05 Nisan 2020

"Bize ne oluyor?" | Salgın ve psikolojik dayanışma

Her birimiz başka bir şey yaşıyoruz. Ama bir şey yaşıyoruz

*Çok sıkılıyorum, delirecek gibi oluyorum. Zaman geçmiyor. Nasıl dayanacağım diye düşünüyorum. Mutfağın işi bitmiyor, yemek, temizlik, alıveriş bitmiyor. Herseyi dezenfekte etmekten aklımı oynatacağım. Her şey üstüme üstüme geliyor. Salgın bize bulaşacak diye çok korkuyorum, her haberi takip ediyorum, atladığım bir şey olmasın diye. Uykularım kaçıyor, geceleri sık sık uyanıyorum. Gidip gelip bir şeyler yiyorum. Planladığım hiç bir şeyi yapamıyorum, iki sayfa kitap okuyamadım. Bir an önce bitsin bu kabus, eski hayatıma döneyim.

*Hiç sıkılmıyorum, evde kalmayı çok özlemişim, nasıl da ihtiyacım varmış. Bu vesile ile evle ilgileniyorum. Dolaplarımı boşaltıyorum, düzenliyorum. İzlemek istediğim filmleri izliyorum, sıraya koydum. Okumak istediğim kitapların listesini yaptım. Yalnız kalmaya zaman ayırmaya çalışıyorum. Uyuyorum, dinleniyorum, sağlıklı besleniyorum. Bu sürenin geçmesini bekliyorum. Daha az haber takip ediyorum. Endişeliyim, olanların farkındayım, olacakları da biraz kestirebiliyorum ama önlemlerimi almaya çalışıyorum, dikkat ediyorum. 

*Hayatımda pek bir şey değişmedi. Pek bir önlem de almadım. Bu haberlerin doğruluğuna da inanmıyorum. Bu kadar önlem almaya ve hayatı böyle kısıtlamaya gerek yok ki. Gripten kaç kişi ölüyor her sene. Her şey yine abartılıyor. Belki virüs bile yok. İş varsa yapıyorum yoksa her zamanki alışkanlıklarıma devam ediyorum. Dışarı da çıkıyorum, maske filan da takmıyorum. İnsanların bu virüsü yarattığına inanıyorum. Ama akılda yarattılar.

*Bu olanlar doğal seleksiyon sürecinin bir parçası. Hiç bir anormallik yok. Sakin olun. Ölmesi gerekenler ölüyor işte. Yapacak bir şey yok. İyi bile oluyor bence. Temizleniyor işte dünya, çok kalabalıktı zaten.

*Kendim için gram endişelenmiyorum, ailem için endişeliyim, sevdiklerim için. Onları korumak adına, çok özlesem bile onları görmeye gitmiyorum. Ne kadar seviyormuşum meğer.

*O kadar çok şeyin kıymetini anladım ki bu süre zarfında. O kadar çok şey de önemini kaybetti ki bende. 

*Çok azmıştı insan, ondan bu bir ceza. Kim cezalandırıyor bilmem ben, doğa mıdır, Allah mı? Ama oh olsun insanlığa. Haketti. 

*Allahın gazabıdır bu. Af dileyin, ibadetlerinizi yerine getirin, bol bol dua edin. Korursa Allah korur. Ölüm de şifa da yaradandan gelir.

*Hep birlikte reiki yapacağız bu gece, lütfen sizler de iyi enerjinizi yollayın, dünyayı temizleyeceğiz virüslerden. Kötü enerji yaymayın yalnız lütfen, virüslerle birleşip double etki yapıyor.

*Doğa bize bir şey söylüyor, iyi dinlememiz lazım. Doğa doğal olanı geri alıyor. 

*Bilim ne diyorsa o! Başka bir şeye inanmam ben. Ama bilim de bin çeşit şey söylüyor, mesela bu maskeyi takalım mı çıkaralım mı karar veremediler. Ben de bazen takıyorum bazen de çıkarıyorum. Uzmanların söylediğinden kendimce bir ortalama çıkarıyorum, ona göre davranıyorum.

Her birimiz başka bir şey yaşıyoruz. Ama bir şey yaşıyoruz. 

Aslında ne oluyor?

Tam olarak bilmiyorum. Ben de bir yerindeyim bu zamanın. Kim bilebilir ki tam olarak. Bitince anlam veririz belki biraz. Ama şimdilik anlayabildiklerimi yazayım.

Hayatta kalmaya çalışıyoruz. 

Kaynaklarımızdan uzakta kalmadan, çok değişiklik olmadan memnuniyetle hayatta kalmaya çalışıyoruz. 

