11 Ağustos 2019

Masum çocuklar, kararlı deliler, yaralılar: Cüneyt Cebenoyan'ın ardından…

Bu küçük öyküyü cumartesi günü yazmıştım, sonra neden böyle bir öykü yazdığıma dönüp biraz dolandım kendi içimde, zaten hemen karşıma çıktı cevabı. Duyduğum, okuduğum, anladığım kadarıyla Cüneyt Cebenoyan da öyküdeki yaralılardan biriydi…

"Aynanın içinden geçtiğim gecelerin birinde, bu sefer karşıma küçük bir kız çocuğu çıktı. İki kısa örgüsü, ikisi de sol taraftan altlı üstlü örülmüş, incecik, kırmızı, mavi ve sarı iplerle renklenmiş iki iri örgü ile, gözlerinin içi parlayan, güler yüzlü, hokka burunlu bir küçük kızdı. Onu görünce burada durmam gerektiğini ve bu seferki hikayemin tam da şimdi başlayacağını anladım ve teslim oldum. Artık öğrenmiştim. 'Sıradışı'ları gözünden tanıyordum, sezgilerim her geçen gün güçleniyor, devamında yaşayacaklarımı ilk karşılaşmalarda kabaca tahmin ediyor veya hissediyor, değiştiremeyeceklerimi bolca deneyimlemiş halimle olanlara ve olacaklara teslim oluyor, hatta bu düzen ve zarafetin tadını çıkarmaya çalışıyordum. Bu defa'nın dersi ne olacak acaba diye geçirirken içimden, kız bana dikkatlice bakmaya başladı, yavaş yavaş sevimli gülümsemesini ölçülü bir biçimde seyreltti. Biraz meraklı, ciddi ifadesine kısık gözleri de eklendi. Anladım gelecek olan bir soruydu; herkese sorulacak kadar olağan, öte yandan bana özel de bir soruydu. İfadesi nötrleşinceye kadar gözlerimi kırpmadım. Sonunda hafifçe nefes aldı, görünümündeki ışıltıya göre kendisinden beklemeyeceğim kadar bir yumuşak ses tonuyla, şöyle dedi: 

-Peki, seni bu dünyada en çok neler etkiledi? 

Peki mi?!.. … Birinci veya daha önceki bölümleri konuşmuş muyduk ki?
Sorunun basitliğine rağmen güzelliği ve kendi iç dünyama daveti beni öylesine cezbetti ki, bunun hesabını sonraya bırakıp hevesle cevabı düşünmeye başladım. Düşünmeden konuşacak kadar heveslendim niyeyse; nasılsa konuşarak düşünüyordum ben.

-Çocuklar dedim, en çok çocuklar etkiledi, ve sonra deliler ve yaralılar.

Kendimden çıkan cümlelere yabancılayarak, ben de küçük kız gibi merakla kendimi dinlemeye koyuldum... Şöyle devam ediyordum:

-Çocuklar masumlar; el değmemiş, töre değmemiş adet ve dayatma değmemiş halleriyle o kadar olağanlar ki, vakit buldukça onları izlemek istiyorum, insanlık tarihinin izlerini arıyorum davranışlarında, nerelerden, hangi öğrenmelerden izler taşıyoruz yüz yılardır? Ve çok önce, çok çok daha önce nasıl varlıklardık?.. Merakımı çocukları izleyerek gidermeye çalışıyorum, annelerinin ve babalarının, insanların ve düzenin sözleri, yüzleri ve davranışlarıyla onları nasıl şekillendirdiğini izliyor, zaman zaman da kederleniyorum. Doğallıklarına hayran oluyor, izlerken bazen gözlerim doluyor, ilginç bir duygu olarak onlara 'kıyamıyorum'.

Bir de deliler çok etkiliyor beni,  benim için deli olmak düzene, toplumsal, kültürel ve sosyal basınca, beklentilere rağmen nasıl arzu ederse öyle yaşayabilenler demek; onlardan çok etkileniyorum; hem de fazla fazla, cüretlerine, öngörülerine, tevekküllü hallerine, kararlılıklarına öykünüyorum; sen beğenmiyor ve yadırgıyorsun diye düşüncesinden, davranışından, davasından vazgeçmiyor oluşlarına; ayıpçı, günahkar, ahlaksız, düzensiz, uyumsuz olmayı göze alışlarına; üç günlük dünyayı kendi kararlarına göre dizayn ediyor olmalarına özeniyorum. 

En çok da yaralılar çok etkiliyor beni, kanı canı akanlar, ciğeri, kalbi sökülenler, kolu bacağı kopanlar, nasıl da can acısı çekenler, hala yaşayabilenler, yaralarını göre göre, sızlaya sızlaya, irine kana bulana bulana yaşayanlar; ah o savaş nasıl veriliyor her allahın günü, yeniden ve yeniden, içeride büyük savaş, dışarda başka türlüsü… Üzüntüye, kedere, yasa, hayal kırıklığına, küskünlüğe, suçluluğa, pişmanlığa, özleme karşı bir ömür süren mücadele…

'Sizce, ben bahtsız değil miyim sizce?', demişti benden yardım isteyen biri bir zaman, ben de 'emin değilim, hayat böyle bir şey olabilir' demiştim, -kaderci olmadığım için- ama diyemedim ki ona:

Bazılarımız daha yaralı. Bazılarımız daha bahtsız."

Cüneyt Cebenoyan, yaralılardandı!

Bu küçük öyküyü cumartesi günü yazmıştım, sonra neden böyle bir öykü yazdığıma dönüp biraz dolandım kendi içimde, zaten hemen karşıma çıktı cevabı. O sabah duyduğum bir haberle, öğrendikçe daha da çok üzüldüğüm ve sanırım unutamayacağım bir "tanımadan ve tanışmadan kendisine kederleneceğim ve hürmet edeceğim" birinin hikayesi ile karşılaştım.

Duyduğum, okuduğum, anladığım kadarıyla Cüneyt Cebenoyan da öyküdeki yaralılardan biriydi… Vefatını, varlığını ve hikayesini kendisinin çok yakın arkadaşları olan arkadaşlarımdan ve onların sözlerinden öğrendim. Onların gözü, hafızası, kulağı ile, kendisinin kişiliği ve çok yaralı-bereli yaşam öyküsüyle öyle bir yakınlaştım ki, hem çok etkilendim hem de kaybettiğimde bulduğum bir mühür oldu Cüneyt Cebenoyan.

Cebenoyan'ın hayat hikayesi bana; yakın zamanda okuduğum ve düşünmekten çekindiğim bahisleri güçlü bir şekilde savunmasıyla etkilendiğim ancak geç karşılaştığım Keşke Hiç Olmasaydık (var olmanın kötülüğü) kitabını yeniden hatırlattı. Yazar David Benatar'ın ifadesiyle "bütün hayatlar kötü tecrübe içerir" biliriz, ama şunu da maalesef biliriz, bazı hayatlar daha çok kötü tecrübe içerir. Bazı hayatlar kahır ve ıstırap doludur, bazı insanlar mücadele etmeye gelmiş gibidir yaşama. Bazı bahtlar kötüdür. 

Zaman zaman düşünürüm, bunca çeşitlikteki acıları yaşayan, çocuklukta, yetişkinlikte, yaşlılıkta türlü kayıplar, yokluklar, yaralar, hasarlar almış insanoğlu, hatta hazırlıksız aniden veya hazırlıklı kaybede kaybede ama mutlak surette öleceğini bile bile yaşayan insanoğlu için, yaşam bir "dayatma" değil midir diye. Kitap, bu görüşümü destekleyerek beni kendi düşüncemden vurdu ve günlerce etkisinde bıraktı.

Var olmanın, her zaman, hiç var olmamışlığa kıyasla daha kötü bir şey olacağını anlatan bu 2006 ilk basımlı kitap, geçtiğimiz yıl Cansu Özge Özmen tarafından Türkçeye çevrilmiş. Bir alıntı ile kitabın savunduğu ana fikri tarif edeyim: 

