23 Şubat 2020

Çocuk ve çocukluk | Ailelerin dijital dünya ile imtihanı: Bir günah keçisi olarak ekran 

"Teknoloji bağımlılığı" ismiyle piyasaya pazarlanan önemli bir problem var aileler ve çocukları arasında. Anneler, babalar çocuklarını "ekranın" önünden alamıyorlar! Bir zamanlar televizyon başından, sonra bilgisayar başından, sonra tablet başından alamadıkları gibi şimdi de telefon başından alamıyorlar çocukları aileleri. Şöyle başlayayım: beni de sokaktan alamazlardı

Teknoloji, internet kullanımı ve çeşitliliği o kadar hızla ilerliyor ve hayatlarımıza kimi zaman kapıyı bile çalmadan öyle bir sızıyor ki, bu başlıkla konuşmalar yaptığım yıllarda kullandığım teknolojik terminoloji bile geride kalmış.

"Teknoloji bağımlılığı" ismiyle piyasaya pazarlanan önemli bir problem var aileler ve çocukları arasında. Anneler, babalar çocuklarını "ekranın" önünden alamıyorlar! Bir zamanlar televizyon başından, sonra bilgisayar başından, sonra tablet başından alamadıkları gibi şimdi de telefon başından alamıyorlar çocukları aileleri. 

Şöyle başlayayım: Beni de sokaktan alamazlardı.

Bir zamanlar sokakta olmak diye bir şey vardı. Çok eğlenceliydi, canlıydı, gerçekti, heyecanlıydı. Sokak evin bir uzantısıydı. Yani evden pek hariç bir yer değildi. Evde sıkılır, sokakta oynar, sokakta yorulur (nadiren), yuvada dinlenirdik. Sosyalleşirdik, saklambaç oynar, ip atlar, ilk flörtlerimizi yaşardık. Değişen değil değişmeyen şeylerden bahsediyorum aslında. Oyun oynamak isteği değişmedi (çok şükür), eğlenmek, heyecanlanmak ve flört etmek isteği de sosyalleşme isteği de değişmedi. Ne değişti peki?

Ben çocukken 'sokak' şimdi ekran, ben çocukken 'oyuncak' şimdi ekran, ben çocukken 'flört' şimdi ekran, ben çocukken 'kitap' şimdi ekran, ben çocukken 'akrabalar' şimdi ekran, ben çocukken 'kavgalar, alınganlıklar, küsmeler' şimdi ekran...

Bir sitem ve eskiye özlem yazısı değil bu yazdığım. Bu günün kaçınılmaz gerçeklerine dair bir saptama. Değişen hiçbir şey yok aslında araçlar dışında. İnsan aynı insan, ihtiyaç ve hevesler, dürtü ve heyecanlar da aynı. Ne olacak ki 10-20 yılda insan mekanizmasında? Mekanizma kolay değişmez ama araçlar, popülarite, genel eğilim değişebilir. Dönem dönem bir şeyler popüler olur, sonra onlar eskir, yerine daha modern (teknolojik anlamda) şeyler popüler olur. Olan şey bu. 

Bundan 20 sene önce mesleğe ilk başladığımda çocukla ve aileleriyle de çalışıyordum, o zaman TV bağımlılığı şikayeti ile geliyordu aileler, bir süre sonra bilgisayar bağımlılığı ile gelmeye başladılar, sonra tablet ve telefon... Beni de sokaktan alamıyorlardı. 

Ah be çocuğum, ne oldun sen böyle?

Gözünü ekrandan alamıyoruz (bilgisayar, tablet, telefon, TV)!: Seni sokaktan alamıyoruz!

Hiç kitap okumuyorsun, hep TV! Hep bilgisayar! Hep tablet! Hep telefon!..: Hiç kitap okumuyorsun, hep sokak! Hep oyun! Hep eğlence!

Bizimle hiç ilgilenmiyorsun, hep kendi oyunların, arkadaşların!: Bizimle hiç ilgilenmiyorsun, hep ekran, hep ekran!

Gözün bozulacak, üşüteceksin, aptal olacaksın, sokak çocuğu olacaksın!: Gözün bozulacak, boynun düzleşecek, asosyal olacak, kültürsüz olacaksın!

Aileler ile çocuklar arasında yaşanan bu neye kızıldığı net olmayan ama belli ki var olan sorunun sebebini, gelişen teknoloji ile daraltmak, gerçeklerden uzaklaşmak için güçlü ve eşsiz bir bahane olabilir. Anne-babalar teknolojik aletlerle uğraşılmasında süreye mi kızıyorlar, teknolojinin gelişmesine mi kızıyorlar, interneti ve çocukların ilgi alanlarını anlayamadıklarına mı bozuluyorlar, çocukların internet yoluyla düşecekleri tehlikelere mi, kontrolü kaybetmelerine mi, kitap okumamalarına mı, bilim klüplerine gitmemelerine mi, spor yapmamlarına mı, iyi beslenmemelerine mi, uykularını alamamalarına mı, hep ellerinde bir ekranla gezmelerine mi? Neye sahiden? Hangisine veya hangilerine kızıyorlar? 

Hatta kızıyorlar mı? Yoksa üzülüyorlar mı? Ya da kaygılanıyorlar hatta korkuyorlar mı? Sanki kızgınlık endişenin, bilgisizliğin ve çaresizliğin bir ürünü gibi...

Aileler bu, çok güçlü rakiplerini bir günah keçisi ilan ediyor olabilirler. Yani çocuğun kitap okumamasını, derslerinde başarısız olmasını, onlara eskisi gibi sarılmamasını, onlarla oynamak istememesini, arkadaşlarına düşkün olmasını, sosyal olmamasını, spor yapmamasını, iyi uyumamasını, yabaniliklerini, iştahsızlıklarını internet ve ekran kullanımına bağlıyor olabilirler. Oysa ki her birinin başka açıklamaları olabileceği gibi, bazıları da sonuç değil sebep olabilir. Çocuğun derslerindeki başarısızlık yeterince çalışmıyor olmasından kaynaklanabilir, yeterince çalışmadığı için geri kaldığı derslerin stresiyle baş etmek için çocuk kendini daha çok oyuna veriyor, oyunla-ekranla rahatlamaya çalışıyor olabilir. Veya çeşitli sebeplerle fazla sosyal olmayan bir çocuğun, bunun yerini internetteki arkadaşlıklarla doldurmaya çalışıyor olduğu düşünülebilir. Veya dönem olarak internete veya bilgisayara "düşen" çocuğun, aslında ergenliğe girmesi, onun anne babadan uzaklaşmasına, daha çok arkadaşlarına ve sosyal dünyaya ilgi gösteriyor olmasını açıklayabilir. 

Ailelerin çok güçlü rakibi dedim. Evet ekranın bir rakip olarak anne-babalar karşısında bazı avantajları var. Bir kere saat sınırı yok, 7-24 açık, (sokaktan eve gelmemizin bile bir sınırı vardı, en azından çoğu arkadaş evine giderdi), her an gerçek anlamıyla elimizin altında. Ekranın vadettikleri çok cazip; sadece oyun değil, arkadaşlık, bilgi, sosyallik, eğlence, okuma, sohbet, gizli işler de vadediyor. Sınırsızca... Ailenin bunların hepsine sahip ekran ile rekabet etmesi hiç kolay değil. Ama acaba rekabet mi etmeli? Yoksa çocukla birlikte onu anlamaya çalışmakla başlayan bir dayanışmaya mı girmeli?

Endişeler, endişelerimiz

Çocuklarımızı nasıl uzaklaştıracağız bu dijital hapisaneden? Nasıl iyi ahlaklı, kitap okuyan, derslerine yeterince zamanı ayıran, sosyal ilişkilerinden ve sportif aktivitelerden de geri kalmayacak şekilde, aynı zamanda da mutlu, oldukça da yürekli ve kendinden emin... yetiştirebiliriz?  

Peki çocuklarımız? Onlar kendileri neden bu dijital hapisaneden çıkamıyor, o kadar uyarıp kızmamıza ve anlatmamıza rağmen?

Peki siz neden çıkamıyorsunuz? Büyük ihtimalle çıkamayan ebeveyninkiyle benzer sebeplerle çıkamıyor o da. Şu bir gerçek bazı ailelerde farklı olsa da dijital dünya, çoğumuzu, hem çocuklarımızı hem de bizi oyalıyor, oynatıyor, eğlendiriyor, üzüyor, merak ettiriyor, ilişkiler kurdurtuyor, ilişkileri aktif tutuyor, merak ettiklerimizi bize veriyor, bizi yediriyor, bizi içiriyor, bizi geliştiriyor, bize öğretiyor, kişisel narsizmimizi doyuruyor, bizi alkışlatıyor, bizi beğendiriyor, onaylatıyor, güldürüyor, duygulandırıyor, derdimizi dinliyor, yazdırıyor, çizdiriyor, sağlığımızı önemsiyor, gizli yanlarımızı anlayışla karşılıyor ve idare ediyor ve tüm nazımızı çekiyor, canımız isteyince ilgi gösteriyoruz bozulmuyor, yoruldum diye de sitem etmiyor, sevgili edindiriyor, cinsel ihtiyaçlarımızı karşılıyor, acılarımızdan uzaklaştırıyor, daha onlarca fiil sayılabilir. 

Bu kadar çok ihtiyacımızı karşılayan bir insan olsaydı ona karşı nasıl hisseder veya ona karşı nasıl davranırdık? Muhtemelen yanından ayrılmak istemez, zaman zaman onu sömürür, zaman zaman vicdanımız sızlar, uzatmayayım koynumuza alır yatardık herhalde. Bu kadar ihtiyacı bu karşılıksızlıkta (sadece elektriğe ihtiyacı var) veren birine/bir şeye karşı bağımlı olur, yanımızda her yere götürürdük. Bu kadar ihtiyacı bu karşılıksızlıkta en son iki veya üç aylıkken görmüş olabiliriz. Şanslıysak o da tabi. (Üç aylıkken artık yatağın içinde hafiften dönebilmeye başladığımız için boğulmayız ve kucakta destekle yarı oturur duruma geçeceğimiz için pelte gibi değilizdir, bunlardan dolayı bize yönelik ilgide ilgide biraz azalma ile karşılaşmış olabiliriz.)

Yani bize karşılıksızlığı ve diyelim ki anneliği vadeden ve bunu layıkıyla (!) karşılayan bir makineden, bir şeyden nasıl ayrı durabiliriz ki şu kırgınlıklarla ve acılarla dolu dünyada. 

Bırakalım mı yani?

- Aşkolsun Didem Hanım, bırakalım da ekran bağımlısı mı olsunlar? Her şeyi serbest mi bırakalım? Eh ne isterlerse yapsınlar o zaman! 

Yok yok öyle demiyorum. Sadece bazı şeyleri zaten bildiğinizi söylüyorum. Mesela sınırlamayı, kısıtlamayı, mesela ilişki kurup anlaşmayı. Bugüne kadar çocuğunuzun her dediğini yapmadınız ve yapmayacaksınız. Örneğin "gece yarısı kendimi sokaklara atacağım", dediğinde; "uyuşturucu içmek istiyorum bana alır mısın?" dediğinde, "arabanı süreceğim bana anahtarları ver" dediğinde, "evdeki bütün alkolleri içeceğim" dediğinde, "ben artık bu evin patronuyum, ben ne dersem o olur" dediğinde veya benzeri çılgın isteklerine nasıl sınır koydunuz ya da koyacaksınız? Koydunuz ve koyacaksınız. 

"Gece gündüz ekranla kafayı bozmasına" da aslında sınır koyabilirsiniz. Biliyorsunuz siz bunu yapmayı. Dün anne-baba olmadınız. Diğer kırmızı kartlardan bir farkı yok. O yüzden farklı bir çözüm yolu da yok. 

Ama yine de her konuya uyarlanacak bir önerim olabilir belki, o da bu konuda dayanışmayı deneyebilirsiniz. Çok ve sınırsız ekranın olumsuz özelliklerinden bahsederek (boyun fıtığı, gerçek ilişkiler kurma pratiğinden geri kalma, doğayla ilişkiden geri kalma, spor ve müzik enstrümanı çalma, sohbet etme gibi hoş aktivitelerden uzak tutma gibi) ona destek olabileceğinizi, onun size daha destek olabilmesini isteyerek bir dayanışma ortamı sağlayabilirsiniz. Pat diye aynı fikirde olmayacak elbette. Bir sıcak ve samimi ilişki geliştirmek önemli. Ki bu ilişkinize ihtiyacınız var. Yaşam boyu aranızda önemli bir kanal yaratacak ilişkinizi toksiklerden arındırmaya ve zenginleştirmeye, bunun için de emek vermeye lüzum var. 

