Bundan çok uzun değil, on beş yıl öncesinde “kişisel gelişim” ve “koçluk” kavramları ülkemizde yaygınlaşırken hem ilgimi çekmiş hem de o günkü deneyimim ve bakış açımla bunun sistemin yeni bir pazar ağı olduğunu düşünmüştüm. Üniversitedeydim, yakın arkadaşlarımdan uzak bir şehirdeydim, o zamanlar en kolay iletişim kurma yolu MSN idi. MSN'in küçük bir de durum belirtme satırı vardı. Ben de oraya koçluk durumu ilgimi çektiği ve eleştirel baktığım için “İtinayla yaşam koçluğu yapılır” yazmıştım.
Hani herkesin dünyayı değiştirebileceğine var gücüyle inandığı günlerdir üniversite yılları, gelişimden bahsediliyorsa bunun sadece iktisadi sistemin değişmesi ile olacağına inanırdım.Sistemler değişir, hayatlar değişir ve insanlar da değişir gelişirdi. Hep sistemleri değiştirmeye odaklıydım; aile sistemini değiştir, değerler sistemini değiştir, yönetim sistemini değiştir, mülkiyet ilişkilerini değiştir. Tüm bunları değiştirmek için de iktisadi sistemi değiştir! Ve var gücünle olan biteni eleştir, hep bir karşı olma durumu yani…
Bölüm sosyoloji olunca her türlü dinamikliğe ve şaşkınlığa açık oluyorsunuz çünkü bir gün bir hocanız size hayatınıza dair inanılmaz bir farkındalık verebilir tek bir cümlesiyle.
Bir gün yöntem dersinde profesör toplum araştırmalarıyla ilgili anlatırken tahtaya kocaman bir yuvarlak çizdi ve dedi ki;
“Ben o zamanlar toplumun top gibi yuvarlak olduğunu düşünüyordum.”
Sonra yanına noktalardan oluşan başka bir yuvarlak gibi bir şey çizdi ve devam etti:
“Bireyin farkına vardığımda toplumun pürüzsüz olmadığını gördüm.”
O an, sadece o an “birey” kelimesini fark ettim. Toplum yüzlerce, binlerce, milyonlarca bireyin bir araya gelmesiydi. Her bireyin etkisi, tepkiye ve şekillenmeye yol açıyordu. Yirmi iki yaşında bunu idrak etmem insanlık için küçük ama benim için büyük bir olaydı.
Kaldı ki, yıllarca okullarda toplumun önemini ve toplumsal kuralları öğrendikten sonra Türkçe çevirisi “toplum bilim” olan bir bölümde toplumu laboratuvarda gibi inceleyebileceğini sanan bende “insan odaklı” bakışı keşfetmek şok etkisi yaratmıştı.
Hemen o gün değişmedim tabii, uzun bir zaman aldı, bir çok macera, bir çok deneyim girdi işin içine. Siyasi oluşumlar, eylemler, toplumsal örgütler, sivil toplum kuruluşları, bilimsel araştırmalar hep bir yanından toplumu değiştirmeye, geliştirmeye çalışan bana aynı şeyi gösterip duruyordu:
Bireyin önemi.
Hep bir yan eksik kalıyordu, hep bir şey geride kalıyordu. Ne kadar çabalasan da, umut etsen de, emek versen de gitmeyen bir şey vardı. Bir gün bir sivil toplum örgütünün genel başkan yardımcısı ile konuşurken dedi ki:
“Bu iş iğne ile kuyu kazmaya benziyor, her kişiye tek tek gidip her kişiyle tek tek ilgilenerek yapılabiliyor.”
Zamanı gelen uyanış bende gerçekleşti. O günden sonra, bireylerin tercihlerine saygı duy ve kabul et, mottosu girdi hayatıma. İçimdeki ses kendinle yüzleş artık dedi: sen kimsin ki birilerine “akıl hocalığı” yapıyorsun!
Her bireyin tercihleri, her bireyin istekleri vardı, eyvallah. Kişiler niye mutsuz olacakları şeyleri seçiyorlardı? Mutsuzluk bir seçim miydi? Yok canım, daha neler…
Çıplak kalmış gibi hissettim, sistemsiz ve dış kaynaklı olmayan mutsuzluğun anlamı olabilir miydi? İlk kez bir şeyi, bir kişiyi suçlamadan kendime baktığım andı o an.
Çırılçıplak, kimse suçlu değil, tercih eden sensin. Olan ne ise onu tercih eden sensin. Bunu kabul etmek öyle kolay bir şey değil, daha şimdiden buna itiraz edenler olduğunu biliyorum ama gerçek bu, tercih eden sizsiniz.
Kişisel gelişim mi, değişim mi, dönüşüm mü?
Bu idrak ile başladı yolculuğum, önce psikoloji alanındaki yaklaşımlar girdi hayatıma sonra diğer teknikler. Kişisel gelişim bu, boru değil.
Ortada uçuşan bir sürü teknik, bir sürü yazı, bir sürü insan hangisi doğruydu?
Hangisi beni büyütecek ve mutlu edecekti?
Bir de bir kavram kargaşası, kimi kişisel gelişim diyor, kimi dönüşüm, kimi gelişim. İnanmakta, değer vermekte zorluk çektiğim, öğrenmeye çalıştığım bu alanda bir de bu teknikler ve kavramlar epey oyaladı, karıştırdı beni.