"Aslında, hepimizin başına kötü şeyler geliyor. Hiçbir hayat zorluktan azade değil. Yokluk içinde yaşayan ya da hayatının çoğunu engelli olarak geçiren milyonlarca insanı düşünebiliriz. Bazılarımız böyle kaderleri paylaşmayacak kadar şanslıyız fakat çoğumuz hayatımızın bir noktasında hastalanıyoruz. Zaman zaman sadece son günlerimizde bile olsa dayanılmaz acılar dayanılmaz boyutlara ulaşıyor. Bazı insanlar yıllarca hastalığa mahkûm kalıyoruz. Hepimiz ölümü bekliyoruz. Yeni doğacak bir çocuğu bekleyen zararları sıklıkla tahayyül ediyoruz -acı, hayal kırıklığı, endişe, yas ve ölüm. Her çocuk için bu zararların hangi şekilde ortaya çıkacağından ve ne şiddette tezahür edeceğinden emin olmayız fakat en azından bir kısmının gerçekleşeceğinden emin olabiliriz. Var olmayanlar bu zararlardan pay almaz. Sadece var olanlar zarar görür."

Öyle hüzünlü sabahlar var ki!

Yukarıdaki öyküde ise Cüneyt Cebenoyan'ın öğrendiğim hikayesinden kesitler varmış aslında, okuyunca fark ettim, masum çocuklar, kararlı deliler ve yaralılar…

Belki kız kardeşini kaybetmesiyle başlayan, yürek yarası beni daha çok çekti, belki 99 Depremi'ne yakınlığım, belki de oğullarımızın ismi..,  bilemem. Ama kardeş kaybının, hem de böyle apacı bir kaybın ardından, birbirini takip eden ve sanki birbirini ören hikayesini öyle sade ve öyle kahredici bir hatta bağlamıştı ki Cebenoyan 18 Ağustos 2015'te yazdığı ve kayıplarını anlattığı "Zaman Tedavi Etmez" isimli yazısında, etkilenmemek mümkün değildi. 

Kardeş, anne, baba, evlat...
Dördünü de kitlesel travmalara vermiş.. içi kat be kat dağlanmış...
Dördünün de arkasından sağ kalmış.. yükü kat be kat artmış...
Dördünün de acısını içine sığdırmış.. kim bilir içerisi nasıl parçalı, nasıl kan revan...

Ve kıymetli eşi Ayşegül Cebenoyan bu hikayeye sanki ev sahipliği yapmış, eşlik etmiş, ve bir parçası olmuş onca yıl… Şimdi hikaye onun hikayesi olmuş, bir koca yürek de o belli ki, evlat acısını, eş acısını tadan bir kadın, anne, yoldaş olarak… Şimdi artık hepimizin kız kardeşi olarak!..

Sevgili kızına, sevgili eşine, ailesi ve sevenlerine dayanma gücü diliyorum!.. Ve diliyorum sevgili hiç tanışmadığım Cüneyt Cebenoyan da yattığı yerde huzur bulsun, acıları dinsin!

Ve elbette Barthes'e (Yas Günlüğü) sığınıyorum:

"Öyle hüzünlü sabahlar var ki.."

Yazarın Diğer Yazıları

Seçmenin cevabı: Seçimin psikolojik analizi 101

14 ve 28 Mayıs seçimleri, özellikle muhalefetteki siyasi partilere sert bir dille ve yüksek volümle seslendi: Değişin!

Utancımı duyan var mı? | Afetzedelere ve çaresiz tanıklara, psikolojik ilk yardım

Bu hafta uzaktakilerden veya bölgeden en çok duyduğum, gördüğüm okuduğum, yüksek düzeyde hissedilen utanç duygusu ve yoğun bir yardım etme isteği ve sorumluluğu. Bana kalırsa yaşadığımız utanç ve sorumluluk duygusunun üç sebebi var. Bir, bu kadar kötülük karşısında iyiliğe olan ihtiyacımız; iki, yaşamda kalmanın ve şanslı tarafta olmanın getirdiği suçluluk duygusu ama en önemlisi de utanması ve sorumluluk alması gereken kişilerin utanmaması ve sorumluluk almaması. Onların sahip olmadığı utanç sorumluluk duyguları sanırım bizde ikame ediyor

Kadın cinsel(siz)liği

Bakmaya bile cesaret edemediği, orada, aşağılarında başına bela olacak bir organın içine, nasıl olacak da bir erkeğin penisi girecektir? Yüzyıllarca kalınlıktaki kapıları kırarak hem de. Cinsellik budur kızım! 

"
"