Tüm dünyada olup olmadığını bilmem ama ülkemizde kuşaklar arası çatışma giderek artıyor. Toplumsal kaygı ve endişenin çok yüksek olması ile çatışmalı alanlar gençlerin dünyasına da sızıyor.
Çatışmalardan arda kalan ise bilinçlerdeki kopukluk ve ayrılık tohumları oluyor. Bilinçteki ayrılık beraberinde birbirinden kopuk yaşamları getiriyor.
Buna yol açan en etkili araçlar ise geleneksel toplum yapısına ait örüntüler ve eğitim sisteminin öğrenme dinamiklerinden kopuk olması.
İlk olarak geleneksel toplum yapısı her zaman için koruyucudur. Bu koruyuculuk ebeveyn-çocuk ilişkisinin içine de girer. Ebeveyn sürekli çocuğunu denetleyen, yolunu çizen ve onun sınırlarını ihlal eden kişi haline dönüşür. Sınır ihlalleri karşılığında savunmayı getirir. Bu çok basit ve anlaşılır bir yaşantı.
Ebeveyn koruyucu davranışları içerisinde sürekli çocuğuna hayatla ilgili, toplumla ilgili, kişisel yaşantı ile ilgili bilgilerini aktarır. Çocuğun bir şekilde kendi devamı olmasını sağlar. Bu hem biraz ego tatminidir hem biraz kendi yaşam sürecindeki eksiklikleri, hataları görmeme isteğidir.
Koruyucu ebeveyn yapısı o kadar geniş bir alana yayılabilir ki, kendi istek ve doğruları ile yaşamayan genç dışlanır, değersizleştirilir ve görmezden gelinir. Onun kendine ait bir potansiyeli, kendine ait karakteri yokmuş gibi davranılır.
Atlanan nedir?
İletişim kurmak, anlamaya ve anlatmaya açık olmak. Değerlerin karşılıklı beslenerek ilerleyebileceğini farkında olmak. Unutulan bu dinamikler gencin aktif olarak değerleri yaşayan ve yaşatan birey olmasının önüne geçiyor.
İkinci olarak eğitim sisteminin başarıya odaklı olması yine katı ve zorunluluklar içinde geçen bir öğrenme sürecine zemini oluyor. Ülkemizde çok uzun yıllardır başarı odaklı olan eğitim gençlerin bilinçlerini açan, sorgulamasına, düşünmesine izin vermeyen müfredat içerikleri ve eğitim programı ile kurulu.
Yıllarca yazılıp üzerine tartışılan eğitim konusu hep ezberci olduğu için eleştirildi. Kimse ezberciliğin öğrenme ile ilgisinin ne olduğu üzerinde durmadı, açıklamadı. Öğrenme refleksinin nasıl canlı tutulabileceği ile ilgili yaygın projeler geliştirilmedi. Tüm bunlar eğitim sistemi ve okullar ile ilgili tartışmaların da yüzeysel kalmasına neden oldu.
Gençlerin sadece verileni alması, kabul etmesi ve öğrendiğinin göstergesi olarak her zaman sınavlardaki başarılar kullanılıyor. Bu ise orta sınıf aile yapının ekonomik kaygılarla çocuğunu buna uyum göstermesi için zorlaması ile sonuçlanıyor.
Sonunda bir bilgisayar gibi tüm bilgiyi beynine işleyen çocuk bir yazıcı gibi sınavlarda bu çıktısını ne kadar eksiksiz verebilirse o kadar başarılı oluyor. Sadece bilgiye dayalı eğitim sistemi ile yoruma kapalı, aldığını içselleştirip hayata katamayan, sistem aktarımını ve sürmesine aracı olan yetişkinler ordusu kuruluyor. Bunlar da çok güzel ara çalışanlar oluyor. “Bir mesleği olsun da hayatı kurtulsun” düşüncesi kendine vücut bulmuş oluyor.
Değerler öğretiminin eğitim sistemi ile ne ilgisi var?
Bir değerin yaşatılabilmesi, sürdürülebilmesi için gerekli olan iki temel unsur var.
İlki, o değerin neden değerli olduğunun bilincinde olmak.
Bu ancak karşılıklı konuşmalarla, düşüncelerin karşılıklı ifadesi ve saygılı bir şekilde değerlendirilmesi ve ortaklaşması ile mümkün. Genç kendisine aktarılmak istenilen değerin neden yaşatılabilecek olduğunun farkında olmalı. Kavramalı, kendi bilincinin katkısını sunabilmeli.
İkincisi, değeri yaşamın bir parçası haline getirmek.
Genç sürdürmesi beklenilen değerlerin kendi yaşamında işlevsel olarak yaşanabilir olduğunu deneyimlemesi gerekiyor. Ancak o zaman o değeri yanına alarak yaşam yolculuğuna devam edebilir. Bunun dışındaki her türlü öğreti bir süre sonra bırakılacaktır.
Değerleri hiç sorgulamadan almış, kabul etmiş olan yetişkinlerin yarattığı bir toplum yapısı baskıcı, yozlaştırıcı ve uzaklaştırıcıdır.
Bu toplum yapısı ve sistem içerisinde gençlerin kendilerini değerli ve önemli hissetmesi, katkı sunmasını beklemesi, yapıyı sürdürmeye istekli olmasının beklenmesi boş bir hayalden başka bir şey değil.
Ve ne yazık ki, bu sadece sistem, iktidar sorunu değildir. Aileden, çalışma hayatına, iş yerlerine kadar değerlerin katkı sunularak ilerletilmesine izin verilmedikçe, dayatmacı ve baskıcı anlayış devam ettikçe kurumlar kendi içlerinde bozularak, dağılmaya doğru ilerleyecektir.
Ve bugün için, pandeminin tüm risklerine rağmen zorla yüz yüze eğitime devam ettirilmeye zorlanan gençler kendilerini toplum ve toplumun geleceği için değerli ve özel hissediyorlar mı?