Kısıtlarla ve sınırlarla karşılaşıyoruz. Sonla, bitişle karşılaşıyoruz. Ölümle ve kayıplarla karşılaşıyoruz. Bütün evrelerinde döne döne, yas sürecini yaşıyoruz. Özgürlüğümüzün, sağlıklı olma ihtimalimizin, güvenliğimizin ve imkanlarımızın kaybının yasını yaşıyoruz sanki. Öfke de var, isyan da; pazarlık da var, kabul de; şok da var, hüzün de. Ard arda bir sırayla değil, hepsi olup bitmediği için, her gün yeniden olduğu için, her gün bir yerinden bu yas süreci döngüsünün içinde oluyoruz. 

Alışkın olduğumuz düzenden kopmamaya, onu kaybetmemeye çalışıyoruz. Yeniliklere açık değiliz, zorlukları sevmiyoruz, kızıyoruz, korkuyoruz, üzülüyoruz, kaygılanıyoruz. Ezberimiz bozuluyor, yeni bir dil öğrenmek zorunda kalıyoruz. Bazılarımız direniyor.

Aklımızın bir tarafı hep salgında ama değilmiş gibi davranıyor, değilmiş gibi düşünüyor, sanki dışarıda hayalet bir dünya yokmuş gibi, içeride steril bir alan yaratarak psikolojik olarak dağılmamaya çalışıyoruz. Bazılarımız inkar ediyor.

Bunca değişiklikle başa çıkması zor insanın, değişim sevmiyor. Öte yandan adaptasyon gücü de dayanıklılığı da zannettiğinden çok yüksek hep. Sevmiyor ama değişme alışıyor ve görece iyi bir hızla adapte oluyor. Bazılarımız baş ediyor.

Herseyi öğrenmeye, yayınlananları okumaya, izlemeye çalışıyoruz; anlamaya, belki de anlam vermeye, doğru şekilde kendimize anlatmaya çalışıyoruz. Kendi duygularımıza gözlerimizi yumup, olanların analizler delhizine tek kürekle açılıyoruz. Bazılarımız duygu ve düşüncelerini bilgiyle kontrol edince rahatlıyor.

Aklımızın bir tarafı hep salgında ama çaktırmıyor; öyle bir distopik durum yokmuş gibi davranıp ideal bir çalışma düzeni arzuluyoruz mesela. Olamayınca kendimize veya çalışanlarımıza kızıyoruz. Sanki “bütün sokakta maskeler ve eldivenlerle alış verişe çıkmış beş tane birbirinden uzak yetişkin” yokmuş gibi, evimizde çocuğumuzun online derslerden en yüksek verimi almasını bekliyor, öğrencimizin yeterince konsantre olamamasına şaşırıp, kızıyor, daha bir gün önce geçtiğimiz online düzeneğin harika ve muhteşem olmamasından dolayı geriliyoruz. Sanki bütün dünya aynı anda eve kapanıp korkmuyormuş gibi, eşimizin, sevgilimizin bu kadar gergin olmasını kınıyor, gelirken almadığı soğan için suratımızı ekşitip soğansızlığı yüzlerimize vuruyoruz. 

Aklımız haberlerde değilmiş gibi, iki satır kitap okuyamadığımız, vaktimizi verimli geçiremediğimiz için kendimize sinirleniyoruz, kendimizi suçluyor, bir güzel dövüyoruz. Bir hafta evvel geçilen online okul sistemlerinin, online işlerin, alışverişin, yemeklerin, konsantrasyonun, kargonun saatinin, sokaktaki insanın mesafesini ayarlama becerisinin mükemmel olmasını bekliyoruz. 

Bazılarımız inkarla birlikte gerçeği yadsıyor, obsesyonlarla oyalanıyor.

Her birimizin baş etme yolları birbirinden farklı. Ama biraz da gerçekle bağlantıda kalmalı insan. Ne olursa olsun yaşamdaki en büyük sorunları çözmek için en ideal zaman değil, oturup günlerce ağlamak, yataklardan çıkmamak da değil bu zamanın ideali. Mutlak surette bize iyi gelenleri yaşamlarımızda bolca tutup, durup düşünmeyi, biraz sıkılmayı, belki de kederlenmeyi ve korkmayı da içeren, bir eli gerçeklikte bir eli kendi başını okşamakta olan bir düzen yani önerdiğim.

Fil

Neredeyse hiçbir şey normal/her zamanki gibi değilken, evin içinde şöyle salonun tam ortasında koskocaman bir fil otururken, ona çarptığımız, ondan dolayı önümüzü göremediğimiz halde, odada ondan başka bir şeye yer kalmadığı halde, biz yaşamlarımızın her zamanki gibi normal ve mükemmel olmasını bekliyoruz. 

