Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı - TÜSEV geçtiğimiz günlerde bir ilki gerçekleştirerek sivil toplum izleme raporu hazırladı. Yoğun bir siyasi gündemde rapor ve önemli bulguları yeterince tartışılmadı. Demokratikleşmenin ve örgütleneme özgürlüğünün temel göstergeleri üzerinden değerlendirmeler içeren rapor durumun iç açıcı olmadığını göstermesi bakımından önemli bir referans kaynak oldu.
2004 yılında başlayan mevzuatta AB’ye uyum ve liberalleşme süreci derneklerle ilgili temel sıkıntılara çözüm getirerek örgütlenme özgürlüğünün gelişmesine katkı sunmuştur. 2005 yılında 69.439 olan toplam faal dernek sayısı, yapılan düzenlemelerin etkisi ile 2011 yılında 88.692’ye ulaşmıştır. Ancak geçen sürede Dernekler Dairesi Başkanlığının örgütlenme süreci ve uygulamaları STK’ar tarafından kaygıyla izlenmektedir. TÜSEV, Dernekler Dairesi Başkanlığı’nın rolünün denetleme ve kısıtlama ekseninden koruma ve güçlendirme ekseninde olması gerektiğini belirtirken Dernekler Kanunu’nun örgütlenme özgürlüğünü güçlendirecek bir yaklaşımla ele alınmasını dile getiriyor. Dernekler Kanunu’nun 32. maddesinde cezaların ayrıntılı bir şekilde düzenlendiği, ilgili maddenin cezaların çoğunu idari para cezası olarak düzenlediğini bunun yanı sıra ağır para cezaları ve ağır hapis cezalarının ise mahkeme kararlarına bırakıldığı belirtiliyor.
Rapor örgütlenme özgürlüğü alanındaki yaklaşımın farklılığını ortaya koyması bakımından önemlidir. TÜSEV araştırmasında STK’ların %57’si yasal mevzuatın oldukça kısıtlayıcı, %12’si son derece kısıtlayıcı olduğunu belirtirken sadece %20’lik bir bölümü teşvik edici olduğunu dile getirmiştir. Mevzuatta sivil toplum tanımlarının bulunmaması, kanunla kurulmuş tüzel kişiliklerle kamu tarafından kurulmuş vakıfların diğer sivil toplum kuruluşları ile aynı sınıflandırmada bulunması temel sorunlar olarak gündeme getirilmiştir. Katılımla alınması gereken önemli kararlarda sivil toplum katılımının çoğuz zaman kamuya yakın kuruluşlar üzerinden yapılması demokrasiyi şekli bir meşrulaştırma ile sürdürmenin aracı olacaktır. Bu Yaklaşımın korporatist bir örgütlenme anlayışı ile demokratikleşme açısından tehlikeli sonuçları olacaktır. Sürecin böyle devam etmesi çoğulculuğu engelleyen ve farklılıkların gelişmesini kısıtlayan bir siyasi atmosferin oluşmasına katkı sağlanacaktır.
Türkiye’de filantropinin temel eksikliklerinden biri olan yasal mevzuatın örgütlenme, bağış toplama ve kurumsal düzeyde bağış yapma gibi alanlarda mevzuatın yetersiz ve kimi yerlerde engelleyici olması da dile getirilen sorunlar arasındadır. Kamu yararına faaliyet gösteren kurum özelliğinin çoğu zaman siyasi iradeye bağlı olması, mutlu bir siyasi elit ve sivil toplum gurubu yaratmanın aracı olarak görülmesi eleştiriliyor. Kamu otoritesinden bağımsız çalışmak ve gelişmek için STK’ların bağış süreçlerinin eşitlenmesi, vergi uygulamalarında standartlaşma ve eşitlik ilkesi örgütlenme özgürlüğüne temel yaklaşımlardan biridir. Bu anlamı ile mevzuatın eşitlikçi, farklılıkların gelişmesini destekleyen bir yaklaşımdan uzak olduğu TÜSEV raporundaki bulgularla destekleniyor.
Rapordaki önemli bulgulardan biri de STK’ların faaliyetlerine gayrimeşru sınırlamalar konusudur. Gayrimeşru sınırlama getirildiğini belirten STK’ların oranı ülke genelinde %26’dır. STK’ların %9’u da doğrudan devlet kontrolünde faaliyet gösterdiklerini belirtmektedir. %35’lik bir oran farklı alanları dışta bıraktığımızda STK alanında sistematik bir baskı ve uygulamanın olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Bu oranın oldukça yüksek olduğunu dile getiren TÜSEV önerileri örgütlenme özgürlüğündeki gelişmelerin demokratik bir toplum oluşturma yaklaşımları bakımından önem taşıyor.
• Mevzuatın, özellikle Dernekler Kanunu ve Yardım Toplama Kanunu’nun daha özgürlükçü bir yaklaşımla yeniden ele alınmaları gerekmektedir.
• Mevzuatımızda sivil toplum kuruluşu tanımı bulunmamaktadır. Tanım eksikliği uygulamada sorunlar ve kafa karışıklığı yaratmaktadır.
• Kamu kaynakları ile kurulmuş kamu vakıf ve dernekleri için ayrı bir statü tanımlanarak hem kamuoyundaki yanlış algılama giderilmeli, hem de STK tanımındaki ve algılamasındaki kafa karışıklıkları azaltılmalıdır.
