Rafel Trujillo. Amerika kıtası tarihinin en kanlı diktatörlerinden biri. Askeri darbe ile başa gelmiş, önce halk oylamasıyla devlet başkanlığı yapmış, sonrasındaysa tahtından ayrılmayı reddederek, askeri-politik lider olarak 31 yıl boyunca Dominik Cumhuriyeti’ni yönetmiş bir diktatör.
Yıllarca ABD desteğiyle iktidarda kalmayı başaran Trujillo, iktidarda olduğu dönem boyunca ülkenin “ekonomik gelişimine katkıda bulunduğu için” ve ülkeye “altyapı hizmeti” sağladığı için dönemin burjuva sınıfı tarafından oldukça destek almış. Burjuva sınıfı, ekonomik kaygıları yüzünden bu diktatörün işlediği tüm cinayetlere, ihlal ettiği tüm insan haklarına göz yummuş. Ülke ekonomisinin “gelişimi” yolsuzluğu da beraberinde getirmiş. Bu ekonomik gelişimden faydalanabilenler de sadece Trujillo, yakın ailesi ve ona yakın kalmayı seçen iş adamları olmuş.
Öyle bir lidermiş ki kendisi, ondan “şef” diye bahsediliyormuş. Narsisizmi yüzünden ülkedeki şehirlerin, dağların isimlerini, kendi adıyla değiştirmiş. Kendisine karşıt olan görüşlere tahammülü yokmuş. Ona karşı gelenlerin hepsi ya tutuklanmışlar, ya da “faili meçhul” olarak katledilmişler. Trujillo, diktatörlüğü boyunca 50 bin kişinin ölümünden sorumlu, buna Haitililere karşı gerçekleştirdiği “Parsley” yani Maydanoz Katliamı da dâhil.
Trujillo, rejimine karşı her ayaklanmayı hemen bastırırken, halk arasında gizli örgütler kurulmaya başlanmış. Bu örgütlerden bir tanesi de “Kelebekler”. Mirabal kardeşler olarak bilinen 3 cesur kadın tarafından kurulmuş. Eşit insan hakları ve demokrasi için kendi canlarını kaybetme pahasına mücadele veren Mirabal kardeşler ve eşleri, Trujillo tarafından terörist ilan edilerek, vatan haini oldukları ve ülkenin bütünlüğüne zarar verecekleri gerekçesiyle defalarca kez tutuklanıp, salıverilmişler. Evlerine, arsalarına devlet tarafından el konulmuş. Trujillo yaptığı bir halk konuşmasında: “ülkenin en büyük iki sorunu Kilise ve Mirabal kardeşlerdir” diyerek onları hedef göstermiş.
Ve geliyoruz bugünü bugün yapan güne, 25 Kasım 1960’a. Trujillo’nun konuşmasından sadece 23 gün sonra, hapishanede olan eşlerini ziyaretten dönen Minerva, Maria ve Patria Mirabal’ın aracının “eli sopalı” Trujillo yandaşları tarafından durdurulduğu güne. Arabadan indirilen 3 kadının, bu yandaşlar tarafından sopalarla dövülerek öldürüldüğü, cesetlerinin arabalarının arkasına konularak bir uçurumdan aşağı itildiği ve bu cinayetin devlet tarafından “trafik kazası” olarak adlandırıldığı güne.
25 Kasım 1960, Dominik Cumhuriyeti tarihinde Trujillo’ya karşı ayaklanmaların başladığı gün. Trujillo öldürttüğü binlerce insan gibi, Mirabal kardeşleri de öldürerek, karşısında duranı yok ederek, bu kadınların başlattığı akımı durdurabileceğini sanmıştır. Ancak bu cinayetten sonra artan ayaklanmalarla beraber, ABD Trujillo rejiminden taraftarlığını geri çekmiş ve 30 Mayıs 1961’de Trujillo bir suikast ile öldürülmüştür. Şubat 1963’de ise Dominik Cumhuriyeti yıllar sonra ilk defa demokratik bir sistemle, oy vererek hükümeti seçmiştir. Mirabal kardeşlerden, o gün o arabada olmadığı için ölmemiş olan Dedé Mirabal ise hayatını bu üç kadının kahramanlık hikâyesini anlatmaya harcamış. Mirabal Kardeşler Vakfını ve Mirabal Kardeşler Müzesini kurmuş. Dedé Mirabal’ın oğlu, eski Başbakan ve şu an Çevre Bakanıyken, Minerva Mirabal’ın kızıysa milletvekili.
1981’den beri 25 Kasım, kadına karşı şiddetle mücadele etme günü olarak anılıyor. Bugün, kadın dayanışmasının bir kaybı ama aynı zamanda bir kazanımıdır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bugün için eylemler, yürüyüşler ve kongreler düzenliyor. 1999’da ise Birleşmiş Milletler bugünü resmi olarak “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslar Arası Mücadele Günü” ilan etmiştir.
Dikta rejimi, tarihin her döneminde ve dünyanın her yerinde aynı işler. Kendisine yandaş çıkanı destekler, itaat etmeyeni de vatan haini ilan ederek bastırır. Bu erk savaşı içerisinde güç sarhoşu olmuş diktatörler, en çok da kadınlardan korkarlar. Bilgi sahibi, cesur, itaat etmeyen ve baş kaldıran kadınlardan.
Dün Kadın ve Demokrasi Derneği’nin, Uluslar Arası Kadın ve Adalet Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan kadın ve adalet konulu bir konuşma yaptı. “Bir kadın zirvesinde ne denmez?” sorusunun cevabı gibi olan konuşmasında “Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir” ve “kadınları erkeklerin yaptığı her işte çalıştıramazsınız” dedi. İslam’da kadının yerinden bahsetmeyi de es geçmeyen Erdoğan, kadının toplumdaki görevinin altını çizdi: kutsal annelik. Yani anne olmayan kadını, kadından saymadığını ima etti.
Zirvenin esas konusu kadına sağlanması gereken adalet iken, Erdoğan’ı asıl ilgilendiren mevzu Galataport projesi olduğundan bu konunun üzerinde durmayı da ihmal etmedi. Düşünsenize, kadın haklarının tartışıldığı bir zirvede ülkenin cumhurbaşkanı kendi ihalesi hâlâ yargıda bekliyor olduğu için ülkede adalet olmadığından yakınıyor! Sanki Galataport yürütmesi tekrar başlasa, kadına şiddet de yok olacak! Şaka gibi; ama değil.
Türkiye’de adalet var; ama bağımsız olmadığı gibi bir de ataerkil zihinlerin elinde. Bu nedenle yerinde olan yasalar bile işlemezken, “adalete” göre kadınlar hep suçlu! Bu nedenle erkekler işledikleri cinayetlerde “tahrik indirimi” alabiliyorlar. Kadınlık görevini yerine getiremeyen kadınlar marjinal olarak adlandırılan bir hayata sahip oldukları için, erkeğinin erkekliğine laf ettiği için katlediliyor ve katleden erkekler indirimli ceza alabiliyorlar. Savunmalarında “öldürme hakkımı kullandım” diyebiliyorlar.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam “kadın cinayetlerinde artış var mı?” sorusuna “elleri kırılsın” yanıtını verebiliyor mesela. Devlet, o elleri kadınlardan uzak tutmalıyken, ilahi bir gücün o elleri kırmasını bekliyor! Aile Bakanlığı yüksek bütçe ayırarak “Türkiye’de Doğurganlık Oranlarının Düşmesi” üzerine araştırma yaptırıyor; ancak şiddeti önleme ve yok etme üzerine bir araştırma yaptırmıyor. Kadın yeter ki kocasının egemenliğinde, mümkünse de çalışmadan, boyuna bebek doğursun! Şiddet görse de olur, önemli olan aile kurumunun ayakta kalması, değil mi?
Hem devlet ve hem de adaleti sağlaması gerekenlerdeki bu ataerkil algı yüzünden, iş yine kadınların başına düşüyor. Bugün 25 Kasım ve Türkiye’de kadın dayanışması adına kurulmuş birçok derneğin ayrı ayrı şehir ve semtlerde eylem için yürüyüş çağrıları var. Kadınlar artık dört duvar arasında değil, sokaklarda, dayanışmayla hak ettikleri hakları elde edebilmek için mücadele ediyorlar!
Mirabal kardeşlerin başardığını başarabilmek için asla geç değil. Ne güzel demiş Patria Mirabal: “Gençlerimizin bu yolsuzluk ve zorbalık dolu rejimde büyümesine izin veremeyiz. Buna karşı savaşmalıyız ve ben her şeyimi vermeye hazırım, gerekirse de hayatımı!”