NTV Tarih dergisinin Nisan sayısında abartılı bir başlıkla duyurulan oldukça enteresan bir restorasyon haberi vardı. Dergi, kapağından "Rönesans İstanbul'dan Başladı" gibi hayli frapan ve gerçekle bağdaşmayan bir spotla, Galata Arap Camii'nde sanat tarihi açısından son derece heyecan verici freskler bulunduğunu ve bu freskleri üzerinin yeniden sıvanarak kapatıldığını duyurdu. Gerçekten de derginin iç sayfalarında yer alan mozaikler ve freskler Kariye Müzesi'ndekilerle mukayese edilecek kadar güzel, ancak Kariye'dekilerle mukayese edilemeyecek kadar bakımsızdılar.
(Arap Camii'nde gün yüzüne çıkan freskler)
1999 depremi sonrasında dökülen sıvaların altında tesadüfen keşfedilen bu fresklerin, 2010 yılında başlatılan restorasyonda, mihrabın olduğu yönde 7 metrelik bir alana yayılmış olduğu görülmüş. İsa peygamberin Vaftizci Yahya tarafından Şeria Nehrinde vaftiz edilmesi sahnesi, İsa peygamberin doğumunu farkeden doğulu müneccim kralların ona saygılarını sunmaya gelmeleri, dört incil yazarının ve bazı ilahi yazarlarının tasvirlerini konu alan freskler kendiliğinden ortaya çıktı. Depremden sonra da sıvalar dökülmeye devam etti. Hatta buraya 2010 restorasyonundan önce yaptığımız gezilerde mihrabın üzerine bir ağ gerildiğini görüyor idik. 10 yıl boyunca bu resimler perdelerle kapatılarak ibadet devam etti.
2010 yılına gelindiğinde başlayan restorasyonla zaten kendiliğinden ortaya çıkmış olan fresklerin etrafındaki sıvalar da kaldırılarak daha da geniş bir alan günışığına çıkarıldı, röleveleri çizildi, fotoğrafları çekildi. Sonra ne mi yapıldı? Üzeri güzelce sıvanarak yeniden tarihin karanlığına terkedildi. 10 yıl boyunca cemaatin herhangi bir şikayeti olmadan basit bir perdeyle kapatılarak ibadetin devam ettiği bu camiide neden 700 yıllık eşsiz freskler kapatıldı, soru işareti. Burada tahammülsüzlüğün cemaatin kendisinde değil, bizzat bu restorasyonu sürdüren karar alma mekanizmalarından kaynaklandığı açıktır. Tersi olsaydı 99 depreminden sonra cemaat camiye gitmez, cami kapanırdı.
Buradan Ayasofya bahsine geçersek, 1934 yılında alınan doğru bir kararla İstanbul'daki bazı camiiler müze statüsüne alınarak, buralarda Thomas Whittemore ve Bizans Araştırmaları Enstitüsü öncülüğünde restorasyonlara başlanmış, böylece Kariye, Fethiye ve Ayasofya gibi yapılarda bugün gördüğümüz muhteşem freskler ve mozaikler gün yüzüne çıkarılmıştır. Bugün Ayasofya'yı yeryüzündeki tüm ibadethanelerden farklı kılan da iki kadim dinin izlerine bir arada ev sahipliği yapabilmesidir. Bu özelliği nedeniyledir ki Paris'teki Notre Dame Kilisesinden ya da Roma'daki Sen Piyer Katedralinden çok daha fazla ilgi çekicidir. Mihrapta sizi karşılayan Meryem ve Çocuk İsa 842 yılından beri orada! Onun hemen sağında, solunda yeralan onlarca hat levha ise, kimisi 2. Mahmut'a, kimisi Kazasker Mustafa İzzet Efendiye ait, paha biçilemez güzellikleriyle inananları selamlıyor. Böyle bir zenginlik dünyadaki hiçbir yapıda yoktur.
Unutulmamalıdır ki bu şehir ilk Hıristiyan başkentidir. Yüzyıllar boyunca hristiyan izleriyle İslam izleri birbirine karışıp harmanlanmış, yepyeni bir kültür oluşmuştur. Bugün Ayasofya'yı inşa eden hristiyan mimarlar İsidoros ve Anthemyus 1000 yıl sonra yaşamış olan Koca Sinan'a rehberlik etmiştir. Koca Sinan'ın öncüleri ve ardıllarına da rehberlik etmişlerdir.
(Thomas Whittemore ve Ekibinin Kariye Müzesinde Restorasyon Çalışması)
Bugün dinler arası diyalog, medeniyetler ittifakı, hoşgörü kavramları birer boş laf değilse Ayasofya olduğu gibi muhafaza edilmelidir. Yoksa Taksim meydanına dikmeyi planladığınız lahanaya benzeyen Katar-Dubai estetiği camiye dinler tarihi müzesi ekleyip, Ayasofya'daki yüzlerce yıllık freskleri, mozaikleri silerseniz bu kavramlarla olan ilişkinizin bir marketing'ten öteye gitmeyeceğini göstermiş olursunuz.
(Ayasofya'da Deisis Mozaiği Restorasyonu)
(Mozaik Ziyaretçileri)