Kavram kargaşasına sonunda bir çözüm buldum, aslında toplumu top gibi yuvarlak görmeyi bırakmamın etkisi olmuştu bunda.
Hayata ve bireyin gelişmesine evrimsel yaklaşıyorsanız buna “gelişim” diyebilirsiniz, bireyin mutlak bir iyi halde olduğunu unuttuğunu düşünüyorsanız buna “dönüşüm” diyebilirsiniz. Ben kişisel gelişim ve değişim demeyi daha çok seviyorum.
Değiştikçe, dönüşüyor ve gelişiyoruz. Birbirinden ayrı durum ya da olgular değil bunlar aksine birbirine bağlı hangisini vurgulamak istiyorsanız onu seçebilirsiniz.
En doğru teknik!
Kavramı oturtmuştum ama hangi teknikti doğru olan? En doğrusu hangisiydi?
Tekniklerin yöntemsel bir çok farkındalığı olmasına rağmen herkes için süper bir teknik olduğuna inanmıyorum, siz kendinizi en iyi hangisiyle rahat hissediyorsanız, size en uygun hangisinin olduğunu düşünüyorsanız, aklınıza hangisi yatıyorsa o sizin için en uygun, en iyi teknik ve çalışma biçimidir.
Hayat ve siz tek kale maç yapmıyorsunuz, bu yüzden futbol maçındaki teknikler gibi zihinsel kurgulamalarla seçmeyin, hangisi ilginizi çekiyorsa gidin deneyin.
Maçı kaybetmek yok, sadece sürekli oynamak ve keyif almak var.
Benim için burada tek bir kıstas var: hangi teknik olursa olsun bir süre sonra beni özgürleştirmeli. O teknik benim yol arkadaşım olabilmeli.
Hayat nefes alınan her an öğrenilen ve her döngüsünde yeni bir yüzüyle karşılaşılan bir yolculuk. Yolculuk sürdükçe takıldığım, tökezlediğim yerler oluyor.
Üç yaşımdayken takılıp düştüğümde annemi, babamı iyileşmek için arardım ama yirmi yaşıma geldiğimde düştüğümde yerden kalkmayı, yaramı temizlemeyi ve yürümeye devam etmeyi öğrenmiştim.
Bir teknik sizi bir başkasına bağımlı kılmadığı, bir süre sonra hayatınızda kullanabilecek yetkinliğe eriştiğiniz sürece makbuldur.
En yakın arkadaşımla konuşsam aynı etki olur!
Bu alanda yapılan çalışmalar size en yakın arkadaşınızla yapacağınız sohbetler de yakalayabileceğiniz farkındalıklar, bulabileceğiniz çözümlerin ücretli hali gibi geliyorsa yanılıyorsunuz.
Bu işi yapabilmek için güzel ve derinlikli eğitim alan bir sürü insan var ve bu işin profesyonelliği oldukça ustalık gerektiren bir alan. Bir arkadaşınızla yaptığınız sohbet genelde size onun doğrularından ve yaşam algısından gelen deneyimlerle çözüm sunar. Bu çözümler ise çok az yardım eder size, onun ayakkabısı sizi ya sıkar ya bol gelir. Her şeyden önce modelini bile seçmediğiniz bir ayakkabıyı niye giymek isteyesiniz?
Oysa, bir profesyonelle çalıştığınızda kendi iç dinamikleriniz ve değerleriniz, tecrübelerinizle çözümler bulursunuz ki, bu da size uzun vadede kalıcı yeterlilik ve huzur sağlar. Kendi modelini belirlediğiniz, hammaddesini seçtiğiniz size en uygun ayakkabıyı bulur ve emin adımlarla yürürsünüz.
Bu alanda yapılan bir çok çalışma size nihai olarak; duygusal, fiziksel, tinsel bütünlük ve denge sağlar. Bazen bu sonuç zaman alabilir ama ulaşacağınız iyi olma hali (well-being) için buna değer.
Bu üç alanda dengeyi yakaladığınızda kendi ritminizde hayatı da yakalar, hayata kanatlanırsınız. Aslında başka bir bakış açısıyla kendi ritminizi yakalamak, ritmi keyifli hale getirmek için atılan adımlar bütünüdür kişisel gelişim/değişim/dönüşüm çalışmaları.
Kişisel gelişim alanına en büyük dirençle yaklaşanlardan birisiydim herhalde. İnternette uçuşan bolluk bereket vaatleri, ruh eşi hikayeleri, iste gerçek olsun sözleri, mucizeler yaşadığını söyleyen insanlar beni ittikçe itiyordu.
Şimdi her gün yeni bir mucizeye uyanıyorum, biliyorum ki, varlığımın kendisi mucizenin kendisi ve her gün nefes alıyor olmak mucizenin kendisi.
Kendinize dönük çalıştıkça kendinizi tanıyacaksınız, taşıdığınız mükemmel denge ve uyumu fark ettikçe kendinize saygı duyacak, kendinizi derinden çok derinden gelen bir sevgiyle sarmalıyor olacaksınız. Tüm bunların sonunda o problem yaratan insanlar, önünüze çıkan engeller, umutsuzluklar, korkular, karamsarlıkların hepsi fasa fiso olacak.
Neden mi ? Çünkü son dönemde dillere pelesenk olmuş iki durumu alıyor olacaksınız hayatınıza:
Anı yaşamak ve akışta olmak.
Kendi farkındalığına ulaşan her birey sonunda sevgi, saygı, özgürlük içerisinde bir dünya yaratacak. Çünkü “dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”