Hiç bir duygu baki değil, hiç bir olay hayatın sonu değil. Umut hep var, yeter ki isteyin
Bu spirituel işler bazen gerçekten çok kafa karıştırıcı olabiliyor.
Son dönemde sıkça duyuyorum:
"Hissediyorum, böyle olacak.”
Hissetmeyenlere bir şey olmayacak mı?
Biz hissetmiyor muyuz?
Bazı insanların hisleri kuvvetli, bazıları hissiz mi?
Benim bildiğim tüm canlılar öyle ya da böyle hissediyor. Varsa farklı bir durum ben eksiğim. Özür dilerim ama benim bildiklerim ve öğrendiklerim böyle değil.
İki temelde anlatmaya çalışacağım. İlk olarak, gelecek hissiyatı kuvvetli insanlar yoktur, farkındalığı yüksek insanlar vardır. Onlar da sadece o an içerisinde olan şeyler hakkında bir farkındalık sahibidir. Bu bir yetersizlik durumu hiç değildir. Bu aslında o dillere yapışmış ama içi boşalmış olan anda yaşamak durumunda yol almış insanlar için geçerlidir.
Eckhart Tolle ve Osho gibi kişilerin sıkça vurguladığı anda yaşamak, aslında tüm algıların ve sezgi yeteneklerinin açık olarak olan bitenin farkında olmaktır.
Demem o ki, bir mekandaki ağır ve kasvetli enerjiyi hissedebilirsiniz, bir insan hiç ağzını açmasa, hisleri hakkında tek bir kelime etmese bile o insanın size öfkeli olduğunu ya da çok sevdiğini, üzerinize gelen düşük frekanstaki enerjiyi hissedebilirsiniz. Hatta birinin size aşık olduğunu bile algılayabilirsiniz. Bunlar sezgisel yeteneklerinizle elde ettiğiniz bilgilerdir.
Sezgisellik ise her kişide olan bir yetenek, siz bu konuya odaklanır bu yeteneğinizi geliştirmek isterseniz olur. Kimse ulvi bir güçle donatılmış değil.
Buna aslında sezgiselliğinizi hatırlamak da denir.
Neden?
Çünkü bütün çocuklar sezgiseldir, siz de öyleydiniz. Bir süre sonra sezgiselliğin günümüz dünyasında geçerli olmadığına inanarak bu yeteneğinizden uzaklaştınız sadece, o kadar.
Bir kişiye ya da bir duruma dair hissettiğiniz şey sadece o kişinin o an içinde bulunduğu duygusal durumun yaydığı frekansla ilgilidir. Ertesi gün aynı şeyi hissetmeyebilirsiniz. O kişi stabil olarak bir öfkeye tutunuyorsa, o öfkeyi bırakana kadar aynı şeyi hissedersiniz. Bu da diğer yanı. Ama o kişinin gelecekte nasıl hissedeceğini ve ne olacağını hissedemezsiniz.
Nasıl yani?
Çünkü gelecek yazılı değildir. Gelecek belli değildir. Bizler geleceği kendimiz yaratıyoruz. İçinde bulunduğumuz duygularla, ifade ettiklerimizle tıpkı bir roman kurgular gibi hayatımızı kurguluyoruz. Bunu da başka bir kişiye empoze edebiliyoruz.
Don Miguel Ruiz, Dört Anlaşma kitabında bunu harika bir şekilde anlatır.
İlk anlaşma der ki: “Söz Büyüdür”
Bu anlaşmaya göre söylediğimiz, ifade ettiğimiz her durum yaratım yapar.
“Hissediyorum, bu iş sana hiç iyi gelmeyecek”, “Hissediyorum, bu kişiyle mutlu olacaksın/olmayacaksın” gibi cümleler tamamen yaratım ve kurgu cümleleridir. Karşınızdaki kişi söylediklerinize inanır, alır kabul ederse, iş tamam. Onun geleceğini yaratmasına katkı sundunuz demektir. O frekansa bağlandı, o durumun frekansından çıkana kadar da öyle olacak. İnanç böyle bir şey.
Durum bu ise, ne yapmalı?
İlk olarak söylediğimiz her cümleye, anlattığımız her duruma özen göstermeli. En basitinden “Çok kötüyüm” gibi genel geçer ifadeler yerine “şu anda kendimi kötü hissediyorum” demek olası bir negatif yaratımın önünü kapatıyor.
İkinci olarak sizin hayatınıza dair gelecek hisleri olan insanlardan bir parça uzaklaşmalı. Kesin yargılarda bulunanlardan, teoriyi alıp size şablon yapanlardan kendinizi itina ile sakınınız.
“Bak yüzünde sivilce çıkmış, kendinle ilgili suçluluk duygun var” gibi beylik laflardan uzak durun. Tutma olasılığı yüzde doksan dokuz, kim kendini hiç ayak basılmamış bir orman gibi masum hissediyor ki? Hepimizin hatalı olduğumuzu düşündüğü olaylar, anlar var.
Burada bir terapi sürecinden bahsetmiyorum, bir çalışmadan, bir danışmanlıktan da bahsetmiyorum. Hepimiz birer psikoterapist, danışman olduk ya son yirmi yılda. Kahve sohbetlerine analizlerimizi ekliyoruz ya, o anlardan bahsediyorum. Zaten iyi bir terapist kuramı anlatmaz, kuramı kişiye yapıştırmaz, teorinin bilgisinden yola çıkarak kişiyi anlamaya çalışır.
Siz, yakın ve güzel konuşan arkadaşlarınızla kahve için. Hatta kahve falı baktırın. Geleceğinize dair güzel şeyler söyleyenlere, “ayyy canım için çok sıkılmış ama, atıyorsun bu sıkıntıyı bir vakte kadar” desin. İnanırsanız, atarsınız. Onun sözünün büyüsünü kabul etmiş olursunuz, eyvallah.
İnanmazsanız, sıkıntıyı başka türlü atarsınız. Ona da eyvallah.
Hiç bir duygu baki değil, hiç bir olay hayatın sonu değil. Umut hep var, yeter ki isteyin.
Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor