Hayatınızda en çok kimleri seviyorsunuz?
En çok ama en çok sevdiğiniz, gözünüzden bile sakındığınız kişiler kimler?
Başına kötü bir şey gelmesin, hep mutlu olsun istediğiniz kişilerden bahsediyorum. Hani şu saç teline zarar geldiğinde içinizin cız ettiği, bir kaç damla gözyaşı akıttığında kalbinizin un ufak olduğu sevdiklerinizden bahsediyorum.
Hepimiz için birisi ya da birileri var, eminim. Bazen o kişiler için hayatımızın yönünü bile değiştiriyoruz, çünkü biz o insanların mutlu olmasını çok istiyoruz, gerekirse biz olmayalım onlar mutlu olsun diyoruz.
Kendi mutluluğunuzdan vazgeçmeye kadar gidebildiğiniz bu kişilerin nasıl mutlu olmasını isterdiniz?
Hepimizin kendimize has bir mutluluk reçetesi var.
O reçeteler var ya, ah, o reçeteler…
Sevdiklerimizin mutsuzluğuna bile neden olabiliyor.
Ne yazık ki, mutluluk formülü tek değil. Ne yazık ki, hepimiz aynı şeyleri yaparak mutlu olmuyoruz. Kimimiz rüzgar sörfü yaptığında mutlu oluyor, kimimiz evinde dantel yaptığında. Bir diğerinin ötekinden üstün mutluluk hissi uyandırdığını nereden bilebiliriz?
Mutluluk dediğimiz şey yaptığımız bir şeyden haz almak ise, kimin neden, ne kadar haz alacağını bilebilir miyiz? “Ben onu çok iyi tanıyorum ama, nasıl mutlu olacağını biliyorum” diyorsanız, çok iddialı derim. Diğerini ancak kendi bakış açımız kadar algılayabiliyoruz.
Ayrıca, kimseyi mutlu etmek zorunda da değiliz. Sevdiklerimi mutlu etmeliyim inancınız varsa, bu size epey ağır sorumluluklar yükler. O inanç var ya, sizi sizden alır, hayatınızı çıkmazlara sokar.
Belki çok aykırı gelecek ama, mutluluk için sorumlu olduğunuz tek kişi kendinizsiniz. Kendinizi mutlu ettikçe sevdiklerinize neşe, sevgi ve mutluluk yayabilirsiniz.
Çok sevdiğiniz birine:
“Sana harika pişirilmiş, zeytinyağlı fasulye ikram edeceğim, tadına bayılacaksın, yediğinin zaman inanılmaz keyif alacaksın” diyorsunuz.
O da bekliyor ki, tabakta zeytinyağlı fasulye olacak. Belki hiç zeytinyağlı fasulye yememiş, yiyip keyif alacağına dair bir beklentiye girdi. Masada ağzı sulanarak bekliyor.
Gidip dolabı açtınız ama zeytinyağlı fasulye yok. Dolapta etli kuru fasulye varmış. Siz ona bu fasulyeyi verip, “Bununla da mutlu ol bakalım, insan her koşulda her şeyle mutlu olabilir" diyorsunuz.
O kişi şimdi nasıl mutlu olsun? Bir kere bağlanmış zeytinyağlı fasulyeye, hayalini kurmuş. Kuru fasulye onu mutlu edecekse bile edemeyecek artık, etse bile o hep zeytinyağlı fasulyenin keyfinin nasıl olduğunu düşleyecek. Bunlar bir kenara size olan güveni sarsılmış artık, bundan sonraki her mutlu etme girişiminiz engellere takılacak.
Haydi diyelim, zeytinyağlı fasulye de vardı, verdiniz, yedi, beğenmedi. “Bu fasulye ne biçim bir şey, ıyyy, bir daha ağzıma sürmem” dedi. Şimdi siz kendiniz nasıl hissettiniz? Kendinizi mutlu eden bir şeyin bir başkası tarafından böyle aşağılanması size neler hissettirir?
Kendi mutluluğunuzu da baltaladınız, afiyet olsun.
Birilerinin “ama mutluluk paylaşmaktır” dediğini duyar gibiyim. Mutluluk paylaşmaktır, ama neyi? Kaynağı mı, sonucu mu?
İlla ki sizi mutlu eden bir şeyi paylaşmak istiyorsanız: “Zeytinyağlı fasulyenin çok güzel olduğunu düşünüyorum, denemek ister misin?” diye sorsanız, nasıl olur?
O çok sevdiklerinizi mutlu etmek istiyorsanız özgür bırakın, onlara seçim hakkı tanıyın. Onlara deneyim hakkı tanıyın. Onların kendi kişiliklerini ve potansiyellerini ortaya çıkarmaları için, hayatı öğrenmeleri için özgür bırakın, tercihlerine saygı duyun.
Evet, belki biraz üzülecekler, belki hata yapacaklar ama bunların hepsi reçetelenmiş bir hayatın içine sıkışıp kalmalarından iyidir. Su akar yatağını bulur.
Siz kendinizi mutlu ettikçe, mutluluğunuz yayılacak ve onlar size soracaklar “Nasıl mutlu oluyorsun?” ,”Ne yapıyorsun da bu kadar mutlu olabiliyorsun?”
Bir Kızılderili demiş ki;
“Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz.”
www.canhayatakademisi.com