09 Nisan 2021

Yakın ilişkilerde iletişim: Anlatabilmek ve anlayabilmek

Ah, o yerlere göklere sığdıramadığımız duygularımız, karnımıza giren kramplar, hepsinin sebebi biziz

"Erkek eş: Hiç yanıma gelip beni öpmüyor. İlk hareketi yapan taraf hep ben oluyorum.

Terapist: Sence kocana bu şekilde mi davranıyorsun?

Kadın eş: Evet, o duygularını kolayca gösterebiliyor. Ama benim de ilk hareketi yapan olmamı istediğini bilmiyordum.

Terapist: Karına kendisinden bunu beklediğini söyledin mi; yani duygularını daha açıkça ifade etmesini?

Erkek eş: Hayır, şey bilmesi gerekirdi.

Kadın eş: Nasıl bilebilirim? Bana sık sık saldırgan kadınları sevmediğini söylersin.

Erkek eş: Hayır, baskın kadınları sevmediğimi söylerim.

Kadın eş: Şey, ben ilk hareketi yapan kadınları kastettiğini sanıştım. Ne istediğini nasıl bilebilirdim ki?

Terapist: Sana açıkça söyleseydi bilebilirdin."

Virginia Satır (1983), Temel Aile Terapisi

İletişim en temel ilişki aracımız. Her zaman kelimelerden ibaret değil. Aslında iletişim bütünsel bir süreç; kelimeler, mimikler, beden dili, giyim tarzı ve ses tonu ile tamamlanıyor. Bu nedenle hem yoruma çok açık hem kendi doğası gereği kapalı bir kaynak.

Kapalı olmasının sebebi ifade yeteneğimizle ilgili olmakla beraber daha çok kendimizi açıklıkla ifade etme cesaretinde olmamamızdan geliyor.

İhtiyaçlarımızı, isteklerimizi söylemek yerine karşı tarafın bilip anlayabileceğini düşünüyoruz. Bu ilk yanılgımız. Beklentilerimiz, ön yargılarımız giriyor devreye. Madem beni çok seviyor, madem eşim, madem birlikte yaşıyoruz, madem yakınız o zaman bilebilir, anlayabilir, düşüncesine kapılıyoruz.

Gerçek olan şu; gerçekten sevip değer veren bilmek ister, anlamak ister. O, ihtiyaçları, istekleri karşılamayı sever. Her şeyden önce açıklıkla, netlikle anlamaya bilmeye ihtiyacı vardır.

Aslında söylemeden anlaşılmayı beklemek bir bakıma bakalım benimle ne kadar ilgili, beni ne kadar iyi tanıyor, beni ne kadar düşünüyor gibi içsel sürecimizde yarattığımız bir test aşaması olabilir. Bu ilişkileri çıkmaza sokmaya meyilli bir arayıştır.

Kuşkulara, sorulara daha kolay yanıt alma ihtimali istemekten, açıkça söylemekten geçer. Söylersin; özen gösteriyor, yapıyor, çabalıyorsa kuşkular silinir gider. Yok, yapmıyorsa gerçeği görüp yoluna devam etme rahatlığına kavuşabilirsin. Sürüncemede bırakmaktan, zaman öldürmekten çok daha kolaydır. Acıdan korkup kaçmak, mutsuzluk ihtimalinin üzerini sürekli örtmek ne mutluluk ne aşk ne de gerçek birlikteliğin devamını sağlamaz.

İkinci yanılgımız, isteklerimizin kabul edilmeyeceği ya da ihtiyaçlarımızın bilinmesinin bizi küçük düşüreceği, aciz, güçsüz, değersiz göstereceği korkusu. Bunun yerine kılıflar uydurarak söyleme tarzına giriyoruz. Açık olmak belki de en büyük korkumuz.

"Seninle görüşmek, daha çok birlikte olmak, daha iyi tanımak istiyorum." yerine "Yemek yiyelim." diyoruz.

Tabii böyle olunca mesaj zamanında alınmıyor, zaman geçince "Ne demek istediğini sonradan anladım, aslında ben de seninle görüşmek istiyordum" demek yerine "Sana yemek borcum var" diyoruz.

