Epey önceydi. Tiyatro çalışmalarına katılıyordum. Hepsi de çok keyifli, zamanın su gibi aktığı çalışmalar, eğitimlerdi.
Çok sağlıklı diye vurgulanan diyafram nefesini, tiyatroya borçluyum. Hissederek konuşmayı, anlatmayı, tonlamaları, vurgulamaları iyi yapmayı tiyatroya borçluyum.
Bedenimi taşımayı, beden dilini ilk tiyatroda öğrenmeye başladım.
Hayatın bir sahne olduğunu da orada öğrenmeye başlamıştım.
Bunların yanında, öğrendiğim bir şey daha var. Oyuncular arası güven çalışması yapılırdı. Sahnede iyi iş çıkarabilmenin, oyunun hakkını vermenin tek başına değil, oyuncu arkadaşlarına güvenmekle yapılabileceği anlatılırdı.
Bu bir drama çalışması gibiydi. Arkanı dönüyorsun, gözlerin kapalı arkanda duran arkadaşına doğru bırakıyorsun kendini. Sırt üstü, en güvensiz hissettiğimiz alan, sırtımız, arkamız. Hep kollarız ya, bu sefer güveniyoruz, bırakıyoruz.
Ya tutmazlarsa? Tutamazlarsa? Yok öyle bir ihtimal, bırakacaksın.
Çoğu kişi bırakmakta zorlanır, ben de zorlanırdım. Herkes genelde aynı kaygı içindedir: ya tutamazsa, taşıyamazsa.
Herkes bilir, bir diğerinin onu tutmaya çalışacağını ama ya tutamazsa. Sadece bu düşünce bile bırakmaya engel oluyordu. Denemeden, bilmeden, bir ihtimale bağlı kalarak, kendine güvenin, dostluğun, birlikteliğin sıcaklığın kollarına bırakmakta zorlanıyorduk.
Yıllar geçti, spiritüel eğitimlerin birinde, Melek Yürüyüşü diye bir çalışma yaptık. Benzer bir çalışmaydı. Çalışmada bulunan kişiler karşılıklı sıra oluyorlar, insanlardan oluşmuş bir koridor yani. Gözlerinizi kapatıyorsunuz ve koridorun başından bırakıyorsunuz kendinizi. Koridoru oluşturan insanlar sizi döndürerek, ittirerek ilerletiyor, ve her biri kulağınıza melek sözleri fısıldıyor: “çok güzelsin”, “seni seviyorum”, “harikasın”, “çok özelsin”.
Bu çalışmada da, herkes biraz tedirgin bıraktı kendini başta, bırakamayanlar oldu, koridorun ortasına doğru hepimiz rahatlıyorduk. Bir kuş tüyü gibi süzülerek sona ulaşıyordu herkes.
Sona gelen, sıranın sonuna geçip onun gibi gelene fısıldıyor melek sözlerini. Müthiş bir çalışmaydı, hiç bitmesin istediğimiz.
İkisi arasında tek ortak nokta vardı; güven, güvenebilmek.
İkisi arasında bir kaç fark var; birinde tek bir insanın gücüne güveniyorsunuz, diğerinde topluluğa.
Birinde başınıza gelecek olanların sadece bir insanın gücüyle sınırlı olduğunu biliyorsunuz, ne geleceğini tahmin ediyorsunuz, diğerinde koskoca bir insan topluluğuna güveniyorsunuz, onların her birinden gelecek inanılmaz güzellikte sözlere teslim oluyorsunuz, birisi taşımasa, diğeri taşır diyorsunuz.
Birisi düşürse, öteki kaldırır diyorsunuz.
Birinde sadece düşmeyeceğinize inanarak bırakıyorsunuz kendinizi, diğerinde hem düşmeyeceğinize inanıyorsunuz hem de harika sözler duyacağınıza.
Güvensek de mi koşsak, savaşsak da mı koşsak?
Bu da nefes koçluk eğitiminde yapılan bir çalışmaydı. Yine insanlar iki sıra oluşturarak insandan koridor oluşturmuşlardı. Ellerini karşılıklı tutmuşlar. Yol kapalı anlayacağınız. Geçiş yok.
Oyunun kuralı şu: siz koşturmaya başlıyorsunuz uzaktan, koridora girdiğinizde herkes elini siz tam çarpacakken açıyor ve sonunda sizi bekleyen kocaman iki kola sarılıyorsunuz, kucaklaşıyorsunuz.
Koştururken ne oluyor biliyor musunuz? Her bir tutuşmuş ele çarpacağınızı sanıyorsunuz, genelde çığlık atarak koşturulur, stres yaratıyor çünkü. Bittiğinde kendinizi inanılmaz güçlü hissediyorsunuz, başarmış olduğunuzu hissediyorsunuz.
Diğerlerinden farkı ne?
Bir insan seline karşı, onlara güvenerek koşturuyorsunuz. Diğerlerine güvenirken aynı zamanda korkuyorsunuz. Ya çarparsam?
Bu korkuya inat, kendi gücünüze güven var. “Çarparsam, açar geçerim” diyorsunuz.
Sonunda sevgiye, desteğe, başarıya kavuşuyorsunuz ama zorlanarak, korkarak. Vücudunuzda hala stresin izi varken sarılıyorsunuz sizi bekleyene.
Sonra sıranın sonuna geçip oyuna katılıyorsunuz. Size yapılanı bir başkasına yapıyorsunuz. İyi mi?
Bu da, diğerleri gibi güven duygusu barındırıyor içinde ama, biraz farklı. İki yönlü güven, ağırlık kendinize güvenmekte. Biraz savaşçı, biraz hesapçı bir güven.
Güvenmek deyip geçmeyelim; türü var, yolu var, grubu var, tek kişiliği var, çoklusu var.
Benim en çok sevdiğim ikinci çalışmaydı. Güven, şefkat, koruyuculuk ve sevgi ile işlenmiş, yücelten bir yol benim için hayat. Bu yüzden ikincisi benim favorim.
Bolluk ve nimet dolu evrende her şeyin türlüsü var.
Siz hayatınıza güveni nasıl almak istersiniz?
www.canhayatakademisi.com