30 Temmuz 2021

Önce kurban, sonra cellat, şimdi örselenmiş bir tutuklu

Bağıracaksan bağır. Senin sesin inletsin bu coğrafyayı, bu iklimi, bu geceyi, bu gündüzü. Belki anlarlar sessizliklerinin yarattığı bozgunculuğu, pişkinliği, yüzsüzlüğü.

Sakin.

Sakin ol, isyan etme.

Düşünme, sakin ol.

Yok yok, hiç ilgilenme. Yok et onu zihninde. Küçült, yok et. Geçit yok ona.

Sessizce bir köşeye çekil. Kimsenin dikkatini çekme. Usulcacık geç git her şeyin yanından.

Ne söylerlerse söylesinler, ne yaparlarsa yapsınlar, kıpırdama.

Bir dokunurlarsa sana patlayacaksın, farkındasın. Bir parça daha yaklaşırlarsa, alayını yakacaksın.

Yok yok, şimdi başka, şimdi zamanı değil. Zaten o kadar önemli de değil, büyütme gözünde.

Sakin ol. Sakin.

Anlamıyor, dinmiyor, ne bitmez tükenmez… Her yerden sürekli geliyorlar. Birini evelesen, diğerini gevelesen, ötekini eylesen, bitmiyor, tükenmiyorlar. Hani senin zamanın? Hani senin işin, uğraşın?

Delik deşik oldu hayatın. Bittin, tükendin artık. Bir de üstüne gereksizlerin, değersizlerin bitip tükenmez kaprisleri, yok yok hiç çekilecek gibi değil. İnsan sevgin çok, ondan o değersizlere, gereksizlere olan suskunluğun.

Bir özgürlük bahşetmişsin onlara, arka bahçede gürültü yapan çoluk çocuk işte! Değer mi hiç? Sakin ol, sakin.

Sahi, insan neydi?

Şu iki kol, iki bacak ve bir gövdeden başka neyi vardı insanın? Ah, tabii ya, insanı insan yapan kabul edilebilir olmasaydı. Ya senin kabul edebilme kapasiten, onun limiti neydi?

Senin limitin hem geniş hem yüksek. Geniş, çünkü sen her türlüsüne; değerlisine, değersizine eyvallah diyebilirsin. Yüksek, çünkü senin kalite standardına çıkabilenle dostsun, arkadaşsın.

İnsanı değerli yapan neydi? Çaba mı, emek mi, yoksa üst üste binmiş meslek sıfatları ya da kabarık hesap cüzdanları mı?

İnsanı değerli yapan neydi? Parlak bir candanlık, sıcak bir içtenlik, kifayetsiz bir samimiyet mi yoksa ulu orta, pervasızlığın içine gizlenmiş çocuksuluk, yalınlık mıydı?

Kim hoyratça savurdu seni kurak, susuz bir bozkıra? Kim savunmasız bıraktı en yoksul, kimsesiz anında? Boş ver, sakin ol, sakin. Umursama olup biteni, kapa gözlerini, bu da gelir bu da geçer, yâ hu!

İnsanı insan yapan neydi?

Etten kemikten öte, biricik özel olmaktan azade, başarma hissinden ziyade varlığına anlam katan neydi?

İnsan önce cellat sonra kurban olmadan önce neye benzerdi?

Söyle, nasıl kıydılar sana? Nasıl incittiler ezdiler? O yumuşak narin kalbini nasıl öfkeye gömdüler? Söyle, tek tek söyle. Önce kendine, sonra dünyaya.

Hangi umutlarını kırıp inciterek gizliden sürekli kanayan bir yara açtılar?

Ah! Ne zaman yeşil bir çimenlikte, çıplak ayak el ele yürümüştün sevdiklerinle?

Kim söyledi sana o biçimsiz, alçaltıcı sözleri de varlığından şüphelendin?

Kim itti seni? Kim kovaladı seni en büyük, en güçlü kibir asasıyla?

O delişmen öfkeyi kim soktu masum kalbine? Oysa sonsuz sevilikteydi dünya, seni kim küstürdü?

Oysa sen, yumrucuk yumrucuktun, açmaya istekliydin. Oysa sen, birazcık sevgi, birazcık şefkatin en karanlığında bile kaybolup giderdin. Kim korkuttu seni? Kim kulağına durmadan kötü, eksik, yetersiz olduğunu fısıldadı?

Kim inandırdı seni eksikliğine yetersizliğine de insanlara uzatabileceğin eli sakladın cebine?

Söyle, kimdi seni korkutan? Seni karanlıklara saran sabahlara kadar uyutmayan?

Söyle, daha iyisi daha güzeli olmaya zorlayan, asla tatmin olmayan, sürekli kusur bulan kimdi?

Hepsini tek tek söyle, önce kendine, sonra tüm dünyaya.

Korkma insanların karanlığından, ışığı karanlık kapatamaz. Korkma, insanların oyunlarından, her oyun kavga ile sonlanmaz.

Koşma karanlığın peşinden. Bir ağaç olabilir misin? Sen onu söyle.

Derinlere kök salan, toprağın altındaki kayaları dost bilip sarılarak aşağılara inen bir ağaç olabilir misin? Sen onu söyle.

Hiçbir kuşun peşine düşmeden, köklerini bir kuş için devşirmeden, kuşlara yuva olabilecek dalları büyütebilir misin? Sen onu söyle.

O gövdenden uzun dallar ayırıp, dallarını yapraklara boğup bir kediye, bir ortancaya, bir seyyaha gölge olabilir misin? Sen onu söyle.

Yapraklarınla rüzgârın varlığına kanıt olabilir misin?

Bırak o öfkeyi artık avuçlarından, aksın gitsin ne varsa birikmiş. Aksın temiz, aydınlık bir su pınarı göğsünden.

Ağlayacaksan ağla. Korkutulmuş, incitilmiş, örselenmiş kalbindeki acının sedefleri yıkasın dünyayı. Belki utanırlar acıttıkları o kalpten, o masumluktan… Değerden değere, tanımdan tanıma, başarıdan başarıya, kalıptan kalıba koşanlar, olur ya utanırlar, dünya hali!

Bağıracaksan bağır. Senin sesin inletsin bu coğrafyayı, bu iklimi, bu geceyi, bu gündüzü. Belki anlarlar sessizliklerinin yarattığı bozgunculuğu, pişkinliği, yüzsüzlüğü.

Yeter ki, ayın şavkı ol sularda, çiğdemin güne dönen yüzü. Uyma koyu renkli gölgelere.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye