Her ay en aşağı 3 gün (ki ergenlik döneminde 10 günü bulduğu olurdu) kanıyorum aman aman! Döllenmemiş yumurtalarım vücudumu terk ediyor her ay ve bir sonraki aya tekrar üreyebilmem, üretebilmem için tazeleniyorlar. İnsanlık devam edebilsin diye, ben her ay kanıyorum; AMAN! Ne haddime?
Ontario’lu 22 yaşındaki öğrenci ve şair Rupi Kaur da neredeyse tüm kadınlar gibi her ay kanıyor. Regl ile ilgili bir sağlık problemi de yaşıyor ayrıca. Bunu bir okul projesine dönüştürmek için regl kanını fotoğrafladığı bir seri oluşturuyor ve bunları bir fotoğraf paylaşım platformu olan Instagram’a yüklüyor. Ne haddine?
Instagram bu fotoğrafları “uygunsuz içerik” olarak raporlandığı için sadece bir kez de değil, iki defa siliyor. Rupi Kaur’un ne haddine ki, kadınların, hatta ergenliğe dahi girmemiş kız çocuklarının bile seks objesi olarak fotoğraflandığı içeriklerin bulunduğu bir platformda regl kanını paylaşma cüretinde bulunmuş!
Rahmimizden, bacaklarımızdan sızan doğurganlığımız, yaşama yaşam katışımız kutlanacağına, bize bir utanç kaynağı olarak dayatılıyor. Sanki hepimizi leylekler getirdi dünyaya. Sanki o pis, iğrenç, hastalık olarak tanımlanan kanın, döllendiğinde bebekleri oluşturduğunu bilmiyor kimse. O sızan kandan üredin sen, o sızan kandı sana yaşamını veren!
Rupi Kaur’un da dediği gibi “sızıntı yapan regl kanı değil, mizojini (kadın düşmanlığı)”
Ataerki virüsü gezegeni ele geçirmeden önce, Paleolitik ve Neolitik çağda, yaşam üreterek ölümü alt edebilen tek varlık olduğu için kutsaldı kadınlar. Bugünkü edeplilik ve mahremiyet üzerinden tanımlanan kutsallıktan bahsetmiyorum, kadının doğurganlığının saygı görmesinden, hatta kutlanmasından bahsediyorum.
Kutlamak mı? Ne haddimize?
Regl olduğum ilk gün annem tokat atmıştı bana, hatırlıyorum. Rahmimle bir yanaklarım da allansın diye. Bolca batıl inançlarından sadece bir tanesiydi bu tabii.
Ortaokulda kız arkadaşlarımızla regl döneminden gizlice bahsederdik. “Ana vatan kan ağlıyor” ya da “misafir geldi” gibi kod adları vardı. Bin bir hileyle etek lastiğine sıkıştırarak gizlediğimiz pedlerle tuvalete koşuşlarımız başlı başına bir maratondu.
Regl dönemini mahremleştirmemiz gerektiği öğretilmişti çünkü bize. Mahremleşen her şey bir tabuya, tabulaşan her şey de olağanın üzerinde bir ilgi kaynağına dönüşür. Erkeklerin de bu konuya olan ilgisi ve bunun üzerinden kızları rencide etme çabası artmıştı tabii. Sınıftan bir kız arkadaşımızın çantasını karıştırıp buldukları pedi sıraya yapıştırmışlardı, hatırlıyorum. O kız arkadaşım şu an bu yazıyı okuyorsa, o gün ona destek olmak yerine diğer herkes gibi sustuğum için çok özür dilerim!
Tampondan bahsetmeyeceğim bile çünkü yoktu! Sanırım hâlâ da çok erişilebilir değil Türkiye’de. E, muhafazakârlıktan kabuk bağlamış zihinler devam edebilsin diye, aman kızlık zarına zarar gelmesin! Acil durumlarda mahalle bakkalından anca gazete kâğıdına sarılı olarak temin edebildiğimiz, naylon dokusuyla çoğu zaman vajinayı tahriş eden pedlere tabi idik. Bu pedlerin kadının doğal ihtiyacı olmasına rağmen yüksek fiyatlara satılıyor olması, üzerlerinden yüzde 18’lik KDV alınması da cabası!
Büyüdük, cinsel hayat sahibi kadınlar olduk. “Regl dönemimde partnerim benimle ilişkiye girmek istemiyor; çünkü tiksiniyor.” O kadar çok duydum ki bunu kadınlardan. Ya da “midesiz midir nedir, kadın regliyken onunla sevişebilen erkekler var” diyen, “mideli” erkekleri dinledim… “Erkek arkadaşım geldiğinde banyodaki pedleri saklamayı unutmuşum, çok utandım” diyen kadınları dinledim.
Böyle böyle, bir zamanlar bereketle, kutsallıkla bağdaştırılan doğurganlığımızın kanıtı olan reglimiz, zamanla bir hastalığa, bir pisliğe ve en kötüsü de bir mahremiyete dönüştü.
Geçtiğimiz ay Almanya’da yaşayan 19 yaşındaki feminist aktivist Elone Kastrati harika bir eyleme imza attı. Hijyenik pedlerin üzerine feminist mesajlar yazarak, yaşadığı Karlsruhe şehrinde farklı yerlere bu pedleri yapıştırdı. Kanımca en anlamlısı, “erkeklerin reglden tiksindikleri kadar tecavüzden tiksindiklerini düşünsenize” mesajıydı.
Elone Kastrati’nin eylemi oldukça ses getirdiği gibi, Instagram da Rupi Kaur’dan özür diledi ve fotoğraflar hesabına geri yüklendi. Bu örneklerden de görebileceğiniz gibi, bu mevzu sadece Türkiye’ye ya da muhafazakâr toplumlara mahsus değil. Ataerkinin kadının doğurganlığı üzerindeki baskısı evrensel. Bunlar değişimi başlatan başarı hikâyeleri elbet; ama değişimi sürdürecek olan bizleriz.
Biz kadınlar, her ay kanıyoruz böyle, aman aman! İnsanlığın devamını sağlıyor, ürüyor, üretiyoruz. Bunu utanç kaynağı olarak görmek, bundan tiksinmek, bunu mahremleştirmeye çalışmak, bunun üzerinden kadını aşağılamak, ne hadlerine? İnsanlık devam edebilsin diye, biz her ay kanamaya devam edeceğiz; bundan da ne utanacağız, ne de bunu saklayacağız.