Vasily Bondarenko, Kiev’in (Kyiv) merkezinde yaşayan bir sanatçı. Dört gün dört gecedir tek bir dakika uyumadan, elinde silahı Rus saldırısına karşı koymak için bekliyor. Ukrayna halkının varoluşunu tehlikede görerek harekete geçtiğini belirtiyor. The Economist’in yazdığına göre, “Hiçbir seçeneğimiz yok” diyor:
“Bizim zihniyetimiz farklı. Ruslar gibi değiliz, kimsenin tepemize çıkıp bizi yönetmesini kabullenemeyiz. Eğer direnmezsek, biliyoruz ki, sonsuza kadar baskı altında tutuklamalarla, cezaevleriyle ömrümüzü tüketeceğiz. (Bu savaş) ya Putin’in ya da Ukrayna’nın sonu olacak.”
Rusya’nın daha doğrusu Putin’in bir hafta önce Ukrayna’ya açtığı zalim savaşın ortaya koyduğu gerçek bu kadar basit. Bu savaş ya Putin’in ya da Ukrayna’nın sonuyla bitecek.
Konunun bu kadar basit hale gelmesi, bir yandan da yakın tarihte dünyanın karşı karşıya kaldığı en zor, en kestirilmez ve son derece tehlikeli bir duruma işaret ediyor. Dünya ne İkinci Dünya Savaşı’nın ve ne de Soğuk Savaş’ın sona ermesinden (1989’da Berlin Duvarı’nın çökmesi ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkması) bu yana bu kadar tehlikeli ve belirsiz bir geleceğin eşiğine gelmedi.
Üçüncü Dünya Savaşı ihtimali bugüne dek hiç olmadığı kadar mevcut.
Zira, şu anda içinde bulunduğumuz durum, Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasındaki durumla benzerlikler gösteriyor. Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından, Üçüncü Dünya Savaşı ihtimalinin belirdiği dönemdeyiz.
"Rusya'ya karşı seçenekler Üçüncü Dünya Savaşı ya da yaptırımlar" diyen ABD Başkanı Biden ile Rusya lideri Putin /
eski Sovyet lideri Mihail Gorbaçov ile eski ABD Başkanı Ronald Reagan (1987)
Hitler'den Putin'e
Hitler sözcüğünü Putin ile değiştirin; Almanya üzerindeki Versailles dayatmasını, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan jeopolitik ile. Rusya, Soğuk Savaş sonrası jeopolitiğin Rusya’nın aleyhinde olduğu iddiasında. Tıpkı Hitler’in önce Çekoslovakya’ya girip Südetler’i işgal etmesine benzer biçimde, Putin, Ukrayna’nın işgali için düğmeye bastı.
Hitler’in Avusturya ile Anschluss’u gerçekleştirip birleşmesi gibi, Putin, kendisi gibi zalim bir otokrat olan Lukaşenko ile bir olup, Rusya ile Belarus’un birleştiğini açıklarsa kimse şaşırmasın. Zaten Kiev’e ilerleyen onbinlerce Rus askeri Ukrayna’ya Belarus’tan girdi. Kiev üzerine sağnak gibi yağan roketler Belarus’tan ateşleniyor.
Peki, Hitler’e ilişkin “appeasement” politikası güderek Çekoslovakya’ya girip Südetler’i işgal etmesine savaşı önlemek kaygısıyla yeşil ışık yakan ve Polonya’ya saldırmasının yolunu açarak, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının kurdelesini kesen çağdaş Chamberlain ve Daladier kim olabilir?
Garip gelecek ama başta ABD, Batı... Ama Rusya’ya karşı genişleme ve yayılma politikası güderek, Putin’e Ukrayna’ya saldırma gerekçesi sağladıkları için değil. Tam tersini yaptıkları için. Putin’in 2008’de NATO’ya girmek isteyen Gürcistan’a saldırmasına ve 2014’te AB yanlısı muazzam bir başkaldırı ile Avrupa’dan yana açıkça tavrını koyan Ukrayna’dan Kırım’ı koparıp ilhak etmesine karşı gevşek davrandıkları için.
