26 Kasım 2021

Krizlerin ortasında varlığınızı sürdürmek nasıl mümkün olur?

Seçimlerimizi ve tercihlerimizi varlığımızı sürdürmek üzere yapmalıyız. Haklı tepkilerin en iyi biçimde ifade etmemiz gerekiyor. Bu varlığımızı sürdürmenin bir parçasıdır. Ama nasıl olacağına yine bizler karar vereceğiz.

“Mantığının eleştirdiğini, merhametinin savunmasına izin verme”
Akıl ve Tutku, Jane Austen

Jane Austen’a ait olan bu düşünceyi Instagram’da gezinirken gördüm. Sosyal medyadaki birçok paylaşım öyle göz ucuyla bakılıp geçilecekken bu sözü okuduğumda durdum.

Merhametin savunuculuğuna engel olmak. Çok katı görünüyor.  

Oysa biraz düşününce merhamet bile mantıklı tutarlı bir şekilde sunulduğunda iyi ve güzel olanın yaşamasına, büyüyüp gelişmesine izin veriyor.

Üzerine çok şey yazılabilir.  Bu cümle üzerinde biraz durunca yazarın kırk bir yaşında meme kanserinden öldüğünü hatırladım. Meme kanserlerinin çoğu hormonal yapıdan kaynaklanıyor. 

Sanırım insan en çok hormonlarından kaynaklı duyguların kontrolünde zorlanıyor.  Hormonların yarattığı duyguların etkisi altına girdiğimizde davranışlarımızda kaçma, saldırma, koruma biçiminde oluyor. 

Duygularımız, düşüncelerimiz ve davranışlarımız her zaman birbirine bağlı. Belirgin bir duygunun etkisi altına girdiğimizde belirgin düşünceler ve bakış açıları oluşturuyoruz. Devamında da düşünce tarzımıza bağlı davranışlar.

Bazı duygularımız ise bakış açımızdan kaynaklanıyor. Böyle bir durum içindeyken bakış açımızı değiştirdiğimizde davranışlarımız da duygularımız da değişiyor. Hormonların yarattığı duygusal davranışların etkisinden ise belirli ölçüde farkındalık ve bilme halimizi derinleştirerek çıkabiliriz.

İçinde bulunduğumuz dönem bunun farkında olmamızı gerektiriyor.

Duygulardan bahsettiğimizde zihinlerimizde sevgi, şefkat ve merhameti çağrıştırma ihtimali çok yüksek. Bu nedenle bir kez daha öfke, kin, korku gibi hislerin de birer duygu olduğunu hatırlamak da fayda var.

Ülkemizin ve direkt olarak bizlerin içinde bulunduğu durum ise bireysel olarak hormonlarımızı tetiklemekte.

Nasıl?

İnsanın en büyük korkusu ölüm korkusudur. Devamında varoluşa ait başka korkular gelir. Kabul edilmeme, tanınmama, onaylanmama, dışlanma gibi uzar gider liste.

Ölüm korkumuzu güvence altına almamızı günümüz koşullarında ve düzeninde para sağlıyor.

Para demek bizler için beslenmek, ısınmak, barınmak gibi temel yaşam koşullarımızı sağlamak demek. Uzun vadede gelecek garantisi demek. Bunları maniple etmek iktidar hırsının bir parçasıdır.

Varlığımızın kabul edilmesi ile ilgili korkularımızın güvencesini, haklarımızın sürdürülmesi ve tanınması sağlıyor.

Şöyle bir haftalık siyasi ve ekonomik gündeme baktığımızda tüm duygularımızın alaşağı edildiğini görebiliriz. Bu iktidar ya da muhalefet ayrımı olmadan yapılan bir iş oldu.

İki kardeş tetikleyici: Hellalleşme ve düşük faiz

İlk önce Kılıçdaroğlu çıktı ve konuştu. İnsanlar zaten pandemi yorgunu, enflasyonla ilgili kaygılıyken bir “helalleşme” çıktı ortaya. Hepimize dokundu, bazı insan gruplarına daha çok.

