25 Şubat 1964 gecesi bütün dünyanın gözü ve kulağı Miami’deydi. Boksun dünyadaki en popüler sporlardan biri olduğu günlerdi. Boksun en büyük ünvanı olan Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonluğunun sahibi Sonny Liston’a 22 yaşında Cassius Clay adında bir çömez meydan okumuştu. Bahisler, ‘tüm zamanların en büyük boksörü’ görülen Liston’ın 1’e 7 kazanacağı yönündeydi. Herkes, Liston’ın bu genci nasıl nakavt edeceğini görecek olmanın heyecanını yaşıyordu. İngiliz boks şampiyonu Henry Cooper, maçtan önce, ‘Liston ile sokakta bile karşılaşmaya çekinirim’ diyerek Clay’ın cüretine hayret etmişti. Muazzam kas gücü ile vurduğu yumrukları birçok boksörün kabusuydu. Maçları iki raunttan fazla sürmezdi genelde. Dönemin ünlü spor yorumcusu Lester Bromberg maçtan önce, '‘Patterson’daki boks karşılaşmasından uzun süreceğini söyleyebilirim’' öngörüsünde bulunmuş ve eklemişti:
'‘Yani maç birinci raundun sonuna kadar sürer’'
Los Angeles Times’tan Jim Murray ise, ‘'Clay’ın Liston’ı yenebileceği tek şey sözlüktür’' diye yazarak, Ali’yi ‘çok konuşan bir hevesli’ gibi resmetmişti. New York Times’ın boks haberlerinden sorumlu kıdemli yazarı Jim Murray, maçı takip etmeyi bile kabul etmeyecek Miami’deki maça, kendi yerine, işe henüz yeni başlayan genç muhabir Robert Lipsyte’ı gönderecekti. Maçı takip eden 46 gazeteciden 43 üçü Lipston nakavtla kazanacak demişti.
Ringe ilk geldiklerinde daha maç başlamadan Ali’yi durdurmak güçleşmişti. '‘Bu gece birimiz burada biteceğiz’' diye bağırdı. '‘Korkuyor musun şampiyon?’' diye Lipston'un üstüne yürüdü. Bu davranışlarından dolayı daha maç başlamadan 2500 dolar para cezasına çarptırıldı. Ali sonradan o geceki bütün çılgınlıklarının strateji olduğunu itiraf edecekti:
'‘Benden korkmayacağını biliyordum ama karşısında bir manyak olduğunu düşünmesi onu korkutacaktı. İtiraf edeyim o an ben de korkuyordum. Ama maça çıkıp savaşmaktan başka bir şey yapamazdım.’'
Ali’nin taktiği işe yaramıştı. Son derece öfkelenen Liston maçın başlamasıyla bir an önce Ali’yi devirmek için kontrolsüzce efor sarf etmeye başladı. Clay’ın 6’ncı raunda kadar dayanması herkeste şaşkınlığı daha da artırdı. Altıncı raund Muhammed Ali’nin raunduydu. Raunttan sonra köşesinde otururken gazetecilere doğru bağırdı:
'‘Dünyayı şaşkına çevireceğim’'
Bu bir rauntluk performans Liston’ın 7’nci raunda başlamasına engel oldu. Ali ringin ortasına yürürken bitkin haldeki Liston ağızlığını çıkarıp attı. Pes etmişti. Salon şoktaydı, kürenin her yerinde televizyon ve radyodan maçı takip edenler şoktaydı. Kimse bir şey diyemiyordu. Ringde yerinde duramayan Ali dışında. Tekrar spor yorumcularının koltuklarının önüne geldi: ‘'Bütün yazdıklarınızı yiyin şimdi!’' diye bağırdı. Ringe döndü ve kariyeriyle özdeşleşecek cümleyi haykırmaya başladı:
'‘Ben en büyüğüm! Ben en büyüğüm! Dünyayı salladım! Ben en büyüğüm!’'
Bir çok yorumcunun Clay’a hiçbir şans tanımamasının ana nedeni, onu ağır sıklet için oldukça hafif görmeleriydi. Tek avantajı vardı, hızlıydı. Ali gerçekten de bu avantajını kullanarak bir efsaneye dönüşecekti. Tüm maçlarında ellerini aşağıda tutup, başını rakibin yumruklarından hızlıca kaçırabilmesi asıl gücü oldu. Rakibi bütün gücüyle boşluğu yumruklarken dengesini kaybediyor ve ardından Ali’nin bitirici yumrukları geliyordu. Ringde sürekli hareket etmesi ve direnci onu yenmeyi olağanüstü zorlaştırıyordu. Spor yazarı Jimmy Cannon, Ali’nin boksun tüm anlayışını yerle bir eden tarzını, ‘Clay, ağır sıklek boksçusu gibi savaşmıyor. Tam bir çılgın. 90 kilo daha fazla ağırlıkla boks yapan bir tüy sıklet gibi.’ şeklinde yorumlayacaktı. Ali ise kendi stilini, ‘kelebek gibi uçar, arı gibi sokarım’ diye formüle edecekti. ‘'Ben en büyüğüm (I’m the Greatest)’' sözünü de sonradan revize etti:
'‘Ben sadece en büyük değilim. Çifte en büyüğüm. Sadece rakibimi devirmekle kalmam, onu hangi rauntta devireceğimi de ben seçerim’'
Zor günde dostunun yanında olmak
25 Şubat gecesi ringe yakın bir koltukta oturan ve maçı heyecanla takip eden siyah takım elbiseli adam, maç boyunca çok az kişinin dikkatini çekti. Oysa, maçtan sonraki günlerde maçtan çok konuşulacak şey Clay’ın onunla ilişkisiydi. Bu kişi Clay’ın akıl hocası haline gelen Malcolm X’ten başkası değildi. Clay, 27 Şubat günü ismini Cassius X olarak değiştirdiğini açıkladı. Amerika daha Liston’ı devirmesinin şokunu atlatamadan bu kez yeni şampiyonun ‘İslam Milleti’ adlı siyah ırkçısı oluşumun üyesi olduğunu öğrenmenin şokunu yaşamaya başladı. Cassius X bir ay sonra ismini bir kez daha değiştirdi. Tüm dünyanın ezberleyeceği yeni adını açıkladı:
Muhammed Ali.
Muhammed Ali, şöhretin, servetin kapısının ardına kadar açıldığı o günlerde bu kapıları bir daha asla açılmamak üzere kapatabilme riskine rağmen, kim olduğunu ve neyi savunduğunu gizlemedi. Toplumun ve devletin hazzetemediği Malcolm X ile ve İslam Milleti ile yakınlığını terk etmedi. Boks endüstrisinin, ‘en azından ilişkini gizli tut yoksa bitersin’ tehdidine de aldırmadı. ‘Neysem oyum’ tavrından taviz vermedi. Ölümünün hemen ardından sosyal medyada en fazla dolaşan cümlesi olan ‘sizin olmamı istediğiniz kişi olmak zorunda değilim. İstediğim kişi olmakta özgürüm’ cümlesini işte o günlerde sarfetti. İslam Miletinden hazzetmeyen siyahi liderler de dahil bütün ülkenin yoğun tepkisi altındaydı. Howard Cossel gibi birkaç yürekli gazeteci dışında medya, haberlerinde adını ‘Muhammed Ali’ olarak değil Cassius Clay olarak yazıyorlardı.
O tarihi maçı izlemeye geldiği günlerde Malcolm X, İslam Milleti'ndeki gücünü yitirmişti aslında. Grup sözcülüğünden alınmış medyaya konuşması tamamen yasaklanmıştı. Bu ırkçı oluşumdan kısa süre sonra tamamen kopacak ve ana akım İslam anlayışına geçecekti. Ancak Muhammed Ali, bundan dolayı Malcolm X ile bağını kopardı. İki dost sonraki süreçte sadece bir kez Gana’nın başkenti Akra’da bir otelin önünde karşılaştılar. Malcolm konuşmak istedi ama Ali, ‘Elijah Muhammed’e yanlış yaptın’ diyerek sırtını dönüp uzaklaştı. Malcolm birkaç ay sonra Harlem’de öldürüldü. Ali de 1975 yılında İslam Milleti organizasyonunu terkedecekti. Hayatının en büyük pişmanlığının Malcolm’a o günlerde sırtını dönmek olduğunu söyleyip durdu. Malcolm’a onun kendisi için ne kadar önemli olduğunu söyleyememenin ızdırabını hep taşıdığını sık sık anlattı. Tarihçi Randy Roberts, ‘Kan Kardeşliği’ adlı kitabında Malcolm ve Ali’nin inişli çıkışlı dostluğunun öyküsünü oldukça etkileyici şekilde sergiliyor.
Vicdani retçiydi
Muhammed Ali, bir vicdani retçiydi. Askerlik çağındaydı ve ABD’nin Vietnam Savaşı gittikçe derinleşiyordu. Askerlik zorunlu hale gelmişti. 1966 yılında askere alınacak yükümlüler arasına dahil edilince, ‘Vicdani redçi olduğunu’ belirterek hiçbir savaşa katılmayacağını açıkladı. ‘Askerden kaçmak için değil savaşmak inancıma aykırı’ diyecekti. Ali, o dönemde ve sonraki hayatı boyunca her zaman savaşlara karşı çıktı ve savaşmayı reddetmeyi savundu.
Ali’nin hem de savaş zamanı, devlet politikasına açtığı bu bayrak ülkede büyük bir tepkiye neden oldu. ‘Vatan haini’ ilan edildi. 28 Nisan 1967 günü Houston Askeri Üssünde askere alım işlemleri yapılırken adı okunduğu halde ayağa kalkmayı reddetti. Emre itaatsizlikten tutuklandı. Aynı gün, New York boks komisyonu boks lisansını iptal etti ve ünvanlarını geri aldı. Diğer eyaletler de bunu takip etti. 20 Haziran 1967 günü jüri sadece üç dakikalık toplantı sonrası Ali’yi suçlu ilan etti. Ali’nin davası önce temyize ardından Yüksek Mahkeme’ye gitti. 1971’de Yüksek Mahkeme oybirliği ile Ali’nin mahkumiyetini kaldıracaktı. Bu arada Ali bir sporcunun en verimli çağı olan 25 yaşı ile 29 yaşı arasında yaklaşık 4 yıl ringlerden uzak kaldı. Pasaportu iptal edildi. Sürücü ehliyeti bile iptal edildi. Ama taviz vermedi.
Bu süre zarfında başka bir şey daha oldu. Vietnam Savaşının, devlet yetkililerinin açıkladığı gibi kolay ve temiz bir savaş olmadığı ortaya çıktı. Resmi açıklamaların çoğunun yalan olduğu ispatlandı. Gerçekler, ‘vatan millet edebiyatının’ içinde gizlenemeyecek kadar görünür hale geldi. Vietnam’dan binlerce askerin tabutu art arda geliyordu. Savaşa tepki ülke geneline ve her kesime yayıldı. Üniversiteler, sendikalar, dini gruplar savaş aleyhine protesto dalgası başlattı. Ali’ye kızanlar onun aslında ne kadar haklı olduğunu gördüler ve Ali’nin itibarı yeniden yükseldi. Ülke genelinde üniversitelere, sivil toplum kuruluşlarında konuşmaya davet ediliyordu. Hem Vietnam Savaşına hem de ırkçı ayrımcılıklara karşıtlığını daha da yükseltti. 1970’lerin başında yeniden ‘ulusal kahraman’ haline geldi ve ölünceye kadar da ülkenin tüm kesimlerinin saygısına sahip birkaç Amerikalıdan biri olarak kaldı.