Rusya’ya doğru genişlemeye kalkışarak Putin’i kışkırtan bir ABD ve NATO yok. AB ve NATO’yu isteyen Gürcistan ve Ukrayna’ya yönelik Rusya saldırganlığına 2008 ve 2014 yıllarında gereken karşılığı vermeyen bir Batı var. Rusya’yı elinden tutup Dünya Ticaret Örgütü’ne aldıran, G-7 arasında ona çok özel bir statü sağlayan ABD idi. NATO, Rusya ile 1994’te Barış için Ortaklık (Partnership for Peace) anlaşması imzalamış, 2002 yılında yani Putin’in ilk iktidar yıllarında güvenlik konuları ve ortak projeleri ele almak amacıyla Rusya-NATO Konseyi kurulmuştu. Rusya ile NATO, Afganistan’da işbirliği yapmışlar, Ruslar NATO’nun daha sert bir politika izlemesini istemişler, Putin NATO’dan “savunma ittifakı” olarak söz etmişti.
Bütün bunlar geride kaldı. Bugün gelinen tehlikeli nokta Hitler benzeri bir rotada ilerleyen Putin’in görüşleri, hırsları, hayalleriyle doğrudan ilgili. Artık 2008 ve 2014’teki Batı da yok. ABD ile, NATO ile, AB ile, en önemlisi tüm Batı ülkelerinin halkları ve kamuoylarının dipten gelen güçlü dalgası ile Batı, Putin’in Ukrayna işgali başlayalı beri son derece kararlı, geniş çaplı ve enerjik bir şekilde Rusya’ya karşı koyuyor. Öyle ki, Putin Batı’nın bu birleşik tavrı karşısında işleri nükleer tehdit savurmaya kadar vardırdı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 7 gün önce Ukrayna'ya "askeri operasyon" başlatıldığını duyurmuştu
Savaş ya da daha doğru bir ifadeyle Ukrayna’nın işgali başlayalı bir hafta oldu ve Putin’in bu amansız savaştan geri adım atma ihtimali sıfıra yakın görünüyor. Öte yandan, Ukrayna da tahminlerin ötesinde bir direniş ortaya koydu. Putin’in varlığını reddettiği “Ukrayna ulusu” bir bakıma, bu savaşla birlikte adeta yeniden doğdu.
Ukrayna, 603 bin kilometre karelik, neredeyse Türkiye’ye yakın genişlikte topraklara ve 43 milyonluk, büyük sayılabilecek bir nüfusa sahip bir ülke. Rusya’nın sonuna kadar savaşma kararlılığına sahip böylesine bir ülkeyi ve azimli, yurtsever bir nüfusu tüm askeri üstünlüğüne rağmen nihai olarak kontrol altına alabilmesi ve Putin’in 21 Şubat tarihli konuşmasında amaçladığı şekilde haritadan silebilmesi artık mümkün değil.
Bunu biliyoruz. Putin’in saldırı savaşının bundan böyle daha da çirkinleşeceğini ve daha da zalimleşeceğini de kestirebiliyoruz. Putin’in iş başına geldikten hemen sonra Çeçenistan’ın merkezi Grozni şehrini yerle bir ettiğini ve yine Suriye’de Halep şehrini de harabeye çevirdiğini gördük. Elimizde Rus savaş makinesinin çalışma tarzı hakkında yeterince ipucu var. Nitekim Putin, son iki gün içinde Ukrayna’nın ikinci büyük kenti Harkiv’i (Harkov) ve başkent Kiev’i sivilleri de hedef alarak füze ve roketlerle dövüyor. Üstelik de Harkiv’de büyük sayıda Rus ve ayrıca da Rusça konuşan Ukraynalı bir nüfus yaşıyor olmasına rağmen…
Putin’in Ukrayna saldırısının çok büyük bir insanlık trajedisiyle süregelme ihtimali yüksek. Savaşın, Putin’in attığı çılgınca adımdan geri dönemezliği nedeniyle ve Ukrayna’nın umulmadık bir kahramanlık ortaya koyarak direnmesi sayesinde çok uzun süreceğini düşünürsek, yüreklerin karalar bağlaması için fazlaca neden var.
