15 Aralık Çarşamba günü kaybettiğimiz ve bugün (17 Aralık Cuma) toprağa verilen eski İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman için 2017 yılında, Milletlerarası Hukuk ve Milletlerarası Münasebetleri Araştırma ve Uygulama Merkezi 2017 yılında Prof. Dr. Yücel Sayman'a Armağan adlı bir anı kitabı yayımladı.
Yücel Sayman, anı kitabının sunumunda şu satırlara da yer vermişti:
"İlk askeri darbe beni yurt dışına sürükledi. Yurt dışında yollarımız gazeteci Cengiz Çandar ile kesişti. Arkadaş olduk. Birlikte siyaset konuştuk, siyaset tartıştık, benzer düşündüklerimiz, farklı düşündüklerimiz oldu, birlikteyken çok eğlenceliydik. Cengiz Çandar'dan benimle ilgili yazı istemeden edemezdim."
Cengiz Çandar, 2017'de aşağıda yayımladığımız yazıyı kaleme aldı. Yücel Sayman, yazıyı okuduktan sonra, Çandar'ı aramış ve "Çok güzel yazmışsın, çok duygulandım ama sanki ölmüşüm de arkamdan yazmış gibisin" diye takılmıştı.
Cengiz Çandar, "Yücel'e dair o kadar çok anımız var ki, bir gün onları yazmayı düşünüyordum. Hepsi komik. Hepsi Yücel'in baş edilmez zekâsından fışkırmış olan ve onun pek bilinmeyen şen ve matrak yönlerinden kaynaklanmıştı. Ölümü içimde derin bir acıya yol açtı ama onu her aklıma getirdiğimde, ister istemez, yine çok güldüm ve o anılar canlanıyor. Onları yazarsam, ölümün ardından yazılacak yazı olmaz. Yazmasam, Yücel'i anlatmış olamam" diyor. "Madem, ‘Armağan' kitabında yayımlanmış olan yazımı, kulağımda hâlâ çınlayan kahkahasıyla, ‘ölümünün arkasından yazılmış gibi' algıladı, o yazı şimdi gerçekten geçerlilik kazandı" diye de ekliyor.
"Prof. Dr. Yücel Sayman'a Armağan" kitabında yayımlanan yazısını, izniyle, Cengiz Çandar'ın T24'teki Konuk Yazar köşesinde paylaşıyoruz. T24
|
Yücel Sayman: 20. Yüzyıl'ın son, 21. Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde bir değerli hukuk adamı
Yücel Sayman'ı tanıdığımda, genç bir akademisyendi. Doktor asistan. Hem de Fransa'dan doktoralı bir Uluslararası Özel Hukuk asistanı. Kendisiyle aynı sıfata sahip, Anayasa Hukuku asistanı Bülent Tanör ile birlikte, üçümüz, akademik olmayan bir ortamda bir araya gelmiştik.
12 Mart sonrasının sürgün yaşamında, İsviçre'nin Cenevre kentinde. Yıl 1973. Yaşça benden hayli büyük olsalar da -en büyüğümüz Bülent Tanör'den de bir yaş büyük olan Yücel Sayman idi- üniversite kürsülerinin dışında, Leman Gölü'nün kıyısında, Alp Dağları'nın eteğinde, her şeye, ideolojik ve siyasi görüş farklılıklarına, zamanın dayanılmaz öğütme kapasitesine dayanıklı ve dirençli bir dostluğu, sevecen bir üçlü olarak geliştirmiştik.
Başta annem ve babam, ailedeki en yakınları hukukçu olan bir aileden gelmiş olmak ve Mülkiye mezunu özelliğim –ve ODTÜ'de çok kısa süren asistanlığım- aramızdaki ortak noktaları çoğaltmış olabilir. Ama daha Cenevre'de bir araya geldiğimiz anda bile, sanki on yıllardır birbirimizin en yakınıymış gibi davranmamızı sağlayan ilişkimizi tanımlamakta esas rol sahibi olamaz.
Nitekim, o Cenevre üçlüsü bir süre sonra, fiziki olarak birbirinden ayrılmak zorunda kaldı. Yücel Sayman ile ikimiz Paris yolunu tuttuk. Unutulmaz anılar üreterek, aynı çatı altında Paris'te yaşadık. Gün geldi, ben Amsterdam'a doğru yoluma devam ettim, Yücel Sayman Cenevre'ye geri döndü. Ve, birbirimizi 1974 yılında İstanbul'da bulduk.
O günden sonra 1970'lerin ilk yarısındaki yoğunluğumuzu paylaşarak yaşamadık ama birbirimize açıkça ilân etmeden, Yücel Sayman'ın olağanüstü meraklısı olduğu ayrıntılara girmeden, onları tartışmadan, birbirimize adeta sabitlenmiş bir inanç ve güvenle yolumuza devam ettik.
Yücel Sayman, 1970'lerin başlarında kesintiye uğramış akademik yolculuğunu, canlandırdı. Uluslararası Özel Hukuk alanının en tepesine doğru akademik tırmanışını devam ettirmekle kalmadı, avukat kimliğiyle "hak savunuculuğu"nda da ön aldı. Öyle ki, bir gün Türkiye'nin en önemli barosu sayılan İstanbul Baro Başkanlığı'na seçildi.