Bizim ülkemizin toprakları neredeyse her dönem katılık, haksızlık ve iktidar mücadelesinden kaynaklı acı ile beslenmiştir. Bence Anadolu’nun sözlü dili olsaydı en çok acıyı haykırırdı. Yakın tarihimiz, uzak tarihimiz ibresi farklı gruplara dönük baskı, yıldırma ve dışlama politikalarıyla doludur. Helalleşme çıkışı yaralarımızı, hırslarımızı zamansız kaşıdı. Bizleri daha da tedirgin etti.

Bir parça bunun üzerine düşünme fırsatı olmadan doların yükseltilişi ile ortaya çıkan bir sürü teori, yaşamsal problemler en başta bireysel kaygılarımızı devamında da toplumsal kaygılarımızı arttırdı. (Burada tekrar üzerinde duralım; doların ani yükselişi ifadesi doların sanki başına buyruk bir şekilde davrandığı izlenimi yaratıyor, oysa doğru ifade yükseltilişi olmalı.)

Bir kere bu korkular tetiklendiğinde hormonlar kaç ya da savaş tepkisi ile harekete geçiyor. Kaçacak bir yeriniz yoksa da savaşmak tek seçenek gibi duruyor. Tam bu noktada devreye öfke ve saldırganlık giriyor. Bu sokağa çıkmayın ya da çıkın minvalinde bir öğüt içeren yazı olma isteğinden çok uzak.

Toplumu oluşturan bireyler olarak öğütlerden, oyunlardan ve kaostan yorulduk. Bu yorgunluğun üzerinden gelebilmek için bireysel tercihlerimize odaklanmamız gerekiyor.

Herhangi bir seçim yaparken mutlak yanıtlamamız gereken soru:

Bu seçim uzun vadede benim hayatımı nasıl etkiler?

Kişisel hayatını kendin tetikleyebilir misin?

Tetiklenen durumların aslında bugüne kadar üstesinden gelmeyi başardığımız durumlar olduğunu bilmeliyiz. Şu anda burada nefes alıyorsak, yaşamın içindeysek bu korkuları yönetmeyi bildiğimizin farkında olalım. Korku üzerindeki baskı arttıkça etkisi de artar. Çok sıkıcı, çok zorlayıcı olsa da kontrol edebilirsiniz. Korkularınız ile yönetilmeyecek güçte bireyleriz. Sadece bunun farkında olacak bakış açıları geliştirmeye istekli olalım.

Gündem yazıları yazmaktan her zaman uzak duruyorum, bu sefer kendime koyduğum sınırı ilişkilerim, sosyal yaşamım ve gündelik akışım için aştım. Bu da zaten siyasi ya da ekonomik bir yazı değil. Bildiklerim arasında emin olduğum en temel şey; sistemin çözemeyeceği, varlığını sürdüremeyeceği hiçbir problem yaratmadığı. O her zaman içinde bulunan yönetici aktörleri ile belirgin bir program ve uzun vade hesaplarıyla ilerliyordur. Bu nedenle de ani, günlük dalgalanmaların her zaman bir geçiş sürecinin temsili olduğunu hatırlatırım kendime.

Kimsenin hayatı doksan dakikalık bir maçta gol atmaya çalışanların oyun sahası değil. Kendi hayatımıza, korkularımıza ve alanımıza saygılı olmak tetiklenen hormonsal duyguları daha kolay kontrol etmenizi sağlıyor.

Pandemi başladığında bu konuda çok acemiydik. Ama bugün bu konuda oldukça deneyimliyiz. Bu deneyimlerinizi kullanmaya açık davet olan bu dönemi iyi değerlendirebilirsiniz.

23 Kasım 2021 tarihli yazımın son cümlesini tekrar ederek bitirmek istiyorum:

“Son(u)bahar döngülere güvendiğinde hayat kucaklayacak seni yeşilliğiyle, maviliğiyle”

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye