"Bir günün pervasızlığı ertesi günün iddianamesi olabilir; çok örnek var" diyor Dr. Murat Sevinç, Diken'deki son yazısında.
Bu dönem pervasızlarının yargılanacağı günü henüz bilmesek de Sevinç haklı.
Konu, "Barış İmzacısı" olarak anılan ve sekiz yıl önce üniversitelerden OHAL KHK'lerine dayanılarak ihraç edilen akademisyenlere yaşatılan hukuksuzluk. Üstelik yıllar sonra gelen Anayasa Mahkemesi kararına rağmen bitmek bilmeyen, her gün yeni bir sayfanın eklendiği katmerli bir hukuksuzluk.
("Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı bildiri toplamda 2200 akademisyeni ilgilendiriyor. İmza sahiplerinden 406'sı ihraç edilmişti.)
Bu hukuksuzluğu "sivil ölüm" diye Nazi hukukundan ödünç alınan kavramla anabilenlerin olduğu, "Ağaç kökü yesinler" diyen iktidar partilinin milletvekili seçilebildiği bir ülkede yaşayan akademisyenler var ya hani, onlardan söz ediyorum.
"Bir ülkede yaşayan" dedim ama ihraç edilen akademisyenlerin bir bölümü, yurt dışı yasakları kalkınca başka ülkelerde iş bulup gittiler çoktan.
Çizgi: Tan Oral
* * *
Doğrusu, 15 Temmuz darbe girişimi, "fırsat"a dönüştürülerek üniversite öğretim üyelerine yaşatılan bu hukuksuzluk, -hukuksal süreçlerin çoğu gibi- karmaşık.
Ve evet, konunun kavranabilmesi, belki biraz dikkat, biraz da zaman istiyor.
Ama galiba tam da böyle olduğu için iktidarın canına minnet! Öyle ya bu ağır hukuksuzluk iktidar medyasının gündemine girecek orada tartışılacak ve kamu adına hesabı sorulacak değil.
Bağımsız gazetecilik alanına baktığımızda da öyle kaotik bir gündem tablosu var ki… Yüksek enflasyon, anormal gıda fiyatları, eşitsizlik, artan işsizlik ve yerel seçim gündemi, adayların kısır atışmaları.
Böylesi sıcak bir gündem tablosunda, bundan sekiz yıl önce Resmi Gazete'de yayımlanan listelerle ihraç edilen akademisyenlere dair ağır hukuksuzluk, iktidarın ele geçirip devşiremediği bağımsız gazeteciliğin kadrajına nadiren girebiliyor.
Bütün sorunların bileşimi ve aynası
Oysa bu konu, yoğun gündem dediğimiz maddelerin bir bileşimi. (Eskiler terkip diyordu) Daha açık anlatımla üniversiteden ihraç edilen akademisyenler sorunu, bu memleketin can alıcı bütün meseleleriyle aynı kesişim kümesinde yer alan bir Türkiye aynasıdır.
Şimdi bakalım mı hayatlarını adadıkları üniversitelerden yedi yıldır sekiz yıldır uzak tutulan akademisyenlere yaşatılanlar hangi başlıkla alakasız diye?
Ekonomi: Görevden alındıkları günden itibaren maaş alamıyorlar. Sekiz yıldır gelir kaybı yaşıyorlar.
İşsizlik: Devlet eliyle işsizliğe mahkûm edildiler.
Eğitim: "Barış İmzacısı" olarak anılan ve onlara destek için imza veren toplam yaklaşık 400 akademisyen, hukuk, dış politika, ekonominin de aralarında olduğu bir çok kürsüde ders veriyordu. Bu kadar çok sayıda toplu ihraç, kaçınılmaz olarak üniversitelerde eğitimin niteliğini düşürdü. Binlerce öğrenci, alanında öne çıkmış birikimli öğretim üyelerinden ders alma hakkından yoksun bırakıldı.
Kamu kaynağı: İhraç edilen akademisyenler geniş zamana yayılan bir süreçte yetiştiler, kürsülerde ders verecek donanıma sahip oldular. Bu eğitim sürecinde kamu kaynakları kullanıldı. Akademisyenlerin bir gecede ihraç edilmesi ve hukuksuzluğu yıllardır sürmesi bu kaynakların da heba olması demek.
Adalet: Adaletsizlik, ihraç edilen akademisyenlerin üzerine devlet kurumları eliyle, dalga dalga gönderildi ihraç edilen akademisyenlerin üzerine. İhraç, herhangi bir tebligat yapılmadan Resmi Gazete'de ilanla gerçekleşti. Yurt dışı yasağı konuldu. İhraçları incelemek üzere bir komisyon kuruldu. Bu komisyona başvurmadan yargıya gidilemiyordu. O komisyon ihraçları incelemeye başlamak için uzun süre bekledi. İnceleyince de reddetti. Bu kararlar üzerine idari yargıya gidildi. İdare mahkemeleri farklı farklı olduğu için her bir dosya farklı sürede sonuçlandı.
Oysa Anayasa Mahkemesi 2019 yılında akademisyenlerin terör örgütü propagandası yapma suçunda cezalandırılması nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasıyla yaptığı başvuruda hak ihlali kararı vermiş ayrıca her başvurucuya 9150 TL manevi tazminat hükmetmişti.
Bu karar imzalanan bildiri metninin ifade özgürlüğü sınırları içinde kaldığı anlamına geliyor ve "Füsun Üstel" kararı olarak anılan bu kararın idare mahkemelerini de bağlaması gerekiyordu. Ancak öyle olmadı. İdare mahkemelerinin bir kısmı iade kararı verirken, bir kısmı iade talebini reddetti. İade edilen akademisyenler için ise üniversiteleri derhal itiraz ederek Bölge İdare Mahkemesi'ne (BİM) başvurdu. Başvurdu ki, öğretim üyesi arkadaşları tekrar üniversiteki görevlerine son verilsin.
BİM de bu itirazları kabul etti ve eziyetli bir hukuk mücadelesinin ardından yıllar sonra üniversiteye dönen akademiyenlerin tekrar görevden alınmasına kapı açtı.
Anayasa'ya sahip çıkmak
Bu ülkenin nasıl yönetildiğini, hukukun ne anlama geldiğini, üniversite yönetimlerinin, iktidarla arayı iyi tutmayı, kendi akademisyenine sahip çıkmaya tercih edişini, özgür düşünce dünyası demek olan üniversitelerdeki kan kaybının ne kadar büyük olduğu gibi konulara daha fazla kafa yormamız gerekiyor. ("O gün bugün değil" demeden. O gün tam da bugün.)
Bu satırları okurken, "kafa yoralım yormasına da ne olacak" sorusunun içinizden geçtiğini de duyar gibiyim. Tam bu nedenle belki, bu meselenin de bağlanması gereken en önemli yer, yürürlükte olduğu halde fiilen uygulanmaz hale gelen, getirilen Anayasa ve ona sahip çıkmamız gereğidir.
İhraç edilen akademisyenler hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararının değil, Can Atalay için verilmiş Anayasa Mahkemesi kararının tanınmaması üzerine "Anayasa'ya Saygı' adıyla bir miting yapacaktı CHP hatırlıyor musunuz?
O miting iptal edildi. Gerekçe, Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde dokuz askerin şehit olması, yani şehitlerin yasıydı. Elbette doğru bir gerekçeydi bu.
Ama aradan tam iki ay geçti. İki koca ay.
Ve ortada miting falan yok.
Oysa ana muhalefet partisinin böyle bir mitingi gerçekleştirmesi, değişim inancını tesis etme, koyu umutsuzluğun dağılması yönünde önemli bir adım olabilirdi. Önemli bir fırsat heba edildi.
Bir soruyla bitirelim:
Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmamasına, rest çekilmesine bu kadar rahat alıştığımız bir ülkede, seçimlerin güvenlik içinde yapılacağına nasıl inanabiliyoruz?
Çiğdem Toker kimdir?
Çiğdem Toker, Diyarbakır'da doğdu. Denizli Lisesi'nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Gazeteciliğe üniversite öğrencisiyken Anka Ajansı'nda başladı. Günaydın, Ankara Ulus gazetelerinde, Nokta dergisinde stajlar yaptı.
Anadolu Ajansı'nın sınavlarını (1988) kazanarak, adliye, Devlet Güvenlik mahkemeleri (DGM), yüksek yargı muhabiri olarak çalıştı. 1990- 1993 yıllarında haftalık Ekonomik Panorama dergisinde; sonrasında da kesintisiz 15 yıl Hürriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nda ekonomi muhabiri olarak görev yaptı. Burada maliye, vergi, özelleştirme, enerji, rekabet politikalarını izledi. 1994 ve 2001 ekonomik krizlerini, IMF ile ilişkileri, kriz kapsamında çıkarılan kanunların TBMM'deki yasama süreçlerini haberleştirdi. Çeşitli ülkelerde Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası toplantıları muhabir olarak takip etti.
Habertürk gazetesinin ilk Ankara temsilcisi olarak gazetenin Ankara bürosunu kurdu. İstifa ederek ayrıldı. İnternet gazetesi T24'ün ilk yayınlarında OECD'nin "Futbolda Kara Para Aklama" raporunu konu alan dizi yazısıyla yer aldı. Köşe yazarı ve Ankara Temsilcisi olarak çalıştığı Akşam gazetesinden, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF) el koyma sürecinde kendi isteğiyle ayrıldı.
2013- 2018 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Gazetenin sahibi konumundaki Cumhuriyet Vakfı yönetimi değiştikten sonra kendi isteğiyle ayrıldı. 2018'de katıldığı Sözcü gazetesindeki yazılarına 2022 Kasım ayında 'küçülme' gerekçesiyle son verildi. Fox TV kanalında yayımlanan "Orta Sayfa" adlı haber programında yorumcu olarak yer alıyor.
Eleştirel finans haberciliği olarak da tanımlanan yazıları hakkında kimileri astronomik, çok sayıda manevi tazminat davası açıldı. Konusu bir imar haberi olan yazısı hakkında hapis cezası istemiyle yargılandı. Kamu ihaleleri ve şirketleri konu alan çok sayıda yazısı da Sulh Ceza hâkimlikleri kararlarıyla erişime engellendi.
Kitapları
- Adım da Benimle Beraber Büyüdü- Abdüllatif Şener, Doğan Kitap, 2008
- "Türkiye'de Sağlıkta Kamu Özel Ortaklığı - Şehir Hastaneleri" kitabına makale katkısı, İletişim Yayınları, 2018
- Kamu İhalelerinde Olağan İşler - Tekin Yayınevi, 2019
Ödülleri
- İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi "En Başarılı İktisat Muhabiri Ödülü" (1995)
- Sabah Gazetesi "Muammer Yaşar Bostancı Haber Yarışması Büyük Ödülü" (1997)
- Türkiye Ziraat Odaları Birliği "Basında Tarım Ödülü" (2000)
- Milliyet Gazetesi "Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü" – "Taksiyarhis'in Zehra Teyzesi" başlıklı röportaj (2001)
- Türkiye Gazeteciler Cemiyeti- TGC "Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü" |"Evcil'in Dönüşü" dosyası – (2005)
- European Press Prize "The Mystery of the Secret Funds" – "Yorumcu Ödülü"nde kısa liste (2015)
- Halkevleri "Basın Ödülü" (2016)
- Uluslararası Şeffaflık Derneği Ödülü (2016)
- İstanbul Tabip Odası "Basında Sağlık Ödülü" (2016, 2018 ve 2019)
- TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi "Emre Madran Koruma Ödülü" (2017 ve 2019)
- Eskişehir - Bilecik Tabip Odası "Halk Sağlığı Ödülü" (2017)
- ÇGD "Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü" (2017)
- ÇGD Bursa Şubesi "Meslekte Dayanışma Ödülü" (2018)
- Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü "Uluslararası Cesaret Ödülü - Kısa liste" (2018)
- Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü – "Kamu İhalelerinde 21/b Usulü" dosyası- (2018)
- Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği "Önder Kadınlar Ödülü" (2019)
- Rekabet Derneği "Adil Rekabete Katkı Ödülü" (2019)
- TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası "Hasan Balıkçı Onur Ödülü" (2020)
- Halkevleri Dayanışma Ödülü (2020
- Ankara Tabip Odası – "Şehir hastanelerinin ekonomi politiğini tüm gerçekliğiyle ortaya koyarak kamuya ve sağlık çalışanlarına etkilerini görünür kılan haberleri" nedeniyle (2021)
- TMMOB Şehir Plancıları Odası - Kent Planlama Basın Ödülü (2021)
- İzmir Gazeteciler Cemiyeti "Hasan Tahsin Basın Özgürlüğü Ödülü" (2021)
- SES Eşitlik ve Dayanışma Derneği "Yılın Kadınları" Ödülü (2021)
- Alanya Gazeteciler Cemiyeti - Ulusal Basında Yılın Gazetecisi Ödülü (2021)
|