“Erdoğan’ın bana göre birtakım diktatörce şeyler hayal etmesi, olmayacak bir konu değil, pekâlâ olabilir.
Bence (Erdoğan demokrat) değil. Koşullar onu demokrasiden yana ve demokrasi için bazı tavırlar almaya zorluyor. Yoksa sindirilmiş bir uluslararası demokratik kültürü yok, demokrat eğilimleri var. Eminim ki kendisini demokrat olarak görmek istiyor. Bundan rahatsızlık duymuyor. Ama bir yandan dini koşullanmaları var.
Ermeni konusunda konuştuğu zaman ağzından dökülenler. Sonra yine Kürt meselesine bakışında örtüşmemiz mümkün değil. Böyle olmasına rağmen burada AKP ile yakınlaşmayı kaçınılmaz hale getiren, ittifak kurmaya sevk eden o antidemokratik cephenin varoluş biçimi…”
Bu görüşler, Prof. Murat Belge’ye ait. Belge’nin Selin Ongun’a söylediği bu sözleri de içeren uzun söyleşisi yaklaşık 20 ay once, 4 Mayıs 2010’da T24’te yayımlandı.
Eleştirileri ‘halk iradesi’yle tersleyen bir Başbakan
Erdoğan, yaklaşık 17 yıl önce “Demokrasi bizim için araçtır” dedikten sonra çok değişmiş olabilir, ancak kendisini ifade etme biçimi hiç değişmedi. Onun liderliğini seçmenin desteğiyle perçinleyen özelliklerinden biri icraatıysa, diğeri de kendisini ifade etme biçimi oldu. Ancak giderek icraattan çok söylemle yetinmeye yönelen, her türlü eleştiriyi “halk iradesiyle” tersleyen bir Erdoğan’la karşı karşıyayız.
İcraatı zayıflayan bir söylemle AKP’nin nereye kadar gidebileceğini göreceğiz. Ancak, Murat Belge’nin ifadesiyle, kendisini “demokrat görmek isteyen” bir Erdoğan’dan da giderek uzaklaşıyoruz.
Tutuklu gazetecilerin tahliye taleplerinin ele alınacağı duruşmadan bir gün önce “Onlar gazeteci değil polis katili, cinsel tacizci, darbeci” diye açıklama yapan bir Başbakan, bizi “adil yargılamamayı etkilemeye teşebbüs” görevi karşısında bırakıyor!
Darbe anayasasıyla Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başına oturtulan Adalet Bakanı düzenini, 30 yıldır kullanmak istemeyen hiçbir parti çıkmadı bu ülkede. Bu düzene son vermek, ANAP’tan DYP’ye, CHP’den MHP’ye, iktidardan geçen hiçbir partinin meselesi olmadı. Nihayet AKP de, 12 Eylül 2010’da referanduma sunulan Anayasa değişikliği paketinde aynı düzeni korudu. Bugün Adalet Bakanı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun başkanı. Ve yine Anayasa’ya gore, hâkimler ve savcılar için yapılacak inceleme ve soruşturmalar Adalet Bakanı’nın “olur”una bağlı.
Deniz Feneri dosyasını soruşturan savcılar hakkında soruşturma açılmasını bu düzenden ayrı düşünebilir misiniz? Yolsuzluk dosyasına ilişkin iddianame yaklaşık üç yıldır ortada yokken iddiaları araştırırken görevden alınan savcılar hakkında iddianame hazırlanmasını rutin bir uygulamadan ibaret sayabilir misiniz?
Tutuklu milletvekilleri için TBMM çalışmalarına katılmayacaklarını açıklayan Kürt milletvekillerine “Meclis’te kalsanız ne olur, çekilseniz ne olur” diyen Başbakan, aynı şablonu tutuklu gazetecileri gerekçe göstererek Türkiye’ye gelmeyeceğini açıklayan Paul Auster için cebinden çıkarmakta, dünyanın en büyük yazarlarından birini “cahilik”le suçlamakta beis görmüyor:
“Türkiye’ye gelsen ne olur, gelmesen ne olur!”
Manşetlerle savaşırken destek verenlerle savaşıyor
Son olarak “Dindar gençlik yetiştirme” hedefini açıkladı Erdoğan. Prof. Belge’nin “vahim” bulduğu bu sözler üzerine Ahmet Altan “Kemalist Başbakan” yakıştırması yaptı. Hasan Cemal “Sayın Başbakan; demokrasi ve laiklik bunun neresinde” diye sordu.
“Milliyetçiliğe bağlı öğrenciler yetiştirme”yi milli eğitimin görevleri arasından çıkaran Başbakan, kendsinin de o “milli eğitim”in diplomasına sahip olduğunu “dindar gençlik yetiştirme” projesini açıklamaktan daha iyi bir yöntemle gösteremezdi!
“Biz manşetlerle savaşarak buralara geldik” diyen Erdoğan, vaktiyle o manşetlerle kendisinin yanında savaşan insanlarla savaşıyor. Vaktiyle savaştığı o manşetler karşısında olduğu kadar inandırıcı olamamasının nedeni bu.
Bugün yaklaşık 10 yıldır yönettiği ülkede kendisinin suçlamalarının da sıralandığı manşetlerle savaşarak özgürlüğüne kavuşmaya çalışan gazeteciler, siyasetçiler, üniversiteliler, çevreciler ve akademisyenler varsa… Yönettiği ülke basın ve ifade özgürlüğü konusunda Avrupa Birliği’nden Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’ne ve dünyanın önde gelen yazarlarına kadar geniş bir düzlemde eleştiriliyorsa Erdoğan etraflı bir muhasebe yapmalıdır. Otoyolda ters yönde ilerlerken “Herkes yanlış şeritte” demeyi bir kenara bırakmanın vaktidir.
Zira Erdoğan, başta liberal aydınlar ve solun bir kesimi olmak üzere, Prof. Belge’nin ifadesiyle kendisiyle “zorunlu olarak ittifak yapanları” kaybediyor. Vaktiyle o ittifakın gerekçesi olarak gösterilen “antidemokratik cephe” zayıflarken, Başbakan tek başına aynı cepheyi inşa etmeye yöneliyor.
Erdoğan, ne olursa olsun yaklaşık 10 yıldır hükümet aleyhinde tek haber yayımlamayan gazete ve televizyonlarda kendisine ikram edilen kendisiyle yanılmasın.
Sandıktan çıkmasa da özgür basının demokrasinin en önemli denetim araçlarından biri olduğunu, hiç olmazsa kendisini kandırmamak adına, unutmasın…