Berrak bir zihnin açılacağı enginlerden uzak kalmışsın. Hep bir koşuşturma içinde dönüp duran yaşamın ayak izleri siniyor ömrüne.
Ardı arkası kesilmeyen maratonları bir yerde durdurmak gerekiyor, biliyorsun.
Bir yerde dinlenmek gerekiyor, biliyorsun. Biraz nefes alıp kendi bahçesinin güllerine açılmalı insan.
Ve hayat sen bunları düşünürken koşturuyor. Hem de kendi halinde değil, dört nala senin üstüne…
Biri bitmeden birisi başlıyor. Dönüp duruyor dünya durdurmak mümkün değil. Oyuna katılıyorsun ister istemez.
Sakin olmak, merkezinde kalmak tek arzun. Planların, yapacak oldukların var.
İzinsiz, kaçak bir yapı gibi hayallerin. Hiç bitmiyor diğerlerinin istekleri, beklentileri.
Düşüncelerin bir karabasan gibi iniyor omuzlarından aşağıya. Öyle kandırılmış, öyle acı çektirilmiş ki kalbin her şeyin altında bir ikircik, her şeyin altında başka bir mesaj arıyorsun. Belki, o öyle değil. İhtimali yok, hepsi aynı karanlıkta.
Hesaplar, planlar, stratejiler… Almak isteyenlerle çevrili her yanın. Ne zaman nerede duracağını bilmeyen insanlardan mütevellit güvensizliğe, korkuya açılan ellerin. Herkes aynı değil bu hayatta.
O çok derinlere gizlediğin üzüntün, kederin saklamak istedikçe öfkeden kabuklanan bir yaraya dönüşüyor. En derine kadar inip incindiğini, korktuğunu bulmadıkça gün ışığında hep irin sızacak üzerinden.
Birileri korkup geri çekilecek, birileri üstüne gelecek.
Bazıları yenilecek, bazıları yenecek.
Hiç durmadan sürüp gidecek. İçindeki şefkati, sevecenliği bulmadıkça dünya düşüncelerinde, kelimelerinde eskiyecek.
O çok derinde, unutulmaya yüz tutmuş hayalini, gerçeğini hatırlamadıkça hayat ezip geçecek seni. Bir gün iyi uyansan, öteki gün keder ile bitecek.
Bir gün sevinçle başlasa, ertesi gün kavga kıyamet… Hatırlamalısın, nasıl bir dünyaya inandığını, nasıl bir hayatı arzuladığını.
Sevginin bağlayıcılığını, aşkın onurunu, şefkatin sakinleştiricilerin en güçlüsü olduğunu hatırla.
İyi kulaklar tarafından dinlenmenin uzun bir tatile eş değer olduğunu hatırla.
Hatırlamalısın, seni yoranın çalışmak olmadığını.
Ortak amaçlarla buluşmanın dinlenmeye ihtiyaç bırakmadığını hatırla.
Hiç mi hatırlamıyorsun? Hiç mi hissedemiyorsun?
Git bir okul bahçesine, çocukların çığlıklarını, içlerindeki umarsızlığı, korkusuzluğu dinle.
Kaldır başını gökyüzüne telaş içinde birlikte kanat çırpanları izle.
Neden yorgunsun? Bir sor kendine.
Kalbindeki yalnızlığı hisset. Hissetmek iyileştirecek seni. Belki titreyen bir hıçkırıkla inecek dolu dizgin yaşlar gözünden. Sarsılacak bedenin, titreyecek ellerin kolların. Ama geçecek, bedenin bir kere o yağmurla yıkandığında geçecek. İnan, akıp bitecek.
Yağmurunun ardından dağılan pus, berraklaşan gökyüzün aydınlatacak seni.
Hani bir düş kurmuştun, hani inanmıştın, hani çok gerçekti. Tüm hırçınlıklardan azade, saf berrak bir hayatın düşü girmişti uykularına.
Uyandırmıştı senin en tatlı anında, bir coşku sarmıştı ellerini. Bir heyecan, bir istek sanki durdurulamayacak gibi…
Dört bir yanda koşuşturan çocuklar, el ele aşıklar, dans eden insanlar, bağrış çağrış anlatmalar, aşk için kopan kızılca kıyametler… Hatırla. Coşkuyu, sevinci, neşeyi hatırla.
Geceleri uyutmayan, uyandıran düşlerini hatırla. Düşlerin gözlerinde, saçlarında iz olmadan önce sevmeyi, kollamayı, şefkati hatırla.
O buza kesmiş kalbin, şefkatten yoksun kalmış ellerin, gözlerin, günlerin uyansın artık.
Az da olsa korkunun, çekingenliğin, öfkenin koydurduğu kurallarını yık.
Gönlündeki bolluğu, sevme yetisini hatırla.
Birinin sana yaptığı eziyetle diğerinin iyiliğini görmeye kör olma.
Bazen vermenin, almaktan daha çok güçlendirdiğini hatırla.
Veremiyorsan, o gücü kendinde bulamıyorsan, daha az almanın mümkün olduğunu hatırla. Az almanın gücünü, şefkatini göstereceğini hatırla.
Ve sürekli almanın, durmadan almak için yapılan planların, konuşmaların doyumsuzluktan, tatminsizlikten, bitimsiz hırstan geldiğini unutma.