23 Ağustos 2018

Kendini aşağılamanın, hor görmenin değeri ne?

Sahi, siz gerçekten kendinizi tanımış içinizdeki özü bulmuş olsaydınız, yaşamınızda nasıl olurdu?

Öylesine bıkmış, dolmuş ve bitmişiz ki, ben, ben diyen insanlardan... 

Öylesine yorulmuş, öylesine sıkılmışız ki, kendisini dev aynalarında görenlerden, ben, demeye utanır olmuşuz. 

Zeki olduğumuzu, mantıklı olduğumuzu, bazı alanlarda yetenekli olduğumuzu söylemekten hep çekinir olmuşuz. Bunun da adına mütevazilik diyerek, erdem saymışız. 

Mütevazi olmanın hayatınızdaki değeri ne? 

Yeteneklerinizi ortaya çıkarmamak, o yeteneklerle kendinize ve diğerlerine katkı sunmaktan daha mı yüksek? 

Kendi potansiyelinize ihanet etmenin hayatınıza katkısı ne? 

Biliyorum, bu yazıyı okuyan bir çok insan, ben de bunların hiç birisi yok, diyecek. Benim hiç bir yeteceğim, hiç bir artı özelliğim yok, bu yazının benimle ne ilgisi var, diyecek. 

Oysa bu yaradılışa aykırı, oysa bu o spermin yumurtayı döllerken geçtiği yarışa aykırı, oysa bu doğal seleksiyona uğramadan bu yaşa kadar gelmiş olmanıza aykırı, ama bunları hiç düşünmüyoruz, değil mi?

Siz, bugün, olduğunuz yaşta, bir yeteneğiniz, insanlığa sunacak bir katkınız olmadığını düşünüyorsanız, tam bir kara büyünün ortasındasınız demektir. 

Hani, aileniz desteklememiş, eğitiminiz de eksik kalınmış filan gibi teorik söylemleri bir bırakalım. Bence, bu teoriler de çoğu zaman bizi uyutuyorlar. 

Tüm bunlardan azade, siz sadece kendinizle tanışmamasınız derim. 

Kendinize inanmamış olabilirsiniz. 

Kendinize güvenmemiş olabilirsiniz. 

Bunların hepsinden öte de ise, kendinizi gerçekten hiç tanımamış olmanız çok yüksek. 

Yazının bu kısmında gülümsedim, buraya kadar okuyan bir çok kişi, bu kadın yine ne yazıyor, ben kendimi tanıyorum, diyecek. Alıştım artık. 

Kendinizi tanımak demek, ne demek? 

Hangi yemeği sevdiğiniz, hangi markaya takıntılı olduğunuz, hangi işi yaptığınız, hangi kazanca odaklandığınız, aşkta ne aradığınız, kahve mi içerek mutlu olduğunuz yoksa çayı mı daha çok sevdiğiniz, spor yapmayı sevip sevmemeniz gibi hiç kimseye bir katkısı olmayan tercihlerinizden bahsetmiyorum. 

Yanınızdaki karşı cinsin nasıl olması gerektiği, ailenize nasıl davranmayı seçtiğiniz, insanlara saygı göstermeniz gibi sunuş biçimleri ile kendinizi tanıyor sanmanızdan da bahsetmiyorum. 

Bunun da ötesi, korkularınızın esiri olup koyduğunuz sınırlardan, takıntılarınızın, rekabet güdüsü ve öğretisiyle geçmeye çalıştığınız insanları geçmeyi başarı saymanızdan da bahsetmiyorum. 

Tüm bunların ötesindeki sizden bahsediyorum.

Çoğunluğun bugüne kadar hiç buluşmadığı, o derindeki cevherden bahsediyorum. 

Sahi, siz gerçekten kendinizi tanımış içinizdeki özü bulmuş olsaydınız, yaşamınızda nasıl olurdu?

Büyük bir pişmanlık mı? Bugüne kadar yaşamış olduğunuz her şeyin, hiç birinin size hitap etmediğini mi düşünürdünüz? Boşa geçmiş bir ömür… Oysa, o özü bulmadıkça her saniyeniz boşa geçiyor, geçmeye devam edecek. 

Çok büyük bir korku mu? Aman, ben şimdi bu enerji patlaması ile ne yapacağım, sorusu sizi dağıtır mı yoksa? Oysa, o enerjiyi içinizde tuttukça, daha çok patlama yaratıp, bedeninizde bir sürü hastalık yaratıyorsunuz. 

Biz sanıyoruz ki, bir şeyler zor oluyorsa, sıklıkla yolundan çıkıyorsa, orada bir problem var ve biz yanlış yapıyoruz. Aslında, gerçek bundan farklı, bazı şeyler zor olabilir, zor olması normaldir. Zorluklardan korkup kaçmak, potansiyelinizden uzaklaşmak demektir. 

Zorlukların olmadığı bir hayat, ortalama ve vasat bir hayattır. Bunu cebe koymadıkça, kendinize dair ne varsa ortaya çıkarmak imkansızlaşıyor. 

Geçen gün bir danışanımla konuşurken, sizin özgüveniniz yüksek, dedim. İlk tepkisi, hayır, oldu. Tesadüf ki, o gün saklanmak ve ortaya çıkmamak hakkında konuşuyorduk. 

Özgüveniniz yüksek olduğunu kabul etseydiniz, ne yapardınız, diye sordum.

Saklanmazdım, dedi. -

Sizin kaç maskesiniz var? Kendinizi saklamak, özünüzü ortaya çıkarmamak için kaç maske takıyorsunuz? 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye

"
"