Kürt sol ulusal demokratik hareketi içindeki belirli çevre ve kadroların antiemperyalist ideolojik dönüşüm ve yaklaşımları, kendilerine göre “sağ” olan geleneksel Güney Kürdistan hareketinin, pratikteki tarihsel gidişatı, ilişkileri ve duruşundan dersler çıkarılarak inşa edilmiştir.
Kürt siyasal hareketinin antiemperyalist duruş ve ilişki pratiği Güney Kürdistan hareketinin 1970’lerde başlayan ve günümüzde devam eden deneyimidir. İdeolojik formülasyonu ise ilk defa derli toplu Dr. Sait Kırmızıtoprak’ın (Dr. Şivan, 1935-1971) Başkanı olduğu Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi (T-DKP) tüzüğünün 7. Maddesinde formüle edilmiştir. Bu madde şöyledir:
“Madde: 7- T-KDP; emperyalizmi ve özellikle günümüzde ortaya çıkan bazı az gelişmiş ülkelerdeki dahili, milli-sosyal çelişkileri, bilimsel metotlarla analiz eder: Giriş bölümümüzde, mahiyeti kısaca belirtilen Dahili Milli Çelişki çözülmediği, yani Türkiye’deki Kürt halkının inkarı ve demokratik milli haklarının gaspı şeklinde ortaya çıkan, dahili-milli ezme tatbikatı sona ermediği müddetçe; Kürt halkının dahili-milli muhalefet potansiyelini münhasıran, ‘Milletlerarası Emperyalizme Karşı Savaş!’ alanına kanalize etmek isteyen tüm fikri ve aksiyoner çabaları, kötü bir tuzak ya da fahiş bir yanılgı olarak telakki eder” der.[1]
Daha sonra bu tez özellikle Komal – Rizgarî çevresi tarafından 1976’da Komal Yayınevi tarafından yayınlanan Koçgiri Halk Hareketi adlı kitabın önsözünde ve Rizgarî dergilerinin 1. ve 2. sayılarında daha da detaylandırılır. Kürt siyasal hareketinin önemli ideologlarından Orhan Kotan’ın (1944-1998) bu konudaki ideolojik katkıları önemlidir.
Orhan Kotan, Kürt halkının acılı, kanayan yaralar içinde yaşamaya mecbur edilmiş bir halk olduğunu, bu halkın bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin niteliği üzerinde kuşkular yaratmanın, her atılımını, her çağdaş girişimini polisiye senaryolar ve karşı devrimci kavramlarla karalamanın, ezen ulus solunun büyükçe bir bölümünün başlıca marifetlerinden biri olduğunu ve ezen ulus solunun bu kirli, bu lanetli kimliğini terk etmesi gerektiğini ifade eder.[2]
Kürt hareketi içindeki belirli siyasi grup ve kadrolar, üzerlerindeki ezen ulus solunun Kemalist antiemperyalist yorumunun ideolojik etkilerinden arınarak, bu noktaya uzun bir siyasal ve ideolojik yolculuğun ardından gelirler.
Sait Kırmızıtoprak ve Musa Anter tartışması
1962 yılında Sait Kırmızıtoprak ile Musa Anter arasında yaşanan bir tartışma bu yolculuğu kavramamızda bizlere önemli ipuçları verir. Tartışma, Kürdistanlı kadroların Kemalist antiemperyalizm yaklaşımına ilişkin hangi noktadan günümüze geldiklerini göstermesi açısından önemlidir.
Musa Anter, ‘Barış Dünyası’ dergisinde Kürt Dili, Edebiyatı, Kürt Filolojisinin araştırılması, Kürtçe yayın yapılması, Kürtçe radyo yayını, Kürtçe neşriyat gibi konularda yazılar yazmaktadır. Amerikan yardım heyeti, Türkiye’de Doğu illerinde kullanılmak üzere bir Kürtçe lügat ve alfabe hazırlanması için finansal kaynak sağlar.[3]
Ayrıca Anter, yazılarında özel teşebbüs ve sermayenin teşvik edilerek bu bölgelerde (Doğu – Güney Doğu’da) ileri bir sanayi hareketi de yaratabileceği, sermayenin hatta yabancı sermayenin güvenle iş yapabileceği bir bölgede, halkın refaha kavuşmasını sağlayacağını belirtir.
Musa Anter’in bu yazısı üzerine Dr. Sait Kırmızıtoprak, ‘Doğulu Gençler’ adına ‘YÖN’ dergisinde Anter’in yazdığı yazılara, sınıfsal açıdan yaklaşarak sert bir üslupla cevaplar verir.
Kırmızıtoprak, Amerikan emperyalizmini kast ederek, bu girişimin altında uluslararası sömürgeci sermayenin ve özel sermayenin gerek kendi yurdu, gerekse sömürge ülkelerde olsun gideceği yerde işbirliği yapmak zorunda olduğu bazı sosyal sınıfların olduğunu vurgular. Amacın ülkenin yerüstü, yeraltı kaynaklarını sömürmek olduğunu yazan Kırmızıtoprak, bunun ‘medeniyet götürüyoruz!’, ‘iş sağlıyoruz!’ argümanlarıyla yapıldığını, ayrıca sermayenin gittiği yerde, iki sosyal sınıfı gözüne kestirdiğini, bunların ‘toprak ağaları’ ve ‘din tüccarları’ olduğu eleştirisinde bulunur.
Musa Anter de, şu cevabı verir: “…YÖN Dergisi’nde güya Amerikan düşmanlığı yapılırcasına birçok Kürt genci YÖN idaresine giderek Türkiye Hükümeti doğrultusunda Amerika’yı protesto etti. Ben ise bu hareketi o zamanki basit ve bugüne kadar başarılı olmamış bir Türk solculuğu gördüm ve bizim Kürt gençlerinin de kandırıldığını Barış Dünyası’nda yazdım. YÖN’ün Ağustos sayısında Sait Kırmızıtoprak, beni ve tüm Barış Dünyası yazarlarını ‘burjuva köpekliği’ ile suçlayarak hakarette bulundu”[4] diyerek cevap verir.
Yıllar sonra Sait Kırmızıtoprak ve arkadaşlarının, Kuzey Kürdistan’da ulusal demokratik bir hareket oluşturmak için Güney Kürdistan’a geçmeleri ve ardından T-KDP’yi kurmalarıyla, Kırmızıtoprak’ın antiemperyalist yaklaşımı değişir. Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin uluslararası emperyalizme yönlendirilmek istenmesini bir tuzak olarak değerlendirir.
1960-70 yılları aynı zamanda Kürt siyasal kadroları ile Türk sol hareketi arasındaki makasın açıldığı, Kürt sol hareketinin ayrı örgütlenmeye başladığı önemli bir dönemeçtir.
Kürt hareketini oluşturan kadrolarının önemli bir kısmı Türk sol hareketinin içinden gelmelerine, bazı çevrelerin süreç içinde pro Sovyet ve Çin bir çizgi izlemelerine karşın, PKK hariç kendilerini Türk sol hareketinin mirasçısı ve emanetçisi olarak görmezler.
PKK, kendisini aynı zamanda THKPC’nin de mirasçısı olarak görür. Bu da PKK ve lideri Öcalan’ın, Kemalist antiemperyalizm söylemi yanında Türkiye’de ve bölgede İslami hareketin yükselişiyle Kemalist İslam kardeşliği söylemini de günümüzde sıklıkla telaffuz etmesine yol açar.
Güney Kürdistan hareketinin antiemperyalist tanımı oluşturmada rolü
Kuşkusuz Kürt hareketi içindeki belirli siyasi çevre kadroların bu noktaya varışı, Güney Kürdistan hareketinin konjonktürel şartlarıyla ilintilidir. Molla Mustafa Barzani, 1958’de Sovyetler Birliği’nden döndüğünde mücadelenin doğal müttefiki olarak Sovyetleri görmektedir. Irak Kürdistan Demokrat Partisi şematik olarak komünist partilerin örgütleme modeliyle örgütlenmiştir. Bağdat’ın 11 Mart 1970 Antlaşmasına uymaması ve 1972’de Sovyet - Irak Dostluk Antlaşması’nın imzalanmasıyla Güney Kürdistan hareketi yeni ittifaklar aramak zorunda bırakılır. İran üzerinden ABD ile kurulan ilişkiler bu şartlardan dolayı oluşur. 1975 Mart’ında İran ile Irak arasında imzalanan Cezayir Anlaşması’yla da Kürt hareketine uzun yıllar belini doğrultamayacak şekilde ağır bir darbe vurulur. Sovyetler Birliği ve ABD’nin Kürdistan’ı paylaşan bölge devletlerini tercih etmeleri ve Kürtlere sırtlarını dönemleri karşısında, Güney Kürdistan hareketinin yapacağı fazla bir şey yoktur.
Bu manada Kürt sol ulusal demokratik hareketi içindeki belirli çevre ve kadroların antiemperyalist ideolojik dönüşüm ve yaklaşımları, kendilerine göre “sağ” olan geleneksel Güney Kürdistan hareketinin, pratikteki tarihsel gidişatı, ilişkileri ve duruşundan dersler çıkarılarak inşa edilmiştir.
Oluşturulan ideolojik baraj, ezen ulus solcularının Kemalist antiemperyalizm ile Kürt hareketine dikte ettirmeye çalıştıkları ırkçı Kemalist, BAAS’çı ve İslamist cellatlarının yanında saf tutmaları düsturuna cevap olmuştur. Bugün uluslararası düzlemde Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri yerli yerine oturtmamız için bu bakış açısı önemli bir penceredir.
Güney Kürdistan yönetiminin Mesud Barzani liderliğinde ABD, Rusya, Çin, Avrupa ülkeleri ve bölge devletleriyle kurmuş olduğu diplomatik, siyasi, ekonomik ilişkiler IŞİD saldırıları ardından, doğrudan askeri ilişkiler ve ortaklıklarla yeni bir safhaya evirilmiştir. Suriye Kürdistanı’nda mücadele sürdüren pro PKK bir parti olan PYD’nin askeri örgütlenmesi YPG güçlerine ABD ve müttefiklerin askeri desteği, Suriye Kürdistanı Ulusal Cephesi’nin (ENKS) söz konusu devletlerle kurmuş olduğu ilişkiler Kürt hareketini bu uluslararası güçlerin bir kısmıyla doğrudan bir ilişki içine girmesiyle sonuçlanmış bulunuyor. PKK, PYD açısından bu durum, ideolojik olarak savunulan antiemperyalist yaklaşımı pratikte geçersiz kılıyor.
Kürdistan kurtuluş hareketinin tarihinde eşine rastlanmayan bugünkü durum, Kürt hareketini denetimleri, kontrolleri altında tutarak yörüngelerinden çıkmasını istemeyen Kürdistan’ı işgali altında bulunduran devletleri kaygıya ve korkuya kapılmaya sevk ettiği gibi, bu devletler bünyesindeki sol, milliyetçi ve dinci hareketlerin de Kürt hareketine karşı daha agresif bir ideolojik ve dezinformatif saldırı başlatmalarına neden olmuştur.
Son dönemde örneklerine bolca tanık olduğumuz “antiemperyalist” demagojilerin temelinde bu yeni durum yatmaktadır.
[1] Selahattin Ali Arik , Dr.Şivan Sait Elçi – Süleyman Muînî ve Kürt Trajedisi (1960-1975), s.281
[2] Orhan Kotan, Kurdistan Press, 26 Eylül 1990, s.2 “Antiemperyalizm” adlı makaleden aktarılmıştır.
[3] Selahattin Ali Arik , Dr.Şivan Sait Elçi – Süleyman Muînî ve Kürt Trajedisi (1960-1975), s.88-90’dan derlenmiştir.