “Statükonun Allah'ı Ankara'dadır” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun “mutlak yaratıcımız olan Allah'a dil uzatma densizliğine, edepsizliğine imza attığını” öne sürebiliyor. CHP liderine, halk arasında yaygın olan bu “deyim” için, “Eğer zerre kadar haysiyeti varsa, bu sözün üzerine artık o koltukta oturmasın” diyen Erdoğan, inanç kışkırtması yapıyor.
Nihayet Erdoğan, dün Osmaniye'de, BDP milletvekilleri ile bu partinin temsilcilerini gazete ve ekranlara taşıyan medyayı “terör”le suçlayabildi. Yaklaşık dokuz yıldır Türkiye'yi yöneten Erdoğan'ın medyaya karşı tutumuna alıştık! Ancak legal siyaset yapan, parlamentoda seçmenlerini temsil eden insanlara karşı sergilediği tahrikin, Türkiye'de provokasyona çok daha uygun bir zemin yarattığını fark etmiyor. Başbakan, KCK davasında yargılamaları devam etmesine karşın tutuklu Kürtleri kesin ifadelerle suçlamakta beis görmüyor.
AKP'nin iktidardaki evrimi
28 Şubat sürecinden sonra Milli Görüş hareketinden ayrılarak AKP'yi kuran Erdoğan ve arkadaşları, yola koyulduklarında, kendi ölçülerine göre, kamuoyuna karşı alabildiğine “liberal-özgürlükçü” bir söylemle iktidara geldiler. Ancak; kurulduktan sonra girdiği iki genel ve iki yerel seçimin tartışmasız galibi olan, 12 Haziran seçimlerinden de birinci parti olarak çıkacağına kesin gözüyle bakılan AKP'nin çizgisi “alabildiğine muhafazakârlığa” ve “tahammülsüzlüğe” doğru evriliyor.
Ne insanların özel hayatlarını çiğneyen kaset tuzaklarının failleri, ne Kuğulupark'ta şarkı söyleyen gençlerin gözaltına alınıp cezalandırılması, ne öğrencilere acımasızca şiddet uygulayan polisin tavrı, ne Başkent'te içkili lokantaya baskın yapan polis pervasızlığı konusunda bir şey duyuyoruz Başbakan'dan.
Aksine; iktidarda bulunduğu dokuz yıl içinde “başörtülü aday yoksa oy da yok” kampanyası yürüten kadınları bile “yakışıksız” davranmakla suçlayan... ÖSYM skandallarına isyan eden liselileri provokatör olarak gören... Açılım yapmaktan bahsettiği Kürt sorunu için “Bitmiştir” diyebilen... Hülasa erkek ve egemen dili sürekli keskinleşen, giderek daha muhafazakâr, daha milliyetçi bir çehreye bürünen bir Başbakan karşısındayız.
Türkiye'de siyasetten sivil topluma, medyadan gençliğe, internetten kadınlara hemen her kesimin başı, yasalardaki sınırlamalar nedeniyle zaten yeterince sıkıntıda. Başbakan, özel hayat tuzaklarından medyaya ve Kürt siyasetine kadar uzanan bir dizi alanda “kanunsuz suç” icat etmeyi bir kenara bırakmalı…
Bu yazının konusu olmayan olumlu icraatı nedeniyle “Milli Görüş” gömleğini çıkardığı açıklamasını görüntüden ibaret sayan yorumlara katılmak mümkün değil. Ancak Erdoğan, “daha koyu bir muhafazakârlık ve milliyetçiliğe evrilmediği, tam aksine aslına dönmekte olduğu” kuşkularına meşruiyet kazandıracak bir çizgide ilerliyor.
El âlemin beliyle uğraşacağına diline hakim ol, usta!