"Yavrucum, ekranı birlikte azaltabilir miyiz? Offline zamanlar yaratabilir miyiz? Belki yürüyüşler veya mutfak işleri yaparız o vakitlerde. Veya sohbet ederiz, kitap saati yaparız, müzik dinleriz, yüzmeye gideriz, koşarız. Belki kendi müzik zevkinden bahsedersin bana, belki de ilgimi çeker. Ben de kendi ilgi alanlarımdan bahsederim, belki biri ilgini çeker. Belki birkaç çiçek alır eker, biçer, bakarız. Belki ev işlerini paylaşırız. Ne dersin özellikle bu konuda, ekrana bu kadar ihtiyaç duymaya karşı dayanışmaya? En azından bir miktar da olsa. Sonra kendi zamanında yine bir tanecik ekranına dönersin. Ben de dönerim belki hatta."

Dokunmatik çocuklar 

Yıllar önce bir yazı yazmıştım dijital dünya ile ilgili bir dergiye, dokunmatik çocuklar ismiyle. (Daha dokunmatik ekranlar yeni çıkmıştı) "Çocukların ekrana dokunmak kadar sizelerin dokunmalarına ve sizlere dokunmaya da ihtiyaçları var", diye romantik bir açıklama yapmıştım. Şimdi kendime hak veriyorum. Daha çok sevgiyle dokunulan ve sevgiyle dokunan bir çocuk düşünelim, sadece bu da değil elbette, daha çok görülen, değer verilen, sevilen ve sayılan, rehberlik edilen, hak verilen, vakit geçirilen, itelemeden hızına ayak uydurulan bir çocuk. Bu çocuk bir şeylere saplantılı biçimde bağımlılık geliştirmeyebilir. 

Her istediği yapılan, ama bazı isteklerine aşırı karşı konulan, karışık mesajlar verilen, hiç hayal kırıklığı yaşamayan çocuklar da diğer bir uçta aynı riskleri taşıyor. Dengeye dikkat etmek lazım.

Anne-babalık kolay iş değil, ama sevgi ve sabırla, zaman ayırıp ve değer veren, gerçekçi bir tavırla yeterince iyi ebeveyn olmak mümkün. En iyisi olmayı bir kenara kaldırırsanız içinizdeki ortalama iyi ebeveynle çocuğunuz daha kendinden memnun ve huzurlu yaşayabilir.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Seçmenin cevabı: Seçimin psikolojik analizi 101

14 ve 28 Mayıs seçimleri, özellikle muhalefetteki siyasi partilere sert bir dille ve yüksek volümle seslendi: Değişin!

Utancımı duyan var mı? | Afetzedelere ve çaresiz tanıklara, psikolojik ilk yardım

Bu hafta uzaktakilerden veya bölgeden en çok duyduğum, gördüğüm okuduğum, yüksek düzeyde hissedilen utanç duygusu ve yoğun bir yardım etme isteği ve sorumluluğu. Bana kalırsa yaşadığımız utanç ve sorumluluk duygusunun üç sebebi var. Bir, bu kadar kötülük karşısında iyiliğe olan ihtiyacımız; iki, yaşamda kalmanın ve şanslı tarafta olmanın getirdiği suçluluk duygusu ama en önemlisi de utanması ve sorumluluk alması gereken kişilerin utanmaması ve sorumluluk almaması. Onların sahip olmadığı utanç sorumluluk duyguları sanırım bizde ikame ediyor

Kadın cinsel(siz)liği

Bakmaya bile cesaret edemediği, orada, aşağılarında başına bela olacak bir organın içine, nasıl olacak da bir erkeğin penisi girecektir? Yüzyıllarca kalınlıktaki kapıları kırarak hem de. Cinsellik budur kızım!