Ukrayna'yı da Rusya'yı da mahvedecek bir savaş
Savaş, sadece Ukrayna’nın, eğer ülke haritadan silinmezse, insan varlığını ve alt yapısını tamiri çok uzun yıllar alacak şekilde mahvetmekle kalmayacak, Rusya’nın da gözle görülür biçimde mahvolmasına yol açacağa benziyor. Rusya’nın tarihte görülmedik ölçüde bir uluslararası dayanışma ve yaptırımlar rejimiyle SWIFT sisteminden menedilmesi, Rusya Merkez Bankası’nın rezervlerinin dondurulması, Avrupa hava sahasının Rus uçuşlarına kapatılması, başta Putin, bazı Rus yetkililerin ve oligarkların Batı’daki mal varlıklarına el konulması, Rusya’nın başta spor, her türlü uluslararası faaliyetten uzaklaştırılması gerçekleşti bile. Bütün bunların Rusya ekonomisine yapacağı tahribatı görmek için kâhin olmak gerekmiyor.
Rusya’nın gayrı safi milli hasılası, aşağı yukarı İspanya’nınkine eşit. Böyle bir ekonomiyi Kuzey Amerika (ABD ve Kanada) ve AB’nin (İsviçre ve diğer ülkeleri de eklediğinizde Avrupa’nın tümü) ambargo altına aldığını düşünürsek, Rusya ekonomisinin, ayrıca savaş harcamalarının baskısı altında nefes almakta zorlanacağı da apaçık.
Rusya ekonomisinin ve dünyanın en büyük tahıl depolarından biri olan Ukrayna’nın küresel ekonomik sistemin dışına itilmesi, dünya ekonomisi üzerinde de yıkıcı etkilere yol açacak ve bundan Türkiye dahil, dünyanın çok sayıda ülkesi olumsuz yönde etkilenecek. Bir yandan enerji fiyatlarında kaçınılmaz artış, diğer yandan dünya çapındaki tahıl tedarikinde daralma, turizm gelirlerinde düşüş, hava taşımacılığında yükselecek maliyetlerin tüm küresel ekonomiyi vuracağı besbelli. Zaten ekonomik ve malî kriz yaşayan Türkiye gibi ülkelerde, savaşın olumsuz çarpan etkisi yapması kaçınılmaz.
Rus imparatorluğunu canlandırma hayali
Putin’in Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın, tarihe kaydettireceği en önemli yönü ekonomik olmaktan öte siyasidir. Putin’in Ukrayna saldırısının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en dramatik gelişme olduğunun altının çizilmesi boşuna değildir. İkinci Dünya Savaşı’nı Soğuk Savaş izlemişti. Savaş sonrasının Avrupa-merkezli uluslararası düzeni 1945’teki Yalta ve Potsdam anlaşmaları ile belirlenmişti. Avrupa, Batı (ABD ve İngiltere) ve Sovyetler Birliği arasında pazarlıklar sonucu biçimlenen nüfuz alanlarına bölünmüştü. İkinci Dünya Savaşı’nı Soğuk Savaş izledi. Batı ile Sovyetler Birliği arasındaki ideolojik rekabet, transatlantik nitelikte bir kolektif güvenlik yapısı olarak NATO’yu ortaya çıkarttı. Türkiye de Batı’nın Sovyetler’e karşı savunma ittifakı olan NATO’ya 1952’de dahil oldu.
İkinci Dünya Savaşı’nın travması ve Soğuk Savaş’ın değişik kamplar arasında dondurduğu Avrupa dengesi ve en önemlisi İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkarttığı iki süper devlet arasındaki termonükleer denge, eski kıtada savaşı engellemiş ve Avrupa’da devletler arasında bir savaşın bir daha yaşanmayacağı duygu ve düşüncesini yerleştirmişti. Soğuk Savaş’ın Berlin Duvarı’nın çöküşü (1989) ve Sovyetler Birliği’nin kendiliğinden ortadan kalkması (1991) ile son bulması ise bu duygu ve düşünceyi pekiştirdi.
Putin’in Ukrayna’da yürüttüğü bu savaş, Soğuk Savaş sonrası oluşan jeopolitiğin nükleer silahlara sahip bir güç olan Rusya tarafından kuvvet kullanılarak iptali anlamına geliyor. Putin 21 Şubat’taki tarihi konuşmasında Ukrayna diye bir ülkenin varlığını kabul etmediğini ilan etti. Eleştiri oklarını Lenin’e yönelterek, Ukrayna’nın bir “Bolşevik Rusyası ürünü” olduğunun altını çizdi; dahası Ukrayna’yı tıpkı Çarlık Rusyası döneminde olduğu gibi Rusya sınırları içinde gördüğünü açıkladı.
18. yüzyılda Büyük Petro ve II. Katerina dönemlerinde bir imparatorluk olarak ortaya çıkan Rusya’yı, Putin 21. yüzyılda yeniden canlandırmak istiyor. Böylece, Lenin’in bir “uluslar hapishanesi” olarak nitelediği Çarlık Rusyası, İmparatorluğun Slav kalbi olan Rusya, Belarus ve Ukrayna’nın tekrar bir araya gelmesiyle yeniden vücut bulmuş olacak.
Putin’in bir gizli servis ajanı olarak hizmet ettiği bir önceki devleti Sovyetler Birliği’ne itirazı, Lenin’in açtığı yolda ulus-devletlerin ortaya çıkmasına uygun olan yapısı. 1918’de Finlandiya da bu şekilde bağımsızlığını kazanmıştı. Putin, Birinci Dünya Savaşı ve Bolşevik Devrimi sonunda kopan Finlandiya’yı geri alamayacak olsa da, Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan Slav ‘’kardeşi’ Ukrayna’nın bağımsız-egemen bir ulus-devlet olma özelliğini yok etmek hayalini kuruyor.
Ulus-devletlerin ortaya çıkmasına imkân veren yapısı nedeniyle itiraz ettiği Sovyetler Birliği’nin dağılmasını ise, "20. yüzyılın en büyük jeopolitik felâketi" olarak nitelendiriyor. İşte bu yüzden Putin, 21. yüzyılda bu “jeopolitik felâket”in travmasını atlamamış tehlikeli bir rövanşist.
Ukrayna Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi üyesi bir ülke. Böyle bir ülkeyi haritadan silmeye kalkışmak, uluslararası sistemde kabul edilmesi mümkün olamayacak tehlikeli bir emsal oluşturacaktır.
Saddam ve Putin
Saddam Hüseyin 1991’de Kuveyt’in yapay bir devlet olduğu iddiasıyla güney komşusunu işgal etmeye kalkışınca, bir BM üyesi ülkenin ortadan kaldırılarak, daha güçlü komşusunun sınırlarına katılmasına uluslararası sistem tepki göstermişti. Bunun sonucunda ABD’nin başını çektiği bir koalisyon ile Körfez Savaşı patlak verdi. Soğuk Savaş’ın bittiği bir ortamda, bir BM üyesinin kuvvet kullanılarak ortadan kaldırılması kabul edilemez sayılmış ve Saddam Kuveyt’ten çıkarılmıştı. Gelişmelerin bölge dengelerine getirdiği sonuçları yaşamaya bugün hâlâ devam ediyoruz.
Putin’in yaptığının Saddam’dan farkı yok. Sadece bir BM üyesini kuvvet kullanarak ortadan kaldırmaya değil, bir egemen ulus-devleti savaşla imha etmeye, seçimle gelmiş yöneticilerini bertaraf etmeye kalkışarak, hiçbir uluslararası normla bağdaşmayan bir çığır açmış oluyor.
Rusya, Irak; Putin ise Saddam değil. Yıl da 1991 değil 2022. ABD’nin başını çektiği bir uluslararası koalisyon ile savaşa da girilemiyor. Zira böylesi kendiliğinden dünya savaşı demek olur. Dolayısıyla bugün Putin’i hizaya getirmek için yapılabileceğin azamisi tüm Batı dünyasının Rusya’ya karşı ekonomik savaş açmasıydı. Şimdilik olan budur.
Ne var ki, Saddam’dan da öteye, ondan çok daha güçlü ve Hitler’i hatırlatan bir çılgın olan Putin’in izleyeceği rota ile zaten şu anda çok tehlikeli olan gelişmeleri bambaşka ve daha da tehlikeli bir mecraya yöneltebilir.
Daha kötüsünü, en kötüsünü önlemek gelişmelere sırt çevirmekle, “biz bu işe bulaşmayalım” demekle, içeriksiz “barış” sloganları atmak ile mümkün olmayacak. Saldırganı doğru teşhis etmek ve saldırganlığa karşı durmak şart.
İkinci Dünya Savaşı öyle kazanıldı. Üçüncü Dünya Savaşı’nı önleyebilecek olan da budur.