Bir yaprak süzülüyor. Minik, sarımtırak. Damarları hala yeşil bir yaprak hafifçe süzülüyor. Ardından bir yaprak daha, sıradan olağan bir günde. Böylece tek tek ama hep beraber salıyorlar kendilerini tutundukları, beslendikleri kollardan toprağa doğru.
Bir yaprak süzülüyor. Yanına bir yaprak daha geliyor. Rüzgârın usul salınımıyla başlıyor vals. Döne döne iniyorlar birbirlerinin etrafında. Toprağa doğru…
Bir yaprak süzülüyor, bir yaprak daha ve bir yaprak daha… Rüzgârın yarattığı salınımla keşmekeş bir dağınıklık içindeler. Birbirlerinden hiç haberleri yok gibi, hiç tanımıyorlar gibi dağılıyorlar gökyüzünün boşluğuna. Her biri başı boşlukta yükseliyor gökyüzüne doğru ve rüzgâr biraz sakinleştiğinde yüzlerini aşağıya dönecekler. Toprağa doğru…
Şimdi uçuşuyor ya düşlerin, henüz toprağa dönük değilsin sen daha. Başın bulutlarda, ayakların topraktan uzakta çünkü birden düşüyor aklına, birden çarpıyor kalbin hızla. Savuruyor sonra seni rüzgâr. Havalandırıyor göğe doğru, uçan kuşa benziyorsun, kanatsız uçabilen kuşa…
Şimdi mevsim dönüyor ya hazana, senin içinde yükseliyor bir şeyler, uzun zamandır yok saydıkların uçuşuyor ulu orta. Bazen bir şarkı patlıyor dudaklarında bazen bir gülüş anlamsız sebepsiz. Hiç nedensiz mutluluğa dönüyor aklın. Mesela masanın başında otururken hiç nedensiz fırlıyorsun ayağa. Şaşırarak yaptığına... İşte sırf bundan ötürü kışa bırakma seni sebepsiz hareket ettireni. Hazır rüzgâr uçuştururken düşlerini takıl git peşine. Korkma, rüzgârla dans edebilirsin, kutlayabilirsin sebepsiz zamansız bir şeyleri.
Şimdi ıslanmak için yağmur tanelerini bekliyorsun ya, temizliği, saflığı, duruluğu özlüyor ya kalbin. Ulaşacağını biliyorsun çok yakında, ama yine de bekletme içindekini, herkesten gizlediğini. Kışın bir kedi gibi kıvrılabilmek, dolaşabilmek için sıcaklığın içinde şimdiden hareket geçmeli. Belki yağmurdan önce gelir kış. Sen yağıyormuş gibi yaşasana.
Hazır şimdi büklüm büklüm dönebiliyorsun, hazır şimdi rüzgâr seni ittiriyor sonsuz bir iklimin içine direnme, kır zincirlerini.
Hiç durmayan deli bozgunların arasında bir limana girip sakinleşebilirken erteleme seni neşelendireni. Gece rüyalarına apansız girip gerçekle düşü birbirine geçireni ezip geçme, yok etme daha fazla en savunmasız anında ortaya çıkan iyiliği güzelliği. Gerçeğini gördüğünü başkalarının kelimelerine mahkûm etme.
Dışarısı fırtına boran iken, donuk bir iklim nefes aldırmazken dağ gibi durabildiysen inançla, azalırken çoğaldıysan yalnızlığında şimdi yaşamak en çok senin işin.
Rüzgâr hiç esmiyor, hiç nefes alamıyor, hiç dans edemiyor, hiç gülemiyorken bile ellerin kolların hiç durmadan işlediyse, inançla sustuysan şimdi artık konuşmak en çok senin işin.
Hiç yaprağın kalmamış, dalların üşüyorken zorbalıkla yüklenip kırdılarsa ve sen kırılan dallarını beslemek için ince sığ bir nefesle yetinebildiysen hazanın geçmesini bekleme.
Zamansız açtıysan hesap defterlerini, geçmişi yad etmek yerine küçüklüğünü, bilmezliğin görüp yüzleştiysen şimdi senin zamanın.
Küçüklüğünü, bilmezliğini sevgi ile örüp gizlemeden dökebildiysen ulu orta şahken şahbaz olanların sofrasına zaman senin zamanın. Yenilme, yok edilme korkuna rağmen oturabildiysen şahların sofralarına, hayat senin hayatın.
Azimle tomurcuklandığında bir Nisan sabahı tomurcukların dolu tanelerine teslim olduysa, yaz ardı sıra yalnızlık, çaresizlik ile kavurduysa bedenini, inleyecek ses dahi olamadıysan, bu hazan senindir. Bu hazan seni kışa taşıyacak ve ardı sıra gerçek baharlara açılacak kapılar. Hazanı es geçme, bazı tohumlar hazanda filizlenir, hatırla.
Bekletme daha fazla yarım gülüşleri yarım kalmış arzuları, görmekten korkup kaçtıklarını erteleme.
Kuşlar göç ederken, yapraklar süzülürken, ağaçlar yalnızlığa soyunup çırılçıplak gelecek kışı beklerken ve insanlar gelip geçerken hayatından kalbini sevmelisin, sarmalamalısın. O senin en yüce gerçeğin.
Belli ki, kış soğuk olacak. Erteleme hazanı, erteleme dudaklarını zamansız tebessüme boğanı, erteleme sana aniden şarkıları hatırlatanı.