Dışarda afet var, bunu iyi yönetemeyen ülkeler, sistemler ve yöneticiler var, gafil avlanmış insanlık var, sağlık ve bilime yatırımını iyi hesaplayamamış, en çalışmadığı yerden sınava girmiş büyük kapitalizm canavarının bıraktığı gübreler var, her sokak başında.

Fiziksel ve psikolojik sağlık ve iktisadi hallerin büyük risklerle karşı karşıya olduğu bir kocaman dünya var.

Bu fil hiçbir şey yapmıyorsa bile en azından her gün belli bir oranda stres yaratıyor. Ve bir çok konuyu bizler için bir kaç kat daha fazla olumsuzlaştırabiliyor. Kızınca, daha fazla kızıyoruz; üzülüyorsak öyle, korkuyorsak öyle. Yanımızdaki insanlar da bu durumda o halde virüsün psikolojik etkileri için en büyük risk diğerleri ile ilişkilerimiz. Bir arada kalmaktan ziyade stres düzeyimiz her zamankinden fazla olduğu için olan biten gözümüzde ve yüreğimizde büyüyor olabilir. 

Her birimizde bir çok etki bırakacak salgın. Ama her birimiz kendi değişimimizi yaşayacağız. İhtiyacımız olan, yürüdüğümüz bu çetin yoldan bize kalan. 

Bir “psikolojik dayanışma” içinde olmamız gerekir. 

Bir karanlık tünele girdik hep birlikte. Yürüyoruz artık mecbur. Adım adım ilerliyoruz karanlığa doğru ama sonunda ışık var elbette bunu biliyoruz ve tünele dair de korkularımız var. Daha derinleşecek korkular, yol uzadıkça, ışık uzakta kaldıkça. Ve birbirimize dokunamadıkça. 

Birbirimizi kollayarak geçmeliyiz o halde tünelden, ellerimizi bırakmadan, el birliği, gönül birliği ile. Doğrularımız ve insani değerlerimizin ışık olmasına imkan vere vere. İnsanlığımızla, sağ duyumuzla, vicdanımızla geçmeliyiz bu tünelden.

Belki bambaşka kişilere döneceğiz, belki çok hatırlatacak bu yolculuk hepimize, unuttuklarımızı. Ne yapsak kolay geçeriz, ne iyi gelir kendimize? Hepimizin yolculuğu hem aynı hem farklı. Bu yüzden iyi gelenler de kötü gelenler de farklı. Bilemem söyleyemem. Şunu bilir ve söylerim, dayanışma iyi gelecek bize. Birlik, umut, samimiyet, özgürlük ve kardeşlik duyguları bize aydınlık olacak bu yolda da, sonrasında da.

Gerginlik çıktıkça elini tutacağız birbirimizin, ağladıkça göz yaşımızı silecek, yalnız kaldıkça başımızı okşayacak, bağrımıza basacağız birbirimizi.

İnsanlığı, dayanışmayı, umudu öğretecek bize salgın. Bu imkanı kaçırmayacak insanlık, bu virajı sağlam tutunarak atlatacak ve anayola girecek belki de. Aklın, bilimin, vicdanın, hafızanın, adaletin, barışın, dayanışmanın, eşitliğin, saygının ana yoluna.

Virajda savrulmamak, ana yolda birleşmek umuduyla.

Yazarın Diğer Yazıları

Seçmenin cevabı: Seçimin psikolojik analizi 101

14 ve 28 Mayıs seçimleri, özellikle muhalefetteki siyasi partilere sert bir dille ve yüksek volümle seslendi: Değişin!

Utancımı duyan var mı? | Afetzedelere ve çaresiz tanıklara, psikolojik ilk yardım

Bu hafta uzaktakilerden veya bölgeden en çok duyduğum, gördüğüm okuduğum, yüksek düzeyde hissedilen utanç duygusu ve yoğun bir yardım etme isteği ve sorumluluğu. Bana kalırsa yaşadığımız utanç ve sorumluluk duygusunun üç sebebi var. Bir, bu kadar kötülük karşısında iyiliğe olan ihtiyacımız; iki, yaşamda kalmanın ve şanslı tarafta olmanın getirdiği suçluluk duygusu ama en önemlisi de utanması ve sorumluluk alması gereken kişilerin utanmaması ve sorumluluk almaması. Onların sahip olmadığı utanç sorumluluk duyguları sanırım bizde ikame ediyor

Kadın cinsel(siz)liği

Bakmaya bile cesaret edemediği, orada, aşağılarında başına bela olacak bir organın içine, nasıl olacak da bir erkeğin penisi girecektir? Yüzyıllarca kalınlıktaki kapıları kırarak hem de. Cinsellik budur kızım! 

"
"