"Sana kendimi yakın hissediyorum" demek yerine "Bana benziyorsun, benim gibisin" diyoruz.

"Aramanı bekliyorum, bunun için çok heyecanlıyım" yerine "Neden verdiğin sözleri tutmuyorsun" diyoruz.

"Seninle konuşmak, görüşmek istiyorum" yerine "Benimle hiç ilgilenmiyorsun, umursamıyorsun" diyoruz.

Ah, o yerlere göklere sığdıramadığımız duygularımız, karnımıza giren kramplar, hepsinin sebebi biziz. Söylemek için güvenmeyi bekliyoruz. Güvenmek için anlaşılmayı bekliyoruz.

Üçüncü yanılgımız ise toplumsal kimliklerimiz. Her ne kadar bunlara takılmadığımızı düşünsek de hatta içimizde takılmıyor olsak dahi, dışarıya açılma zamanı geldiğinde ya garip olursa ya yadırganırsa kaygılarımız devreye giriyor. Kadın söylemez erkek söyler en tipik örneği. Çok söylemek ifade etmek değersizleştirir, en kangren olmuş yanımız. Oysa söylemek çoğaltır, açığa kavuşturur.

Dördüncü yanılgımız, aslında bu daha çok kılıfımız; yanlış anlaşılırım korkusuyla susmalarımız. Oysa yanlış anlaşılma diye bir şey yoktur. Açık, net kelimelerle gerçeği söyleyen hiç kimse yanlış anlaşılmaz. Tam tersine tüm gerçeğini söylemiş, dillendirmiştir.

Bir parça yakınlık hissettiyseniz yazdıklarıma kendinize sorun: Susup beklemeyi tercih etmek mi beni daha çok yıpratır yoksa açıkça söyleyip gerçeği görüp fark etmek mi?

Çoğu güzel gerçek aşikardır, tek bir mesajı tek bir girişimi beklemektedir. Söyleyin gitsin. Çoğu zaman korktuğumuz başımıza gelmez, çünkü kalp yanılmaz. Biz hayatlarımızı kuşkuya, mantığa boğmadıkça kalp açıktır almaya, vermeye.

Bizim hanenin hafta seçimleri

Haftanın İzlencesi: Outlander. Zaman yolculuğu ile yaşanan bir ilişkinin dönemin tarihsel olaylarıyla birleştirilmesi ile son derece keyifli, sürükleyici bir dizi.

Haftanın Kitabı: Narsistle Ateşkes, Wendy Behary Kendini dünyanın merkezinde sanan kişilerin çaresiz iç dünyalarını anlamamıza yardımcı oluyor. Aynı zamanda onun öfkesini tetiklemeden kendi ihtiyaçlarınızı karşılamanın, sınır koymanın ve ilişkiyi sürdürmek zorunda olduğunuz bu kişilerle iletişim yollarını anlatıyor.

Haftanın Çocuk Kitabı: Büyük Yatakta Kim Yatacak?, Aytül Akal. Kızım üç yaşındayken tanıştım Aytül Akay'ın kitaplarıyla. Hepsi birbirinden güzel. İlkokula kadar benim okuduğum kitapları, kızım ilkokulda kendisi okudu. Hayal gücü ve anlatım ustalığıyla çok keyifli kitapları var.

Haftanın Siyasi Gündem Şarkısı: Zevzek, Aşık Mahzuni Şerif

Haftanın Dans Şarkıları: Söyle Canım, Erol Evgin / Rüyalar Gerçek Olsa, Emel Sayın

Haftanın Meydan Okuma Şarkısı: Satmışım Anasını, Ferdi Özbeğen.

Satmışım anasını sen yanımda olduktan sonra diyeceğimiz en az bir kişi olsun hayatımızda.

Haftanın Sözü: "Gönül bir müftüdür ki istemediği şey için pek kolay fetva vermez." Taaşuk-ı Talat ve Fitnat, Şemseddin Sami

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye