04 Eylül 2021

Hain bir öykü bu; düşünün katilini anlatıyor

İnsan neler anlar bu hayatta, neler düşünür, nelere kanar da sonra gerçek ortaya çıkınca kalbi kanar. Kanayan kalbin suçlusu kim? Kanatan mı? Yanlış anlayan mı?

Arayışın uzanmış boylu boyunca. Geziyor ortalıkta; çırılçıplak. Aradıkça kaybediyorsun. Aradıkça mutsuzlaşıyorsun. Aradıkça zihnin karışıyor, düşüncelerin uçuşuyor.

Belki, belki bulurum, diyorsun. Hep daha çok olsun, hep daha iyi olsun, belki de en güzeli olsun istiyorsun. Olmuyor.

Ne zaman bir dal bulup tutunsan ya elinde kalıyor ya uzanamıyorsun.

Zorluyorsun. Her şeyi tek tek zorluyorsun. Yaşayacak gücü yok gibisin. Terk edilmişsin gibi bitkin, yılgın bir hayatın içinde dönüp duruyorsun. Ne zaman uyanacaksın?

Elini neye uzatsan yarım kalıyor. Çoğu zaman uzatmaya isteğin bile olmuyor. Yoksunluk içinde geçmiş bir ömrü kâğıt paralar tamamlayamıyor. Bir yerde, bir şeyde bir eksiklik var, diyorsun.

Tamamlanması gereken bir şeyler var hayatında. Dört yanı dalgın, unutkan bir eksiklik duygusu sarıyor sarmalıyor her yerini her anını.

Eksik olan şeyin ne olduğunu dahi bulamıyorsun. Nerede olursan ol, kiminle konuşursan konuş bir boşluk geziyor içinde.

Delirtecek bu his seni: Eksik olan ne? Yarım kalan ne? Tamamlayamadığın yapmayı unuttuğun ne? Bir türlü bulamıyorsun.

Dikkatin hep dışarıya akıyor. Hep bir şey var bulunacak, alınacak, yapılacak. Sen neredesin?

Dünde yarım bir iş mi bıraktın acaba? Tamamlamayı unuttuğun bir şey mi var?

Ah, birini mi ihmal ettin? Birini mi araman gerekiyordu acaba?

Yok, yok, yok. Ajandaları karıştırsan, notlarına baksan, zihnini zorlasan da eksik kalan şeyin ne olduğunu bir türlü bulamıyorsun.

Şöyle bir dışarı çıkıp dolaşsan, belki biraz açılırsın, iyi gelir sana. Haydi, kalk gidelim, dolaşalım bakalım.

Burnunu sokağa çıkardığında üzerine geliyor; insanlar, arabalar, yollar, kuşlar, kediler, köpekler.

Herkesde her şeyde bir kusur var. Katlanılmıyor bu dünyaya, bu insanlara.

Bir şiirden şarkı giriyor zihnine “Başka türlü bir şey benim istediğim/ ne ağaca benzer, ne de buluta/ burası gibi değil gideceğim memleket/ denizi ayrı deniz, / havası ayrı hava…”

Bir coşku beliriyor içinde, bir yenilik bir heyecan duygusu sarıyor bedeni.

Şair yazdıysa bu dizeleri, bir bildiği vardır elbet diyorsun. Demek ki, daha iyi daha güzel bir hayat mümkün. Oysa şairin şiirini neden ve neye yazdığından habersizsin. Onunla ilgilenmiyorsun, sen kendine kalacak olanın peşindesin.

Olsun, umut serpti ya içine o zaman neden yazdığı hiç önemli değil. Senin ne anladığın önemli. Öyle mi gerçekten?

İnsan neler anlar bu hayatta, neler düşünür, nelere kanar da sonra gerçek ortaya çıkınca kalbi kanar. Kanayan kalbin suçlusu kim? Kanatan mı? Yanlış anlayan mı? Şimdi bu tuttuğun yasın kaynağı kimdir, nedir? Bir baksan kendine, bir görmeye niyet etsen. O çok övünenlerin dış yüzünü bir aralasan, ah bir görsen onların içlerini, sana verecek bir şeyleri yok onların. Onlar kendi yoksunluklarını örtmekteler her an her saniye. Onlar korkuyorlar ama, senin de cesaretin yok değil mi?

Ya onlardan daha güçlü isen ya daha iyi isen neler olur o zaman hayatında? Neler yapman gerekir? Hangi sorumluluklar seni bekliyor olabilir? Cesaretin yok değil mi?

Sen de korkuyorsun, gücünü bilirsen onlar gibi olup ezersin diye korkuyorsun. Oysa tercihtir bu, gücünün yöneticisi de, hayatının yöneticisi de sensin bir hatırlasan keşke.

O zaman kim sever ki seni? Bunca zaman yanlarında kaldıkların terk eder seni, biliyorsun çünkü sen de onların içlerini. Susuyorsun işte, öylece. Susuyorsun, kendi dünyanı kurabileceğinden emin değilsin hâlâ!

Onlar güçlü, onlar başarılı, onlar özel. Tamam ben de anladım. Sen yine de bir dur düşün istersen, belki de sen onlardan daha aydınlık, daha ferahsın.

Yok canım olur mu? Onlar zeki, onlar yetenekli, onlar başarılı. Sen nereden bilecek, görecek, onların seviyesine ereceksin de aklındaki söyleyeceksin! Kim öğretti sana bunları, kim inandırdı seni bunlara?

Ah be canım, çok mu kırıldı kalbin. Yazık sana, gerçekten yazık. Sev beni, kabul et beni diyen dilinin önceliği sevebiliyorum, sizi görüyorum, biliyorum olabilseydi o zaman incinmezdi ne düşlerin ne gerçeklerin. O zaman isteksizlik gelmezdi sabahın köründe avuçlarına.

Belki çırılçıplak arayışın isteksizlikle uzanmazdı yeni güne, belki yorgun sabahlara uyanmazdı gözlerin. Evet, haklısın, belki yeni güne çok sevinçle başlayamazdın belki biraz mahmur biraz kırgın olurdun ama yine de esenlikle, inançla, cesaretle uyanırdın. O düşlerine bir saygı duruşu içinde kalabilseydin, bir bando geçirebilseydin hayallerinin en ıssız sokaklarından, belki üzülmezdin bu kadar çok.

O zaman çekip gitmek için çırpınmazdı düşüncelerin. Yanındakilere katlanmak zorunda kalmazdın, severdin istediğini doyasıya bitimsiz…

Evet, hayat bu, çok mükemmel değil. Evet, insanlar çok iyi değil. Evet, aksilik çok, terslik çok, haksızlık çok ama senin içinde ne var ne yok? Nefes aldıkça genişliyor mu göğsün? Yoksa için daralıyor, sıkışıyor mu? Temiz bir nefes neden sıkıştırır göğsü düşündün mü hiç?

Haydi dök içindeki kiri pası. Haydi, derin bir nefes içinde uzansın, yayılsın kalbine. Herkesin nefes almaya hakkı var. Bu dünyada herkesin temizlenmeye, arınmaya hakkı var.

Bir gönle girmeye, ömrünü uzatan bir sevdaya hakkın var elbet. En aciz, en güçsüz gördüğün yanlarına rağmen içindeki masumiyeti ve ondan gelen gücü bulduysan sevdaya da kavgaya da hakkın var elbet.

Yazarın Diğer Yazıları

Yetişkinlikte mutlu ve özgür olmanın yolu nedir?

Yolunda gitmeyen durumlara neden olan yaklaşımları bulup onları daha anlamlı, daha yaşanabilir biçimde yaşamımıza yerleştirdiğimizde var olana katkı sunmuş, üretken bir kimliğin içine girmiş oluyoruz. Buna ise yetişkinlik deniyor

En az üç çocuk ve ekonomik kriz

İktidara duyulan güven ve onun teşvikleri ile üç ve daha fazla çocuk doğurmuş aileler için krizin boyutları çok daha ağır hissediliyor

Düş görenleri uyandırma zamanı geldiyse açılsın perde

Belki de olması gereken bir hikâyenin parçalarını tamamlıyoruz hep beraber, bir şey ya da biri eksik kalsa bozulacak hikâye

"
"