• Bazı ülkelerde kar amacı gütmeyen şirket olarak da tanımlanan sosyal girişimler için ülkemiz mevzuatında özel düzenlemeler bulunmamakta ve uygulamada birçok sosyal girişim dernek, vakıf, kooperatif hatta şirket olarak örgütlenmektedir. Sosyal girişimler hem sosyal, hem ekonomik kalkınma ve istihdam açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Mevcut yasal boşluk dikkate alınırsa yeni bir tüzel kişilik olarak tanımlanması düşünülebilir.
• Ülkemizde sadece hibe vermek amacıyla bir vakıf veya dernek kurulması mümkün değildir, bu ise STK’lara kaynak yaratılması için önemli potansiyeli olan bu vakıf modelini kurulmasını ve gelişmesini engellemektedir.
• Örgütlenme özgürlüğü ile ilgili sorunlar mevcut kanunlardan çok uygulamadan kaynaklanmaktadır. Cezalar ve denetim sorunlu iki alan olarak öne çıkmaktadır.
• Örgütlenme özgürlüğü önündeki en büyük engel dernek ve vakıfların karşı karşıya oldukları cezalardır. Makul olmayan cezalar örgütlenme özgürlüğü kavramı ile hiçbir zaman bir araya gelebilecek kavramlar olmayıp, gönüllüğün de önünde çok ciddi bir engeldir.
• Kamu makamları dernek ve vakıf faaliyetlerini sadece kanunlar bağlamında suç teşkil edip etmediğini kontrol etmek için incelemeli, ortaya çıkan suçlar Ceza Kanunu kapsamında değerlendirilmelidir. Dernekler ve Vakıflar Kanunları’nda ayrı ceza maddeleri olması örgütlenme özgürlüğünü düzenleyen kanunları çelişkili hale getirmektedir.
• Terörle Mücadele Kanunu dolaylı da olsa örgütlenme özgürlüğünün önünde bir engel teşkil etmeye devam etmektedir. Bu yaklaşıma son verilerek dernekler ve vakıflar bir suçun sabit görülmesi durumunda Ceza Kanunu’na göre cezalandırılmalıdır.
• Denetleme konusunda vakıf ve dernekler için esasa ilişkin denetim esas kılınmıştır. Her ne kadar yeni Dernekler Kanunu ve Vakıflar Kanunu ile vesayet sistemi kaldırılarak vakıf yöneticilerinin yetkileri artırılmış ise de uygulamada özellikle denetimler sırasında eski zihniyetin izleri sıklıkla görülmektedir. Bu yaklaşımlar gözden geçirilmeli ve beyan sistemine dayalı bir denetim esas kılınmalıdır.
• Avrupa Birliği’nin öncelikleri arasında yer alan ve katılımcı demokrasinin de bileşenleri arasında olan kamu-sivil toplum diyalogunun geliştirilmesinin önemi kamu tarafından kabul edilmesi ile danışma süreçleri kamunun tek yanlı iradesi ile uygulanmaya başlanmıştır. Ancak arzu edilen diyalog ve işbirliği süreçleri henüz çok yenidir ve uygulandığına dair bir gözlem yapılamamaktadır.
• 5072 sayılı Dernek ve Vakıfların Kamu Kurum ve Kuruluşları ile İlişkilerine Dair Kanun zaman içinde amacından sapmış ve STK’ların devletle ilişkilerini zedeleyici bir kanun haline dönüşmüştür. Kanunun yürürlükten kaldırılması Kamu-STK ilişkilerinin gelişmesine yardımcı olacaktır.
• Sivil toplum kuruluşları tarafından dile getirilen önemli sorunlardan biri, devlet ve hükümet organlarının STK’lara eşit mesafede yaklaşmadığı yönündeki izlenimdir. Bu konuda kamu kuruluşlarının önceden belirlenmiş kriterler çerçevesinde tarafsız ve şeffaf davranmaları gerekmektedir.
• Mevzuat Hazırlama Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in istenilen sonucu doğurmakta yetersiz kaldığı ve STK’ların katkısının ikinci planda algılandığı görülmektedir. Bu Yönetmelik değiştirilerek STK’ların görüşlerinin dikkate alınması ve stratejik planlama süreçlerine katılımları sağlanmalıdır.
• STK’ların yasama sürecine katılabilmeleri için STK’ların TBMM komisyon sürecinde dinlenmesi için etkin bir yöntem geliştirilmesi gerekmektedir. Bu yöntemlerden biri de taslaklar komisyona ulaşmadan önce geniş bir zaman diliminde taslak üzerinde sivil toplum mutabakatını sağlayacak mekanizmaların oluşturulmasıdır.
• STK’lar için vergi muafiyet ve istisnaları genişletilerek AB ülkelerindeki uygulamalara yaklaşılmalı, kamu yararlı faaliyetler ve bağışçılık teşvik edilmelidir.
• Vakıflar için vergi muafiyeti dernekler için kamu yararı statüsü uygulamada çeşitli yanlış ve eksiklikleri barındırmaktadır.
• Yardım Toplama Kanunu Türkiye’nin 2007-2013 yılları için hazırladığı “AB Müktesebatına Uyum Raporu”nda değiştirilmesi karar verilen kanunlar arasında yer almakla birlikte bu kanunun geçtiğimiz yıllarda değiştirilmemesi hatta müktesebata açık şekilde aykırılık teşkil etmesine rağmen AB ilerleme raporlarında da yer almamasıdır. Bu kanunun yürürlükten kaldırılması veya STK’ların yardım toplama faaliyetlerine özgürlük getirici bir şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.