İstanbul Barosu, Türkiye'nin hukuk ve demokrasi tarihinde önemli bir yer işgal eden kurumdur. Birçok başkan görmüştür. İsimleri hafızalarda kalan başkanlarının sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Yücel Sayman onlardan biridir. Bu yazıyı kaleme aldığım 2017 yılında ise, sonuncusu. "Yücel Sayman kimdir" diye kime sorsanız, birçok insandan "eski İstanbul Baro Başkanı" cevabını işiteceğiniz kesindir. "Peki, ondan sonra kimler İstanbul Baro Başkanlığı yaptı" sorusuna ise doğru cevabı vereceklerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyebilir.
Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat'ın Beyrut'taki karargâhı, sene 1979: Cengiz Çandar'ın ayarladığı buluşmada Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Prof. Dr. Yücel Sayman, Yaser Arafat, Prof. Dr. Coşkun Özdemir, Dr. Haluk Gerger ve Doğan Koloğlu (soldan sağa)
Önemli sıfatları üstlenmiş kimi kişileri tanımış ve hatta onların dostluğunu elde etmiş olmaktan ötürü insan bir gurur duygusuna kapılır ya, ben de Yücel Sayman'a ilişkin öyleyimdir. "İstanbul Barosu Başkanı Yücel Sayman ile çok özel bir ilişkimiz ve dostluğumuz olmuştur" bilgisine sahip olmayı ve bunu yeri geldiği zaman ifade edebilmeyi bir imtiyaz gibi hissetmiş olduğumu itiraf edeyim.
Yücel Sayman'ın öğrencisi olmadım. Meslektaşı da olmadım. Ama onun çok değerli bir hukukçu olduğunu biliyorum. Bilmemin sebebi, anne ve babası ve tüm yakın çevresi, avukat, yargıç ve savcılarla, Yargıtay ve Danıştay, Yüksek Hâkimler Kurulu üyeleriyle sarılı bir çocukluk ve ilk gençlik döneminden sonra, tanıklıktan sanıklığa adliyeyi arşınlamış ve ardından hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkeleri için mücadeleyi seçmiş olmaktan ötürü, hayatımın her safhasını hukuk kaplamış olmaktan dolayı, hukuk konusunda epey bir anlayış biriktirmiş olmamdan kaynaklanmıyor. Daha doğrusu, esas olarak bundan kaynaklanmıyor.
Yücel Sayman'ı yakından tanımış olmaktan kaynaklanıyor. Saint Joseph'te orta, Fransa'da yüksek öğrenim görmüş olan bir İstanbulludur o. İstanbul'a bir yerden gelip yerleşmiş olanlardan değil; İstanbullu. Bu özellikleriyle Cumhuriyet dönemi Türk elitinin tipik bir mensubudur. Bu özelliğine taban taban zıt, olağan dışı bir alçakgönüllülük, bir tür kalenderlik, her tür insana açık bir tavır, mağdura, haksızlığa uğrayana yakınlık ve yardım isteği. Türkiye elitinin bir ferdi ama sadece adalet arayışında elitist.
Ayrıca, derin hukuk bilgisine eklenen, baş edilmesi zor zekâsının ve hiç durmayan beyin faaliyetinin ürettiği güçlü mantığı; hukuku güçlü bir adalet arayışı için kullanma aracına sokması imkânını ona vermiştir. Yücel Sayman için, hukuk, haksızlığa karşı hakkın direnişi, mağdurun ve mazlumun adalet arayışının silahıdır. Hukuk, onun için zekâsının, mantığının, insansever iyi kalbinin emrindedir. O da bütün bu o özellikleriyle, elitizmden sıyırdığı benliğini, hukukun emrine vermiştir.
Yücel Sayman'ın talihsizliği, hukuk devleti kavramının dillere pelesenk edildiği ama içinin hiçbir zaman doğru biçimde doldurulmadığı, hukukun üstünlüğüne boş verilmiş Türkiye gibi bir ülkede 20. Yüzyıl'ın son, 21. Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde, bir "hukuk adamı" olarak temayüz etmiş olmasıdır. Bir paradokstur bu. Hukukun kıymetinin pek olmadığı bir ülkede, değerli bir hukuk adamı olarak varolmak paradoksu.
Yücel Sayman'ın tam da bu talihsizliği, Türkiye'nin ve hepimizin bir talihi olmuştur. Bu ülkede bir gün hukuk devleti inşa edilecek ise, bu yapı Yücel Sayman gibi sayıları pek de çok olmayan değerli "hukuk adam"larının oluşturduğu temel üzerinde yükselecektir. Bizler bu inşa faaliyetinin işçileri olarak çaba gösterecek isek, hukuk referansımızın olması gerekir. Bizlerin –ve bu arada benim- yaşadığım zaman dilimi içinde, Yücel Sayman'ı biliyor olmamız, Yücel Sayman'la yaşamış olmamız, kendiliğinden bir hukuk referansı oluşturuyor.
"Yücel Sayman'a Armağan" diye bir kalıcı "tuğla" tam da bu nedenlerden ötürü çok gerekliydi. Dünden gelip, bugünden geçerken, yarına hukuk temelleri atmak için…
Ömrünün büyük bölümünü adaletin taşlarını döşemek için içtenlikle kullandı Yücel Sayman. Bundan sonraki yolu açık olsun!