Hayatıma, anneme, babama ithafen...
Yazdıkça yorumlar geliyor.
En çok da “Hayat bu kadar toz pembe değil.” diyorlar.
Bunu bir kaç kez yazdım. Bir daha yazayım. Hayatta mutlu olmak zor değil.
Hep yazıyorum oysa, hayat toz pembe değil diye, ama mutluluk olunca pembeliği arıyoruz.
Bunu nasıl anlatsam diyorum.
Kendimden başlayalım.
Üç aylıkken babamdan ayrılmak, ailemin dağılışına tanık olmak zorunda kaldım.
Babam seksen dönemi siyasi mahkumdu. Üç aylıktan on iki yaşıma kadar babam parmaklar arkasındaydı. İyi ki oradaydı diyorum.
Nazım’ın kitap kapağındaki parmaklıklar arkasında duran fotoğrafındaki demirleri kesip, onu serbest bırakmaya çalıştığımda sadece üç buçuk yaşımdaydım.
Üç yaşımdaydım jandarma bana ve anneme tüfeğini doğrulttuğunda.
Gardiyanlar, babamı görebilmem için kaç yıl boyunca bedenimi yokladı, hesaplamıyorum.
Ve hayatım, bayram ziyaretlerinin cezaevi ziyareti olduğunu sanarak başladı.
Saatlere sıkıştırılmış baba sevgisine razı olmayı öğrendim.
İlkokulda arkadaşlarım “Baban kız kaçırmış.” dediğinde ağlayarak eve döndüm. Oysa, benim babam sadece insanlar için oradaydı.
Üç yaşıma kadar babamı göremedim. Görüş yasağı vardı. Ve babam mahkemede tek tip elbiseyi protesto etmiş, bu yüzden benden tamamen uzaklaştırılmıştı.
Babamın yokluğunu telafi etmeye çalışan solcu abilerle büyüdüm. Cezaevi kapısında oğlunu göremediği için fenalaşan anaları görerek büyüdüm. O abilerin dışarı çıktığında on yedi yaşımda aşkımı kınadıklarını görerek büyüdüm.
Açık görüşlerde gizlice koğuşa sızmayı, babanın koynunda devlete rağmen bir gece uyumanın mümkün olduğunu öğrendim.
Bir annenin çocuğuna, idealine, eşine sahip çıkmak için canını dişine takarak çalışmasını, yaşamasını görerek büyüdüm.
Sekiz yaşında Grup Yorum’un şarkılarını söylememek için sahneye çıkarılmadığında insanların protestosundan korkmayı, kulaklarımı tıkamayı ama yine de orada durmayı öğrendim.
Her şeye rağmen, her zorluğa rağmen sevginin devam edebileceğini annemin babamın ilişkisini görerek öğrendim. Bazen sevgi babamın el boyaması yaptığı dergi, bazen yaptığı pastanın kutusuna sinen Bally kokusuydu, bazen bana niye yazmıyorsun diyen sitemkar mektuplarıydı. Sevginin hep orada durduğunu ve hep kalpte olduğunu babamdan öğrendim.
Annemden sevgi için nasıl emek verileceğini, nasıl fedakarlık yapılacağını öğrendim.
Bir adamın idealleri uğruna hayatından, sevdiklerinden uzak kalabileceğini babamdan, sadece inanç ve sevgi için hayatını adamayı, onun için yaşamayı annemden öğrendim. Tüm zıtlığa, aykırılığa rağmen kabul edilip sevilmeyi anneannemden, dedemden öğrendim.
Dışlanmayı toplumdan öğrendim.
Cezaevine her gidişimde o adamların gözlerinden taşan sevgiyi, coşkuyu gördüm. Her şeye rağmen orada olup mutlu olmalarını, eğlenmelerini gördüm. Her işkenceye rağmen nasıl hayata bağlı kaldıklarını öğrendim. Ve insanlara bir kere dahi nefret söylemi barındırmadıklarını gördüm. Ben her şeye rağmen sevmeyi, inanmayı, inancına bağlı kalmayı onlardan öğrendim.
O insanların tutsaklığından özgürlüğüne kavuştukları zaman hala aynı inanç, coşku ve aşkla yaşama bağlandıklarını gördüm, anladım. Hala ağız dolusu kahkaha atıyor, hala yaşama aşkla bağlanıyorlardı.
Ben hepsini cezaevinden ve sonrasından öğrendim. Suçlanmanın, cezalandırılmanın ve kısıtlanmanın özgürlüğün önüne geçemediğini öğrenerek büyüdüm. Sevginin engel, sınır tanımadığını yaşayarak öğrendim.
Ve bu mükemmel insanların hataları olduğunu öğrendim.
Onların her şeye rağmen değil, her şeyle birlikte mutlu olduğunu ve pişmanlık duymanın sadece bir çeşit yenilgi olduğunu görerek büyüdüm.
Koşulsuz sevgiyi onlardan öğrendim.
Devlete, kurallara, sınırlamalara, kısıtlanmalara rağmen varolmayı, yaşamı seçmeyi ve aşkla yaşamayı öğrendim.
Yaşadıklarımı asla anlamayacak insanlarla birlikte olmayı öğrendim devamında. Onları anlamayı, onlarla empati kurmayı öğrendim.
Cesareti öğrendim. İnancını cesaretle savunmayı, her şeye rağmen, her koşulda baktığın pencereden hayata bağlanmayı, oradaki coşkuyu öğrendim.
Yarını bugünden kurmayı, onun için çalışmayı, yola çıkmayı, zorluklar olabileceğini, bu zorlukların hayatına mal olabileceğini ama yine de yaşayabileceğini öğrendim.
Her şeye inat ya da rağmen yaşamak yerine her şeyle birlikte yaşamayı öğrendim.
"İyi ki hayatım sizinle kesişmiş, iyi ki sizin çocuğunuz ben olmuşum, iyi ki benim annem, babam, arkadaşım, dostum, kardeşim, ailem olmuşsunuz. İyi ki benim hayatım, benim yoldaşım, yolum olmuşsunuz. Varlığınıza minnetarım yoksa bunlar için kaç ömür gerekirdi." demeyi yaşadıklarımdan öğrendim.
İşte tüm bunlarla, ağız dolusu kahkaha atıyorum, babam hala okuyor, yazıyor, anlatmaya çalışıyor, annem hala dolunaya bakıp içmekten haz alıyor ve hala insanları seviyor.
Sizin depresyon dediğiniz, mutsuzluk sandığınız tek şey inançsızlığınız, anlıyor musunuz? Biraz da bağlanamayaşınız, kabullenemeyişiniz.
Ben her nefeste içime çektiğim iyot ve odun kokusuna şükrediyorum bu hayatta, hâlâ mutluluğu yaratıyorum.
Umarım şimdi mutluluğun ne olduğunu anlarsınız, mutluluk nefes alıp vermek kadar basit ve zor.
Önemli olan ne yarattığınız.
Toz pembe mi görüyorsun dediniz, pardon anlayamadım.