Yüksek Mahkemenin kararından bir ay sonra boks lisansı yeniden iade edildi. 8 Mart 1971 yılında New York Madison Square Garden’da bu kez Joe Frazier’ın karşısına çıktı. Hayatlarında hiç yenilmemiş iki boksörün ‘Yüzyılın Maçı’ olarak adlandırılan karşılaşması 35 ülkede canlı yayınlandı. Karşılaşmayı salondan izleyen gazeteci sayısı 760’tı. Maçtan önce ‘Frazier’ı Alabama Şerifleri ve Ku Klux Klan destekliyor ben varoşlardaki küçük insanlar için savaşıyorum’ dedi Ali. Rakipler 15 rauntta yenişemeyince hakem kararı ile Frazier galip ilan edildi. Hayatındaki bu ilk yenilgi Ali’yi durdurmadı. Zaire’de dünya ağır sıklet boks şampiyonu George Foreman’ı yenerek ünvanı geri kazandı. Foreman, 1989 yılındaki bir röportajında o günleri anlatırken, ‘’Muhammed Ali, o kadar hızlıydı ki, ışığı söndürüp yatağına girdiğinde oda henüz kararmamış olur’’ diyecekti. 1975’te Joe Frazier ile bu kez Filipinler’in başkenti Manila’da karşılaşmaya giderken sarfettiği, ‘’It’s gonna be thrilla, a chilla and killa, when I get the gorilla in Manila’’, Amerikan popüler kültürünün en ünlü cümlelerinden birine dönüştü.
ABD Başkanı Barack Obama, 2010 yılında USA Today için kaleme aldığı bir makalede Ali’den ne kadar etkilendiğini, ''Aleyhinde korkunç düşmanlığa rağmen fırtınada yolunu kaybetmeyecek olağanüstü bir güce sahip’’ şeklinde kayda geçirmişti. Obama, Ali’nin vefatından sonra Cumartesi sabahı yayınladığı mesajda ise ‘gezegendeki her insan gibi çok üzgün olduğunu’ söyledi. Çalışma odasının vitrininde, Sonny Liston’ı yenerken çekilen o anıtsal fotoğrafın altında Ali’nin bir çift boks eldivenini de hala sergilediğini belirtti ve şöyle dedi:
‘Bir defasında ‘ben Amerika’yım’ diye kükredi:
'‘Ben Amerika’nın tanımadığınız parçasıyım. Bana alışın. Siyahım, kendimden eminim, kendimi beğenmişim… Adım benim adım, sizin değil. Dinim benim dinim, sizin değil. Hayattaki hedeflerin benim hedeflerim sizin değil. Bana alışın!’'
Ali'nin sadece ringlerde ve mikrofon başında bir usta olmaktan fazlası olduğuna dikkat çekti ABD başkanı ve ekledi:
''Doğru olan için de mücadele eden bir insandı. Hepimiz için mücadele eden bir insan. Martin Luther King’in de yanında durdu, Mandela’nın da… Kimsenin konuşmaya cesaret edemediği konularda ve kimsenin konuşmaya cesaret edemediği zamanlarda konuştu. Bu ona hem sağcılardan hem de solculardan çok düşman kazandırdı ve neredeyse hapse mahkum edilmenin kıyısına getirdi. Ama Ali buna rağmen geri adım atmadı. Onun zaferi, bugünkü Amerika’ya alışmamıza yardım etti.’’
Obama duygusal taziyesini, ‘’Muhammed Ali dünyayı silkeledi ve bu, dünyaya da hepimize de iyi geldi’’ diye tamamladı.
Muhammed Ali, sonradan, ‘tanrı bana kimin en büyük olduğunu göstermek istiyor' dediği Parkinson hastalığının pençesine düştü. Ama sesi, kısıldıkça daha gür çıkmaya başladı. ABD’de ve dünyanın her yerinde barışın, hukukun, özgürlüklerin yürekli bir savunucusu oldu.
Randy Roberts da, ‘Kan Kardeşliği’ kitabında Ali’nin şahsında spor ve politikanın ilk kez bu kadar güçlü buluşmasına dikkat çekiyor:
'‘Bir zamanlar spor ve politika tamamen uzak iki ayrı dünya gibi görülürdü. Sporcular, ırksal, ekonomik ve politik sorunları konuşmaktan özenle uzak dururdu. Muhammed Ali’den sonra bu kurgu bir daha asla aynı olmadı’'
Eski bir boksörün ölümünün Hindistan’ın varoşlarından, Afrika’nın köylerine, Van’ın kahvehanelerinden İrlanda barlarına, Rocky dağlarından And dağlarındaki kasabalara, Sahra’dan Sibirya’ya kadar kürenin her yerinde aynı derecede yankı bulması, aynı derecede üzüntüye yol açmasının sebebi budur.
İyi bilirdik seni şampiyon. Helal olsun sana..!